Hepimizin bildiği ve yaşadığı gibi Türk tipi başkanlık sisteminin saymakla bitmez mahzuru vardır. Sistem sadece eksik, başarısız ve verimsiz değildir; ilaveten başarısız şekilde tatbik edilerek, tabiatında var olan eksikler daha belirgin hale gelmektedir. Bazı eksikleri de zaman ilerledikçe görüyoruz. Mesela, Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşmeden aktardıklarına göre, sistem gerçeklerden uzaklaşma duygusu da yaratıyor. Karamollaoğlu’na göre Erdoğan “Ekonomide ve dış politikada herşeyin dört dörtlük” olduğunu düşünüyor. Böyle bir dış politikayı ve böyle bir ekonomiyi dört dörtlük görmek ancak başkanlık sisteminde başkan olmakla mümkündür. Demek oluyor ki bu sistemde Cumhurbaşkanı dışında tamamı yetkisiz olan kişilerin durumun dört dörtlük olmak şöyle dursun, felakete doğru gittiğini söyleme yetkisi, gücü ve fonksiyonu da bulunmuyor.
O görüşmeden sızan asıl malumat ise Cumhurbaşkanı’nın herşeyden memnun olmakla birlikte, seçim için gereken yüzde 50+1 kuralından şikayetçi olduğudur. Detay yok ama Cumhurbaşkanı muhtemelen en çok oy alan kişinin seçilmesinin daha iyi olduğunu düşünüyor. Sır değil, daha önce de böyle sözleri kamuoyuna yansımıştı. Bu düşüncenin temelinde iki gerekçe olmalıdır:
1. Erdoğan, seçimin ikinci tura kalacağını düşünüyor. İkinci tura kalan seçimi kaybetme ihtimalini hesap ediyor.
2. Yüzde 50+1 barajı olmasa bile en çok oyu alan aday seçileceğine göre muhalefetin kendi arasında anlaşmazlığa düşüp çok adayla çıkacağı ve kendisini de bu parçalanmışlıktan yararlanarak ipi göğüsleyeceğini varsayıyor.
Baştan söyleyelim… Cumhurbaşkanı seçimi için gereken yüzde 50+1 barajının inmesi mümkün değildir. Bu düşünce, teklif veya temenninin siyasi anlamı da yoktur. Ama seçim kazanmak böyle ince hesaplara kaldıysa durum son derece ciddi demektir. Muhalefetin çok aday çıkarma lütfuna kalan bir hesabın siyasi netice alması ihtimal dışıdır.
Anlaşılan o ki Cumhurbaşkanı, çok istediği ve bütün eleştirilere kulak tıkayarak kabul ettirdiği başkanlık sisteminin, parlamenter sistemde oy oranıyla sınırlanmayan ve çok daha garantili olan iktidar imkanını nasıl riskli hale getirdiğini pek düşünmemiş. Şimdi düşünmeye başladığında da pek sağlam bir fikir bulabildiği söylenemez. Zira, baraj ister yüzde 50, ister yüzde 40 +1 olsun, en nihayet seçimi kazanmak en yüksek oyu almak gerekir. Bu durumda barajın inmesi bir işe yaramaz. Yerel seçimlerde baraj yoktu ve Millet İttifakı büyükşehirleri almayı başardı. Kazanan takım ve kazanan taktik ortadayken; baraj kalkacak olsa bile muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın istediği gibi çok adayla seçime girmesi sıfır ihtimaldir. Erdoğan’ın varsayımı, son günlerde iktidar kanadı tarafından çokça dile getirilen Millet İttifakı içinde kavga olduğu duyumuna dayanıyorsa bu da pek isabetli sayılmaz. Çünkü, açıkça görünüyor ki Millet İttifakı kazanmanın kıymetini biliyor ve kendilerine kazandıran taktiğini bozmayacak kadar da siyasetten anlıyor. Yerel seçimde oluşan ve giderek gelişen siyasi üstünlüğü yakaladıktan sonra, seçim sonucuna olumsuz yansıyacak bir taktik hata yapmayacaklardır.
Erdoğan’ın baraj değişecek olsa sonucunun değişeceğine dair beklentisi, tıpkı ülkede işlerin dört dörtlük gittiğine dair analizi gibi yanlıştır. Seçim kazanabilir veya kaybedebilir ama bunun barajla ilgisi olmayacaktır. Bugüne kadar kendisine seçimleri kazandıran faktörler her ne idiyse ve bugün onlarla arasındaki mesafe neyse ona bakmalıdır.