Sanatın soylu bir eylem oluşu sanırım biraz da çağına tanıklık etmesinden ileri gelmektedir. Edebiyatın amacı, işlevi hususu her dönemde tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmaların sonu nereye varırsa varsın sanatçı için önemli olan şey kişinin kendi vicdanıyla yüzleşmesinden mutmain olarak çıkmasıdır. Hiç kimse elbet bir başkasının edebiyat anlayışına dayatmacı bir tavır içerisinde müdahale edemez ancak onu eleştirebilir. Müslümanların dünyada bulunuş gayesi zamana şahitlik etmektir, bunu biliriz. Müslüman sanatçılar da bu şahitliklerini sanatlarıyla ortaya koyarlar. Edebiyatımızın son yirmi beş yılını hem dergiler hem de kitaplar üzerinden bir okur olarak takip etmeye çalışıyorum. Hem ülke içinde hem de ülke dışında pek çok can yakıcı olay yaşanmasına rağmen Müslüman şair ve yazarların dünya sanki güllük gülistanlıkmış gibi bir tavır içerisinde olmalarına yahut yaşanan her şeye sağır kesilmelerine bir anlam vermek güçtür. İşin bir de başka boyutu var. Soldan bir isim toplumsal yahut siyasal göndermeler içeren öyküler, romanlar yazınca ne hikmetse bizi çarpan metinler ortaya koyarken Müslüman bir kalem aynı şeyi yapınca onun yaptığı ideolojik oluyor. İlginç bir durum değil mi? Darbe dönemlerinde, buna yirmisekizşubat da dâhil, sessiz kalan Müslüman aydın acaba son yirmi yılda neden sarsıcı metinler ortaya koyamadı? Diyelim ki yakın zamana kadar canımızı sıkan başörtüsü ve katsayı zulmü gibi problemler çözüldü. Peki, geçimini sokaklarda kâğıt toplayarak sürdürenler, tersanelerde ve inşaatlarda kıyılan canları nasıl göremeyiz? Şehirlerimizin kentsel dönüşüm adı altında yağmalanması bizi hiç mi ilgilendirmez? Müslüman coğrafyalarda kıyımların, işgallerin yaşanması kanımıza dokunmuyor mu? Örnekleri ve soruları çoğaltmak mümkün elbette. Okur olarak hem bir derdi olan hem sağlam bir dille ve kurguyla oluşturulmuş metinler okumak isteriz. Söz buraya nereden geldi peki? Ahmet Örs’ün 2020’nin Kasım ayında çıkardığı öykü kitaplarından geldi. Örs, 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye dergisinde yazdığı öykülerini dört kitap halinde ve aynı anda çıkarttı. Bunlar; Yüzümüzü Ağartan, Kar Kesilen, Kiralık Meydan ve Ferhat’ın Şemsiyeleri.
Tasfiye dergisinin Eylül-Ekim 2009 sayısındaki Fotoğraflaşan Edebiyat isimli yazısına Ahmet Örs, “Edebiyata yeni bir soluk kazandırmak nasıl mümkün olacak?” diye soruyla başlar ve cevap olarak bir sonraki paragrafta şunları söyler: “Edebiyata yeni soluk kazandırmak isteyenlerin mutlaka bir amaçları olmalıdır ki bunu kendilerine mesele edinmişlerdir. Soluklanmak en nihayetinde yeniletici, ferahlatıcı bir niteliğe haizdir ama bu yenilenmenin amacı ne olacaktır? Edebiyat hayatın kendisi diyoruz, hayata tuttuğumuz bir ayna ya da hayattan çektiğimiz bir fotoğraf karesidir.” Yüzümüzü Ağartan’daki metinlere baktığımızda hayattan çekilmiş bir fotoğraf karesi gibi. Kitapta yirmi yedi öykü/anlatı/deneme var. Esasında Yüzümüzü Ağartan’daki bütün metinlere öykü demek zor. O sebepten yukarıda öykü/anlatı/deneme kavramlarını yan yana kullandım. Mülteci Yüreğim Direnişi Seçen, Belgisiz Bir Zamir Oluyorsunuz, Tasvir, Bir Tanık Oluyor Yüzümüzü Ağartan gibi metinlerde deneme havası var. Kitaptaki geriye kalan metinlerin başarılı, etkileyici öyküler olduğunu görürüz.
Kitaptaki öykülerin bir bölümü iç konuşma şeklinde verilen öykülerde olaydan ziyade durum/an ön plana çıkmıştır. Bu Değil’de entelektüel bir kadın nikâh masasında sorulan “hiç kimsenin baskısı olmadan” diye devam eden soruya cevap verecekken sorgulamaya başlıyor: “Kimim ben? Her esen rüzgârla yönünü değiştiren bir yelkenli mi, geleceğini kurmaktan aciz bir zavallı mı, mutluluğunu başkalarına muhtaç bir şaşkın mı?” sorularına cevap olarak “hayır” der son tahlilde. Özgür Başlangıçların Vakti Yoktur isimli öyküde de bir sorgulama vardır. Üniversiteye gidecek bir bayanın “Sabahları okula girdiklerinde başlarındaki örtüyü usulca, isteksiz el hareketleriyle çeken arkadaşlarının yanından görmez tavırlarla geçip gidişini kendine yakıştıramıyorsun” diye başlayan sorgu “Üniversitelerden başörtülerini çıkarmadıkları için atılanların yanından büyük bir vurdumduymazlıkla yürüyüp okuluna gideceksin … İş hayatında el üstünde tutulacaksın, imrenilecek imkanlara sahip olacaksın. Türlü yalan ve düşmanlıklarla işlerinden atılan, her vesileyle aşağılanıp horlananları görmezlikten geleceksin.” sorgusuyla devam edecek. Yine, Saklama Beni Gözlerinde Hayat’ta evlilikten umduğunu bulamayan bir bayan öykünün bir yerinde “Her şeyi mükemmel, evi dayalı döşeli, adamın itibarı da var … Peki, benim olacak mı ? Sevgiyle bakan, zorlamasız gülümseyen bir çift göz…” der.
Ahmet Örs’ün bu kitabında “başkaldırı, isyan” temaları pek çok öyküde kendisini hemen belli ediyor. Edebiyatı,“Yoksul çocukların, çaresiz babalarıyla aynı karede buluştukları trajik fotoğraflar”ı, “Kuyulara doldurulup her gün biraz daha uzayıp gitmiş kayıp listesine eklenenlerin sessiz çığlıkları” olarak gören Örs, öykülerinde haksızlıkların, savaşların, katliamların, yoksulluğun ve hayatın acı gerçeklerinin karşısında ezilen insanlara yer vermiştir. Kızıl Kanlara Boyandı Derimiz, Kalkacağım Düştüğüm Yerden, Mülteci Yüreğim Direnişi Seçen’de savaş mağduru çocuklar; Bir Kurşun Bile Çok Gelir Bize, Çocuk, Kerbela Çölünün Suyu Hüseyin’de ekonomik sıkıntıların, yoksulluğun mağduru çocuklar; Çöker Hüznü Acıların Yüreğime de ise kaçak yollardan yurtdışına, rızkını idame ettirmek için eşinden, çocuklarından ve doğup büyüdüğü diyarlardan ayrılmanın sıkıntısını yaşayan Şehmus’tur, Örs’ün kahramanları.
Öykülerin genelini düşündüğümüzde çocuk ve kadın karakterlerin çokluğu dikkatimizi çekiyor. Belki de hem yaşadığımız toplumda hem de dünyada her iki kesimin daha çok mağdur olması yazarı böyle bir tercihe yöneltmiştir. Sade dili ve akıcı üslubu olan metinler oldukça kolay okunuyor. Örs’ün öykülerini kaleme alırken zorlamaya prim vermediğini görüyoruz. Öyküleri uzatma endişesi yaşamamış, bittiğine inandığı noktada çekmiştir kalemini kâğıttan.
*Yüzümüzü Ağartan / Ahmet Örs, Tasfiye Kitaplığı