Zaman, Allah’ın üzerinde yemin ettiği bir kavram… Kutsal bir emanet… İnsana ait tüm dinamiklerin, güzellik ve çirkinliklerin üzerinde şekillendiği masum bir sermaye… Hayatın ana maddesi… Sürekli eriyip giden, “mutlak hayır” üzerine değerlendirildiğinde ancak anlam bulabilen, insanla keyfiyet ve mahiyet arz eden tarafsız bir zemin… Bir önceki saniyesi bir sonraki saniyesiyle eşit olmayacak kadar devingen… Vakit dışında her şeyin telafisi mümkün, fakat zaman kaybını hiçbir şey geri telafi edemez. “Hayat nasılda geçiyor, zaman hiç geçmezken.”“Akan ırmak değil sudur, geçip giden yıllar değil biziz.” Kur’an, “sarp yokuşu tırmanmak ve aşmak”[1] şeklinde icraya davet etmektedir. El-fevaid' de, “Zamanı zayi etmek ölümden daha kötüdür. Çünkü zamanın zayi edilmesi, seni Allah’tan ve hem de ahiret yurdundan koparır. Ölüm ise, seni ancak dünya ve ehlinden koparır” denilmiştir.
Hasan Basri zaman, “Ey insan! Ben yeni bir günüm, yaptıklarını gözetlemekteyim. Bu nedenle iyi amel yapmak suretiyle benden faydalan, kıyamete kadar bir daha geri dönmeyeceğim” dediğini söyler. “Bir geçen geçti gidiyor, sen nerdesin?” diyordu. İmam Şafii, “Zamanı kınıyoruz oysa ayıp bizdedir / Zamanın bizden başka yoktur ayıbı / Hıcvediyoruz günahsızken zamaneyi / Dili olsaydı, zaman bizi hicvederdi” demiştir. Ömer Hayyam. Zamanı boşa harcamak geri dönülmez bir hatadır. Nasıl kullanacağımızı bilirsek hayat yeterince uzundur. Oliver Cromwell’in dediği gibi: “Bir insan hiçbir zaman, nereye gittiğini bilmediği zamanki kadar uzun yol gidemez.” Hatip el-Bağdadi, “Yürürken bile eline aldığı bir kitabı mütalaa ederdi.” Ebu’l Vefa ise, “Ömrümün bir anını bile zayi etmek bana helal değildir… Bütün âlimlerin ittifakıyla akıllı insanın tahsil edeceği en değerli şey vakittir. Zira vakit fırsatları değerlendirme imkânı sağlayan bir ganimettir.” Onun için “vakit nakittir” denilmiştir. Rivayette, seleften birinin yanına bir grup insan gelir ve “Acaba sizi rahatsız ediyor muyuz?” O da onlara, “Elbette, okuyordum, sizin için okumayı bıraktım!” demişti. Biri Seri es-Sakati’ye gelir, yanında bir grup insan görünce “Tembellerin sığınağı mı oldun?” der ve oradan ayrılır gider. İkbal, “Benden her şeyimi al ya rabbi! Fakat seher lezzetinden mahrum bırakma.”Ve “Sıradan olmayan bir gün ne güzel / Sabahı bitmeyen bir gün ne güzel” derdi. Onun için zikri daim ile vakit atını öteler sür ki, anı daim yoldaşın olsun. “Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem.”
Bazen zaman sabah ezanıyla hikmetli bir atmosfere bürünür, bazen anne rahmindeki masum bir ceninin “insan olma” kimliğine dönüşümündeki tedriçilikte hayatiyet ifade eden anlamlı bir sürece dönüşür… Bazen bir öğretmenin sınavında paha biçilmez kadar değerlenir, bazen de bir kıraathane köşesinde müsrif tüketiciler tarafından mağdur edilir. Pazarda buz satan adam şöyle bağırıyordu: “Yardım edin şu adama yardım edin. Sermayesi zamana karşı tükenen şu adama acıyın.” Zaman; erimekte olan buz kalıbı gibidir değerlendirilmezse satılmayan buz kalıplarında zarar eden tüccarın başına gelen zarar mukadder olacaktır.
Tembellerin zamanlarını öldürmeleri, tüm ülkelerde, başta gelen uğraşı iskambil oyunları olmuştur. Bu oyun toplumun değerinin ölçütüdür ve tüm düşüncelerin iflasının ilanıdır. Çünkü insanların birbirleriyle fikir alışverişi yapacak düşünceleri olmadığından, kart alışverişi yaparlar ve birbirlerinin parasını almaya bakarlar. Kasım’i, “Keşke Şam’ın kumarhanelerindeki insanlar zamanlarını satabilselerdi de alabilseydim, çünkü zamanım bana yetmiyor” diyordu. Aristo öğrencilerinden birini kumar oynarken görür ve çok kızar. “Bunda bir şey yok ki! Küçük oynuyorum” diyen öğrencisine cevabı; “Ben sizin kaybettiğiniz paranıza değil, harcadığınız zamana kızıyorum” demişti. Rousseau der ki; “zamanı kötüye kullanmak hiçbir şey yapmamaktan daha çok zaman kaybetmektir.” Zaman, insan hayatının en önemli sermayesidir. Para kaybedildiğinde tekrar kazanılabilir, ama zamanı geri getirmek hiçbir şekilde mümkün değildir.
Zaman, zaman, zaman… Tariflere sığdıramadığımız… Zamandan kimler şikâyetçidir? “Yirmi dört saat bana yetmiyor, niye bir gün kırk sekiz saat değil, bir türlü zaman bulamıyorum” şeklinde, arada bir sitemlerimiz olur… Pek çok hayal kırıklıklarının yaşandığı bu dünyada hepimizin “keşke”leri olmuştur… Bir kez “keşke” dememiz, zamandan şikâyetçi olmamıza yeterlidir. Bilmeliyiz ki; uygun zaman aramakla bulunmaz, bulduğumuz zaman en uygun zamandır… ‘Zaman onu doğru kullanana yanlış yapmaz’ sözü çok haklıdır. Uzun müddet yanlış yolda olmak kadar hiçbir şey insan fıtratını bozamaz. Bu kötü hal ruhun faziletlerini silip götürür. Mukavemetini keser. Onu kötülüklerle doldurur ve tembelleştirir. Darwin’in oğlu babası için, “En önemli karakteri zamana olan saygısıydı. Ne kadar değerli olduğunu asla unutmazdı. Dakikaların hesabını yapardı. Asla fırsatları kaçırmaz, değerlendirirdi. İşi olmadığı zamanlarda bile hemen işe koyulur ve vaktini değerlendirirdi” demiştir. Hz. Peygamber, “Kıyamet gününde insan şu dört şeyden sorulmadıkça yerinden teprenmez: Ömrünü nerede tükettiğinden, Gençliğini nasıl harcadığından, Malını nereden kazanıp nereye sarf ettiğinden, İlmiyle nasıl amel ettiğinden.”[2]
Akıllı insan, cimri birinin kıymetli malını sevdiği gibi zamanını değerlendirmeli, en kısa bir süreyi bile boşa harcamamalı, önemsiz de olsa her şeyi yerli yerine koymalıdır. Gerçek Müslüman vakti çok iyi değerlendirir. Vaktin ömür oluşunun farkındadır. Vaktini boşa geçirir, fırsatları değerlendirmezse, hayatın azgın dalgaları arasında ölümle uyanır. İnsan gerçekten Allah’a hızla gitmektedir. İnsanın zaman akışı karşısında hareketsiz kalması, trenle yolculuk yapanın, dışarıdaki eşyanın da beraberinde aktığını görmeye benzemektedir. İstasyona vardığında yanıldığını anlayacaktır. Vakıa şudur: Zaman, insanı asıl yurduna doğru götürmektedir.
Peki yetmeyen zaman mı yoksa yönetemeyen biz miyiz?.. Aslında, asıl soru budur. Zamanı idare etmek, başarı ve başarısızlıkta önemli bir tesirdir. Bilgi çağını yaşadığımız bu dönemde “zaman idaresi” başarıya giden yolu doğrudan etkilemektedir… Hayatta başarıyı yakalamış insanlarla başarısız insanlar arasındaki en büyük fark, zamanlarını nasıl planladıklarında görülür… Başarıya ulaşmanın farklı birçok yolu olsa da, hepsi için geçerli tek şart, zamanı iyi idare etmek ve kullanmaktır.
Zamanın ilginç bir de özelliği vardır: İnsanları kendisine benzetmek… “İnsanlar, babalarından ziyade zamanlarına benzerler” denilmiştir. Zaman hayatın kumbarasıdır, bu kumbarada biriktirdiklerimiz kazançlarımız, boşluklarımız ise keşkelerimizdir… Giden zamanı geri getirmek mümkün olmadığına göre, dün ile bugün arasında kavga çıkarmayalım… Çünkü o zaman yarını da kaybederiz… Eğer boşa harcanmış yıllarımızın olduğunu düşünüyorsak; yapacağımız tek şey, bundan sonra saliselerin bile nabzını tutmaktır… Nefes aldığımız sürece hiçbir şey için geç kalmış sayılmayız.
Ahlaki ve fıtri olana dair tüm değerleri çiğnercesine büyüyen ve gelişim adı altında bilgi kirliliğini ve dönüşümünü esas alan teknolojik gelişim, emperyalistlerin kontrolündeki bir yirmi dört saat mekanizmadır. Teknolojik büyüme kitleleri nesneleştirdiği gibi, ilişkileri de mekanikleştirmektedir. Modern insan, artık sanal bir dünyada gezinmekte, modern hayatın gerekleri haline gelen teknolojik aygıtların sarmalından kurtulamamaktadır. Her yeni ürünün cazibeli özellikler taşıması, reklamın insanlardaki tüketim zaafını azdırıcı işlevselliği, özenti vb. kompleksler bizleri hayırlı amellerimizle bereketlendirebileceğimiz mümbit bir sermaye olan zamana karşı ihanet etme noktasına getirmektedir.
Teknolojik aygıtların bizden çaldığı zamanı, doğal yaşamımızda salih amellerle değerlendirdiğimizde bu zamanla ne kadar hikmetli hayırlar üretebileceğimizi düşündüğümüzde bu durum, bizleri rahatsız etmelidir. Tv, araba, bilgisayar, cep telefonu vb. araç-gereçlere dair tutkularımız, ömrümüzün ne kadarını kemirmektedir acaba? Kaç hayırlı amelden bizleri mahrum bırakmaktadır? Zaman kavramının disiplinize edilmemesi, sorumsuzluğu ve ataleti beraberinde getirir. Sorumsuzluk ve atalet medeniyetin ve gelişmişliğin önündeki en büyük engeldir.
Vakit hayattır, zamana kıyan kendisine kıymıştır. Kendi vaktimizi öldürmeye hakkımız yokken başkasının vaktinin katili olmaya nasıl hakkımız olabilir? Vakit, ibadetlerin imamesi olan namazın şartlarındandır. Her namaz vakti Allah’ın verdiği bir randevudur. Bununla rabbimiz bize zaman bilinci kazandırmaktadır. Zaman bilinci, zamanın farkında olmak, onun değerini bilmek ve israf etmemek, onu yerli yerinde kullanmaktır. Zaman, insana verilen en kıymetli rızıktır. Her rızık gibi mahduttur ve hesabı sorulacaktır.
Boş insanlarla arkadaşlık yapmaktan Allah’a sığınmak gerekir. Hiçbir iş yapmayıp boş duran kimseler dedikodu yaparlar ve ona buna laf taşırlar. Çünkü onların zihinleri dağınıktır. Kur’an, “Bizi bırak oturanlarla beraber olalım, dediler. Geride kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular”[3] diyor. İnsanın zihni için en tehlikeli durum, kişinin hiçbir iş yapmayıp boş kalmasıdır. Çünkü boş kalmak, gizli bir cinayettir. Ve sakinleştirici haplarla intihar etmek demektir.
Aliya; “eğer zamanı öldürmezsem zaman beni öldürür” diyordu. Vakit kılıç gibidir, onu dikkatle kullanmazsak bizleri yaralar. Zaman tarafsız değildir, o ya samimi bir dost veya azılı bir düşmandır. Suyun üzerinde sıçrama özelliği olan kurbağalarla ilgili, bilim adamları bir deney için, bir tencere dolusu suyu ocağın üzerine koymuşlar. Suya da bir kurbağa atmışlar. Kurbağa suyun üzerinde öylece duruyormuş. Ocağı kısık ateşle yakmışlar. Su, yavaş yavaş ısınmaya başlamış. Su ısındıkça kurbağa yayılmış, gevşemiş; sıcağın verdiği rahatlığa kendini kaptırmış. Su biraz daha ısınmış. Suyun sıcaklığı arttıkça, kurbağanın vücudu gevşediği için, hareket etmekte zorlanıyormuş. Su, kaynama noktasına gelmiş; ancak kurbağanın sıçrayıp kaçacak takati kalmamış. Sıcak suyun içerisinde, rahatlığın bedelini canıyla ödemiş. Herkes için geçen saniye, dakika ve saat aynı gözükse de bizler için uğraşsız geçen hiçbir zaman böyle gözükmemelidir.
Yarınlarından habersiz olanlar, dehşete düşmüş, dünya lezzetleriyle zehirlenmiş ve hüsrana uğramış beyinsizlerdir. Benim hiç tahammül edemediğim kimseler, saat kullanmayan kimselerdir. Çünkü bu tip insanlar zamanın farkında olmazlar… Her işimizde, zamana verdiğimiz değer ve duyduğumuz saygıdır başarıyı ya da başarısızlığı belirleyen. Saat bir süs değil, bize yaşadığımızı duyumsatan, öleceğimizi hatırlatan, her saniye kapımızı çalan bir zaman habercisidir. Günlük planımızı yaparken dakikalarla konuşmalıyız. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinin, ayın geçirdiği evrelerin, yılın mevsimlerinin insana vermek istediği şuur zaman şuurudur. Her gün, insana ölüp yeniden dirileceğini haber verir. Yazı ve kışı, baharı ve güzüyle her yıl insana hayatın da mevsimleri olduğunu haber verir. Yüksek rütbeli bir zat, bir dostu ile latifeleşirken dostunun hanımı söze karışır ve “benimle bir saat arasında ne fark var? diye sormuş. O zat da; “Madam! Saat vakti haber verir, hatırlatır. Siz ise onu unutturursunuz” diye cevap vermiştir.
Allah; “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı istifadenize vermiştir”[4] “Size, düşünecek kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hem size Peygamber de geldi”[5] diyor. Hz. Peygamber; “Allah kendisine, altmış yıl ömür verdiği insanın özrünü kaldırmıştır”[6] demiştir. Yani mazeret gösterecek bir yön bırakmamıştır. Çünkü bu kadar uzun ömrü vererek ona oldukça uzun bir mühlet vermiştir. Bundan dolayı ömrünü malayani şeylerle geçiren için mazeret bırakılmamıştır. Zamanını değerlendirmeyenin şikâyet etme hakkı kalkmıştır. Zaman, günleri evirip çevirmekle, çocuğu ihtiyarlatır, yaşlıyı kabre gönderir. İnsan günlerin geçmesine sevinir. Oysa günlerin geçmesi ömrünün geçmesidir
Allah zamana yemin ederek “Kuşluk vaktine and olsun. Sükûna erdiği zaman geceye and olsun”[7] İkindi vaktine and olsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak inanıp salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır”[8] diyerek zamanını hayırda kullananların kurtuluşa erenler olduğunu söylüyor. Hz. Peygamber, “İki nimet vardır. İnsanların çoğu bunlar(ı değerlendirme)de aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit”[9] buyurmuştur. Zaman büyük bir nimet, önemli bir ikramdır. Zamanın kıymetini bilip bundan tam anlamıyla istifade etmeyi sadece muvaffak kılınan bazı insanlar başarır
İnsanın sevdiği ve arzuladığı ancak kaçırmış olduğu şeyi elde etmesi artık mümkün değildir. Onun için denilmiştir ki, “Vahlar olsun ah vahlar / Geri döndürülemez olana / Getirilebilse gidenler / Üzüntü az olurdu ona.” Abdullah b. Mes’ud demiştir ki, “Üzerine güneşin battığı, ömrümün eksildiği ancak amelimin artmadığı bir güne duyduğum pişmanlık kadar, başka bir şeye pişmanlık duymadım.” Onun için bir zata “benimle konuşur musun” diyen kişiye o zat; “Güneşi yerinde tut seninle konuşayım” demiştir. “Bana en ağır gelen vakitler, yemek yediğim zamanlardır” diyen Halil b. Ahmed, ne de zamanın kıymetini bilmiştir. Şair ne güzel demiştir: “İlim oradan buradan toplanan / Bir şey üstüne bir şey koymaktır / Böyle devam eden bir insan / Bir gün hikmete ulaşacaktır / Çünkü sel kocamandır lakin / Damlalardan oluşmaktadır
Çaba göstermeden bu dinin sahibi vardır deyip mücadeleden imtina edenler, Ehl-i Beyt ve taraftarlarına reva görülen baskı şiddet politikasının yarattığı travmaların kaçınılmaz kıldığı “Kurtarıcı” beklentisidir. Bir gaye için yaşanmamış günler, fırtınaya tutulmuş kar taneleri gibi dağılarak sona erer
Bir görevi yapmaya zaman bulamadım mazeretini ileri sürenlerin ilk dikkat edecekleri şey zamanı israf edip etmedikleridir. İsraf edilen her şey gibi zaman da israf ediliyorsa bereketsizleşir. Zamanınızın bereketi kaldırılmışsa, bir saatlik işi bir günde yapar, adınızı da çalışkan koyarsınız. Aslında ziyandasınız da farkında değilsiniz Her nimet şükredildiğinde arttırılır. Allah’a atfedilen isimdir “Kabıd: daraltan” ve “Basıt: genişleten” zamanınızı da daraltır ve genişletir. Zamanın hakkını veren insanların küçücük bir ömre kocaman şeyler sığdırdığını hayretle görürsünüz. Bunun sırrı işte bu noktada yatmaktadır
Modern uygarlık ‘akşamcıdır’ insanları gece yarısı yatırıp kuşluk vakti kaldırır. İslam medeniyeti ise ‘sabahçıdır’, seher medeniyetidir. Müslüman güneşi üzerine doğdurmaz, bilir ki ‘güneşi üzerine doğduranın o günü ölmüştür.’ Bu ölüş, zamanın bereketinin alınması anlamındadır. Gecenin koynuna kabre girer gibi girer. Gecesi güzel olanın gündüzü de güzel olacaktır. Gündüzle gece, dünya ile ahiretin yirmi dört saat içerisindeki tecellisidir.