Türkiye, son zamanlarda çok taraflı bir hâriciye siyâseti tâkip etmeye başladı. Doğrusunun da bu olduğunu düşünenlerdenim. Kolay bir zanaat değil bu. Bir taraftan mahallî güçlerle sorunlu olacaksınız; diğer taraftan onlarla farklı başlıklarda işbirliği geliştirmeye gayret sarf edeceksiniz. Türkiye-Rusya ve o derecede olmasa bile Türkiye-İran ilişkilerinin hâl-i hazırı tam da bunu gösteriyor. Komşularla sıfır sorun ilkesinin hayâta geçirilmesi, belki hüsniniyetli, lâkin çok idealist bir beklentidir. Zâten pratikteki gelişmeler bunun aslının olmadığını gösterdi. İdealizm, çok defâ kendisinden beklenenlerin tam zıddı olan neticeler doğurur. Yola bu ilkeden hareketle çıktık. Gelin görün ki, sorunlu olmadığımız tek bir komşumuz kalmadı. Bâzılarıyla kanlı bıçaklı olduk. Daha mâkûl olan, sorunlara rağmen, onları büyütmemek; başka sorunlara yansıtmamak, öylesi durumlar mevzubahis olduğunda işbirliği geliştirmek kapasitesi kazanabilmek. Buna hâriciye dilinde kompartman siyâseti de deniliyor. Türkiye de son zamanlarda birinci derecede Rusya; ikinci derecede de İran ile bunu yapmaya çalışıyor.
Çok tartışılan bir mesele de “eksen kayması” kavramı üzerinden yapılıyor. Doğrusu, devletler arası ilişkilerde kimin ne ekseni var diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Eğer bir zamanlar vardıysa bile artık olmadığını rahatlıkla ifâde edebilirim. Hâriciyede yapılan vahim hatâlar bu eksen varsayımını fazlaca ciddiye almaktan neşet ediyor.
Devletlerarası ilişkilerde hiçbir şey ne münâzara, ne de mukâvele kaldırıyor. Yanlış anlaşılmasın; kaotik, anomik her devletin bildiğini okuduğu bir yapısı yok devletlerarası ilişkilerin. Bize uygun bir kavramla anlatmak gerekirse bu zeminlerde tam mânâsıyla hile-i şer’iye usulleri geçerli. En kabûl edilemez, en olmayacak siyâsetleri, kitabına uydurduktan sonra meşrû kılabiliyorsunuz. Bu kâideler hâricî siyâsetleri herhangi sûrette istikâmet kazandırmıyor. Yâni belirleyici değil; tam aksine, çeşitli yorumlar üzerinden belirlenen konumunda…
Arap Baharı’nı kerteriz noktası alacak olursak, bunun en çarpıcı neticelerinden birisinin Türkiye’nin mahallî seviyede yalnızlaştırılması, elinin kolunun bağlanması olduğunu artık rahatlıkla görebiliyoruz. Bu oyuna gelmemek lâzımdı. Ne Sûriye, ne Mısır, ne de İsrâil ile bu durumlara düşmek gerekli değildi. Basit bir kıyaslama bize durumu kavratabilir. 2010’lardan evvel Türkiye, İsrâil ile Sûriye arasında, her iki tarafın da kabûlü ile hakem konumundaydı. Bir anda her ikisiyle de kanlı bıçaklı oluverdik. Çok şükür; Türk devlet aklı, bilhassa 15 Temmuz’dan sonra bu çizgiden çıktı. Astana süreçleri tam da bunu ispatlıyor.
Son zamanlarda Suudî Arabistan, BAE, Mısır ve İsrâil ile ilişkileri onarmak yolunda gayretler sarf ediliyor. Doğrusu bu gayretlerin aşırı yorumların konusu olduğunu, aşırı bir beklenti doğurduğunu düşünüyorum. Evet, elimizde bir Rusya tecrübesi var. Türk ve Rus devlet aklı, uçak düşürmekten, sefir cinâyetine kadar muhtelif bâdirelere rağmen kendisini toparladı ve istikrarlı bir çizgiye oturdu. Astana Üçlüsü olarak İran ile de bir mesâi tutturduk.(Âzerbaycan-Ermenistan meselesinde, İran’ın taşkınlıklarına rağmen Türkiye doğrusunu yapıyor ve en azından yangına körükle gitmiyor.) Bu düzelmelerin mutlak bir netice vermesini beklememeliyiz. Dahası, aynı süreçlerin bugünlerde açılım yapmaya gayret ettiğimiz diğer devletler için de vârit olduğunu ummamak lâzımdır. Şimdi tek tek aktörlere bir bakalım…
Yunanistan, tezimizi doğrulayan en berrak misâl. Arkasına ABD ve başta Fransa olmak üzere AB’yi alan ve taşkınlığına zirve yaptıran Yunanistan ile yumuşamanın dayandırılabileceği bir matematik yok. Türkiye’nin yapması gereken o zaman isrâfından başka bir şey olmayan istikşâfî görüşmeleri derhâl sonlandırmak ve sert gücüyle profil verip Yunanistan’ı caydırmak. Bunun dışında yapılacak her şey Türkiye’nin zaafı olarak anlaşılacak ve Yunanistan’ın biraz daha cüret kazanmasına yol açacak.
İsrâil ile yumuşamanın bugünden yarına gerçekleşmeyeceği daha çok fırın ekmek yemeyi icap ettirdiği ortada. İsrâilli yetkililerin açıklamaları da buna işâret ediyor. Netanyahu liderliğinde aşırı sağ bir hükûmetin iktidâra gelmesi durumu zorlaştırıyor. En mâkûl olanı görece yumuşamaları kazanım olarak elde tutmakla sınırlı.
Suudîler ve BAE ile gerçekleşen yakınlaşmalar da sekteye uğradı. Yeni gelişen ve Çin ve İsrâil’in arkasında durduğu Arap milliyetçiliğinin İran kadar Türkiye’yi de hedef aldığını unutmamak gerekir.
Mısır’a bakalım. Erdoğan-Sisi tokalaşmasının hemen ardından yaşananlar, Mısır’ın, Yunanistan ve Güney Kıbrıs üzerinden ilân ettiği FIR hattı ve MEB Türkiye’yi çok zor duruma sokuyor. Mısır, normalleşme için Türkiye’nin Libya’dan çekilmesini şart koşuyor. Şartların dayatıldığı yerde zâten müzâkere olmaz.
En vahimi, şu aralar bir Türkiye-Sûriye yumuşaması, bir Erdoğan-Esad görüşmesi üzerinde çalışıldığı haberleri geliyor. Esad, Erdoğan’ın muhatabı olamaz. Kaldı ki bu hâliyle bile Esad şartlar dayatmaktan geri kalmıyor.
Komşularla sıfır sorun işi başımıza yeterince dert açtı. Bu hatâyı tekrar etmekten uzak durmak gerekiyor. Evet, dökülen su her zaman toplanmıyor.