Sarayın zemini zümrüt işlemeli mermerden, perdeleri altınla dokunmuş atlastan olan ve pırlantalarla süslü âvizelerin aydınlattığı koskoca salonlarından birinin tâââ dibindeki som altın koltukta yaşlı, iki büklüm bir adam bastonuna dayanmış tek başına oturmaktadır?
Protokol işlerine bakan mâbeyinci salonun kapısını açar ve yaşlı adama işittirebilmek için avaz avaz bağırır:
- Maktulün çocukları geldi efendimiz!
- Faddaluuu, faddaluuu (buyursunlar, buyursunlar)?
Gelenler eğilip yaşlı adamın yakasını eteğini, bastonunu, vesairesini öperler ve yaşlı adam zorlukla konuşur:
- Ehleeen ve sehlen! Ellerinize sağlık, pek iyi iş çıkartmışsınız! Tuh, tuh, tuh, nazar değmesin! Maaşallah! Bin kere maaşallah!
Mâbeyinci hemen müdahale eder:
- Bunlar o bizim katil güruhu değil efendimiz; maktulün, çocukları? Katiller dışarıda bekliyorlar, onları biraz sonra kabul buyurup madalya takacaksınız!
Yaşlı adam toparlanır:
- Misafirlerin sırasını karıştırmışım, eh, ne de olsa sekseni geçtik! Kusura bakmayın evlâtlarım! Eeee, vallahi, yaniii?
Sonra mâbeyinciye döner, ?Bunlar neden gelmişlerdi?? diye sorar; mâbeyinci ?Hani boğdurttuk ya, başsağlığı, tâziye?? gibisinden birşeyler geveleyince ezberlediklerini hatırlayan yaşlı adam tekrar güç-belâ konuşmaya çalışır:
- Tamaaam, halâââs! Pederinizin katlinden dolayı vallahi, billâhi, tallahi pek üzüldüm; perişan oldum! Herşey benim o veliahdçılık oynayan mahdumun başının altından çıktı. Gönderdiği adamlar merhum pederinizi azıcık okşayıp memlekete dönmeye iknaya çalışırlarken kantarın topuzunu kaçırmış, boğuvermişler? Bu kadar hatâ kadı kızında da olur değil mi evlâtlarım?
Mâbeyinci yeniden araya girer ve yaşlı adamın kulağına ?Aman efendimiz, o işin gerçek tarafı! Resmî görüşümüz cinayet ile hiçbir alâkamız olmadığı yolunda? diye haykırır.
- Ayvaaaa (evet)! Yaşlılık dedim ya, meselenin esasını ve söylediğimiz resmî yalanları bile karıştırır hâle geldim. Her neyse evlâtlarım, Paris´te? Yok yahu, Londra´da? Amaaaan, her neresi ise unuttum, işte orada olup bitenlerin bizimle hiç alâkası yokmuş. Başınız sağolsun, Allah başka acı göstermesin! Hem bundan sonra sizin babanız benim! Zaten herşeyin bir bedeli vardır, bende de dolar ganîîî, pederinizin kan parasını öderim, olur biter, mesele kapanır!
Saraya çağrılmaları üzerine korkuya kapılan ve yaşlı adamın karşısında da kalpleri heyecandan küt küt atan kardeşler böylesine bir utanmazlığın karşısında pes eder ve babalarının başına gelen faciayı bile bir tarafa bırakıp alttan almak zorunda kalırlar:
- Aman efendimiz, sizin yanınızda pederimizin üç kuruşluk hayatının lâfı mı olur? Canını mahdumunuzun adamları almış olsa bile ne ehemmiyeti var? Ailece keramet buyurmuşsunuz, helâl olsun! Tek üzüntümüz bu işin Mekke ile Medine´nin hizmetkârı olan siz efendimizin başını ağrıtır hâle gelmesi? Hattâ pederimizi katlettikten sonra parçalayan katiller keşke iki dilim de sizin için doğrayıverseydiler!
- Doğramışlar, doğramışlar, hattâ kıyma yapmışlar! Benim veliaht mahdum anlattı? Vallahi, ben onun yalancısıyım!
- Vallahi mi efendimiz?
- Hem vallahi, hem billâhi, hem tallahi, uksimubillâh! Ama âââh o Türkler yok mu? Bu kadar emek harcadığımız böyle hayırlı bir işi neden mesele hâline getirdiler bilmem ki? Hani ismi Corç muydu, Donald mıydı, her neyse; bizim o Amerikalı patronu bile ayaklandırmaya ne lüzum vardı?
Mabeyinci artık dayanamaz, ?İlâç saatiniz geldi efendimiz? der, misafirlere yeniden yaka, etek, baston vesaire öptürür; geri geri yürüterek huzurdan çıkartır ve bekleme salonundaki diğer grubu ?Pek muhterem katiller sürüsü, faddaluuuuu (buyurunuz) diye içeriye davet eder?
Yaşlı adam, salondan çıkanların ardından o sırada ?Mâesselâme (güle güle) evlâtlarım, mâesselâme? Hazır saraya gelmişken benim veliahda da bir uğrayıverin! Hem başsağlığı diler, hem de bu işin nasıl becerdiğini teferruatı ile anlatır!? diye seslenmektedir!