Yunanistan’da oldu, İngiltere’de ramak kalmıştı.. Darbelerin tarihi.. Ve bir dostumu yitirdim…

Fehmi Koru Analiz Etti...

Yunanistan’da oldu, İngiltere’de ramak kalmıştı.. Darbelerin tarihi.. Ve bir dostumu yitirdim…

Dün, üzerinden henüz dört yıl geçmiş bir darbe girişimini milletçe hatırladık. 15 Temmuz ülkemiz ve insanımızın atlattığı en büyük badirelerden biriydi; halkın topyekün karşı çıkmasıyla içine sürüklenmek istenen macera gerçekleşmedi.

Çok şükür gerçekleşmedi.

Aksi halde bugün nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olacağımızı tahmin etmek bile güç.

Bugünkünden daha iyi bir Türkiye olmayacağına ise şahsen eminim.

Türkiye’nin siyasi hayatında yaşanmış askeri müdahalelerin hepsi ülkeyi geriye götürmekten başka bir işe yaramadı. Bu sebeple 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 tarihleri hayırsız dönüm noktaları olarak hafızalarımızdaki yerlerini almış bulunuyor.

Aslında Türkiye Cumhuriyeti’ne evrilmeden önce, henüz ‘Osmanlı devleti’ adını taşırken de, pek çok askeri müdahaleye sahne olmuştu tarihimiz. 

Çok sayıda padişah tahtını askeri kalkışmalarda kaybetmişti. [Burak Onaran’ın ‘Padişah’ı Devirmek’ adını taşıyan bilimsel eserini hararetle tavsiye ederim. İletişim Yayınları.]

Sultan Abdülaziz doğrudan bir darbeye muhatap oldu ve “Canlarım” diye seslendiği sergerdeler elinde hayatını kaybetti. [Yılmaz Öztuna’nın ‘Bir Darbenin Anatomisi’ kitabını okumamış olanlarınız büyük kayıpta. Ötüken Neşriyat.

Reklam

Tarihe ’31 Mart vakası’ (1909) olarak geçen kalkışma siyasi tarihimizin dönüm noktalarındandır.

Harbiye nazırının öldürülmesi, sadrazama zorla istifa mektubu yazdırılmasıyla iktidarın el değiştirilmesini sağlayan ‘Babıali baskını’ (1913) da öyle.

Kim bilir kaç kez de ucuz atlatılmış girişimlere sahne olunmuştur.

Albay Talat Aydemir’in bir yıl arayla iki kez (22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963) müdürü olduğu Harp Okulu’nun öğrencilerini sokağa dökerek iktidarı devirmeye kalkışması en fazla bilinen başarısız girişimlerdendir.

Niyet düzeyinde kalmış veya devlet kurumları üzerinde baskı uygulama gibi başka yollarla aynı sonucu alma çabasına dönüşmüş girişimlerin sayısını ise bilmek mümkün değil.

Halkın 15 Temmuz’da (2016) hareketlenenlere canını ortaya koyarak mukabele etmesi biraz da geçmişte yaşanmış ve milli hafızaya olumsuz olarak kaydedilmiş darbelerin bütününe karşı bir isyan olarak görülmelidir.

Elinde milleti ve vatanı savunması için verilmiş silah bulunanların, bu güçlerini siyasi hayat üzerinde kullanmasına karşı verilen asil bir tepki olarak…

“Bir daha asla” tepkisi…

Reklam

Pek çoğumuzun zihninde “Bizde bunlar oldu, yaşandı da, neden başka ülkelerde bizimkilere benzer bir askeri müdahale olmadı, yaşanmadı?” sorusunun var olduğunu sanıyorum.

Oysa bize yakın coğrafyada bulunan başka ülkelerde de sonuca ulaşmış veya niyet düzeyinde kalmış askeri müdahaleler olmuştur.

En bilineni 1967’de Yunanistan’da meydana gelen darbedir. O darbede yönetime gelen askeri cunta komşu ülkeyi tam yedi yıl, 1974’e kadar, yönetmişti.

Uzak coğrafyalarda ise, özellikle Latin Amerika’daki hemen bütün ülkelerde, çok sayıda askeri darbe yaşandı.

Darbe kadrolarının ortak özelliği, darbelere karışanların, ‘hükümet devirme tekniği’ konusunda dersler verilen ABD’deki bir akademide eğitim görmüş olmalarıdır. [‘School of Americas’ hakkında bilgi benim yazılarımda vardır.]

İngiltere’de bile, seçimle birden fazla kez iktidara gelmiş İşçi Partisi lideri Harold Wilson’un, içine son başbakanlığı döneminde (1974-1976) asker kökenli bir kraliyet ailesi ülkesinin adının da karıştığı bir cunta tarafından devrilmek istendiği biliniyor.

Wilson’un ‘komünist’ ve ‘Sovyet ajanı’ olduğu yolundaki medya destekli saplantı askerleri müdahaleye sevk etmek için yeterli olmuştu.

Sonunda doğrudan müdahale yerine başbakanı istifaya zorlamayı tercih ettiler. 

[İngiltere’de o dönemde yaşananlarla ilgili ‘The Plot Against Harold Wilson’ adlı bir belgesel var. İzlemenizi tavsiye ederim.]. 

Sözün kısası şu: Yeterince gücü bulunduğuna inanan ve o gücü kendi halkına karşı kullanmaya kalkışacak kadar gözü dönmüş bir kadro, hangi ülkede yaşıyor olursa olsun, sisteme müdahale etmeyi düşünebilir ve buna kalkışabilir de.

Türkiye ve halkı bunu başından geçen badireler sırasında yaşayarak öğrendi.

“Bir daha asla” kararlığına bu sayede kavuştuk.

Bir dostumu yitirdim

Bu sabah gazetelere göz gezdirirken Hürriyet’in vefat ilanlarına yer verdiği sayfasında şu duyuru ile karşılaştım:

Sadık Kınıkoğlu benim dostumdu. Mimardı. Başarıyla ve güzel örneklerle sürdürdüğü mesleğinin sınırlarını aşan geniş bir ilgi alanı vardı. İnancını en temel kaynaklardan öğrenmeye azimli bir araştırmacıydı. Kalemini önce karikatür alanında kullandı, sonra resme yöneldi.

Son yıllarda kendini bütünüyle resim sanatına vermişti. İstanbul Beyoğlu Tünel’de açtığı sergiye gittiğimde eserlerinin güzelliği beni çarpmıştı.

Mekanı Cennet olsun. Ailesine ve dostlarına başsağlığı diliyorum.