Tarih: 14.05.2019 13:58

Yüzyılın Anlaşması: Neyi reddettiğimizi biliyor muyuz?

Facebook Twitter Linked-in

Birkaç ay önce, Twitter hesabımdan "Yüzyılın Anlaşması"na dair bazı sorgulamalar yapmıştım. Mahiyeti meçhul bu anlaşmaya verilen tepkiler çoğunlukla kategorik olarak reddedilmesi şeklindeydi. Zira bu anlaşma bu kimseler nezdinde teslim olma, aşağılanma, zelil olma, taviz verme, toprağı ve haysiyeti çiğnetme vb. anlamlara gelmekteydi. Bu sorgulamalarım esnasında bu anlaşmaya dair elle tutulur bir bilgi elde edemedim.

Bay Kushner, sorgulamalarıma yorum yapanlar arasında olmadığı için ondan da bir cevap alamadım.

Yaptığım sorgulamalara yorum yapanların hepsi olmasa da çoğu, anlaşmayı reddetme veya ortaya attığım sorulara cevap vermekten kaçınma şeklinde tepki verdiler.

Nedeni ise çok basit; anlaşma hakkında bilgi sahibi değillerdi.

Giriş mahiyetinde bu bilgileri verdim ancak ben de diğerleri gibi bu anlaşma hakkında bilgi sahibi olmadığım gibi içeriğine dair de iyimser değilim.

Özellikle de Trump´ın Kudüs´ü İsrail´in başkenti, Golan´ı da İsrail´in bir parçası olarak kabul etmesinden sonra?

Ancak, anlaşmayı ilan edilmeden önce kategorik olarak reddetmenin akıllıca ve hikmetli bir tavır olmadığı kanaatindeyim.

Arap-İsrail mücadelesi 70 yıldır devam ediyor. Bu süre zarfındaki projeleri, girişimleri ve pazarlıkları yeniden hatırlamanın faydalı olacağını düşünüyorum.

BM´nin 181 sayılı meşhur ?taksim kararı? 1947´de yayınlandı, yani İsrail´in ilanından önceydi. Filistinlilere yüzde 42, yani 11 bin kilometrekarelik (Lübnan´ın büyüklüğü kadar) bir alan veriliyordu.

Arap devletinin kurulacağı bölüm, Batı Celile, Akka, Batı Şeria´ın kuzeyine, güneyde ise Refah kentine kadar uzanıyordu. Kudüs´ün uluslararası vesayetle yönetilmesi öngörülüyordu.

Elbette bu kararı reddettik, Nakba (Felaket) olarak anılan savaşa girdik ve kaybettik, 6 ay sonra Mayıs 1948´de ?İsrail Bağımsızlık Bildirgesi? okundu. Filistin topraklarının tamamını işgalden kurtarmak için bu ret politikasını devam ettirdik. Merhum Tunus devlet başkanı Habib Burgiba söz konusu taksim kararını kabul etme çağrısı yaptığı için kendisini hain ilan ettik.

Haziran 1967 (Altı Gün) Savaşı patlak verdi, tam bir yenilgiydi, dolayısıyla "Yevmu´n Nekse" (Kayıp Günü) olarak adlandırıldı. Doğu Kudüs, Suriye´nin Golan Tepeleri ile Mısır´a ait Sina Yarımadasını, yani aslında Filistin´in tamamını kaybettik.

Aralık 1969´da ABD Dışişleri Bakanı William Rogers, kendi adıyla anılan bir girişimde bulundu, İsrail´in ?Altı Gün? savaşında işgal ettiği Arap bölgelerinden çekilme çağrısı yapan Güvenlik Konseyinin 242 sayılı kararının uygulanmasına hazırlık mahiyetinde Mısır ve İsrail arasındaki savaşın durdurulması çağrısında bulundu.

İsrail´in pek de hevesli olmadığı sırf biraz nefes almak için kabullenir gibi gözüktüğü bu girişimi de reddettik.

Ardından, Arapların tarihi bir askeri ve psikolojik zafer elde ettiği Ekim 1973 savaşı geldi ve Süveyş-Kahire yolunun 101. km´sinde meydana gelen kayıptan dolayı savaş durdu.

Bundan sonra, dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, 1978´de Sina´yı tamamen geri kazanmış olmanın morali ve gücü ile Camp David müzakerelerine başladı. Filistinliler bu girişimi bazı Arap ülkelerinin de desteğiyle "teslim olma ve boyun eğme" olarak adlandırarak reddettiler.

Araplar, Saddam Hüseyin, Hafız Esed, Ali Abdullah Salih ve Muammer Kaddafi´nin önderlik ettiği bir "direniş? cephesi kurdular, Mısır´ı boykot ettiler ve ?Arap Birliği? üyeliğini askıya aldılar.

1978 tarihli anlaşmayı "ihanet ve teslim olma" anlaşması sayarak reddeden ve Kuveyt Üniversitesi´nden başlayan kitlesel öğrenci gösterilerine katıldığımı hatırlıyorum.

Filistin meselesi gitti yerine Arap-Arap savaşları geldi. İran´ın Lübnan ve Gazze üzerinden yürüttüğü faydasız savaşlardır bunlar. Ne yazık ki kendi pazarlık pozisyonunu başka yerlerde güçlendirmek için hala bu müdahalelerine devam ediyor.

Sonrasında ise 1991 Madrid Konferansı geldi.

Oslo´da Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ve İsrail tarafının 1993´te Beyaz Saray´da imzaladığı gizli anlaşmaya hazırlık mahiyetindeydi. İmzayı takiben, orada hazır bulunan İsrail Başbakanı İshak Rabin ve FKÖ başkanı Yaser Arafat el sıkıştılar.

ABD Başkanı Bill Clinton Başkanlık görevini George W. Bush´a devretmeden önce iki tarafı Camp David´te son bir müzakere için bir araya getirmek istedi.

Arafat, bu görüşmelerde teklif edilen konuları reddetti ve Oslo süreci, Ariel Şaron´un liderlik ettiği aşırı sağın iktidara gelmesiyle çökmüş oldu.

Kasım 2002´de Washington´daki bir akşam yemeğinde, Barış müzakerelerinde ABD´nin baş müzakerecisi olarak görev yapan Dennis Ross ile bir araya gelmiştim, kendisine sordum: Camp David´te Arafat´a ne teklif ettiniz? Bana: ?Batı Şeria ve Gazze Şeridi´nin yüzde 98´ini, geri kalan yüzde 2´nin de bir şekilde telafi edilmesini, kalıcı bir Filistin devleti inşa etmek ve mültecilere mali yardımda bulunmak için bir tazminat fonu kurulmasını ve Kudüs´ün bölünmesini teklif ettik? dedi.

Dehşete düşmüştüm, kendisine meraktan sordum: Neden kabul etmedi? ?Bush´tan daha iyi bir teklif geleceğini düşünüyordu? dedi.

Akşam yemeğini bitirmeden önce biraz da yüzsüzlük yaparak ona sordum: Büyükelçi, size nasıl inanabilirim?"

?Ya bana ya da Arafat´a inanacaksın? dedi.

Sonrasında ise Filistin meselesi gündemden düştü, Araplar birbirleriyle çatışmaya devam ettiler, ?boğucu? bir kaosa sürüklendiler.

İsrail´in öldürdüğü sayıdan daha fazlası, Müslümanlar tarafından öldürüldü. Kendi aramızda çok sayıda Filistinli mülteciyi yerinden ettik.

Batı Şeria´daki bazı yerleşim yerleri yaşanmaz hale getirildi. Halkı haksız bir ırkçı duvarla izole edildi.

Filistin Ulusal Yönetimi etkisini yitirdi, Hamas geldi, Filistinliler ikiye bölündü, birbirleriyle savaştılar ve hala da savaşıyorlar.

Filistin davasının küresel, insani yönü bitti.

Geride ise sadece Irkçı Siyonist söylemlere taş çıkartacak klişe söylemler kaldı.

Bitkin Filistin halkı, İsrail işgalinden kurtulayım derken Hamas kuşatması ile karşı karşıya kaldı.

İnsanlar artık şöyle haykırır oldu: İstediğimiz tek şey insanca yaşamak!

Henüz ilan edilmemiş planları reddetme alışkanlığımız devam ediyor.

İran ve Esed türü ve sözde kalan direniş hattı dışında alternatif üretemiyoruz.

Bu direnişler de zaten sürekli olarak İsrail saldırılarına maruz kalıyor.

Caydırıcı nitelikte herhangi bir karşılık henüz verilemedi.

Ne olduğunu bilmeden ?Yüzyılın Anlaşmasını? reddettiğimizi ilan ettik.

Bekleyelim ve sonra ne reddettiğimizi bilerek reddedelim!

Nasıl ki ?taksim kararı? ve sonraki fırsatları kaçırdığımızdan dolayı pişman olduk, Yüzyılın Anlaşmasını reddettiğimiz için pişmanlık duyacağımız günler gelebilir.

Kim bilir!

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe´nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independentarabia.com/node/23461

Independent Türkçe için çeviren: Yahya Yaşar




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —