02.11.2018 Cuma
31 Ekim gecesi, sosyal medyada ?Öğretmenlere yüksek lisans zorunlu? cümlesi etrafında gelişen tartışmalara tanık oldum. Öğretmenleri yüksek lisans için teşvik etmenin eğitime bir faydasının olup olmayacağını sizler de kendi aranızda veliler, öğretmenler olarak tartışmak ister misiniz?
Tartışmak isteyenler için roman üzerinden bir izlek sunmak istiyorum. Romanın adı Mahcubiyet ve Haysiyet. Mahcubiyet ve Haysiyet romanını özellikle seçtim. Çünkü romanın kahramanı Oslo´da bir lisede 25 yıldır Norveç Edebiyatı okutan doktoralı bir öğretmen. Yapı-Kredi Yayınları romanı Türkçe yayınlarken kitabın arkasına ek olarak İbsen´in Yaban Ördeği oyununu ilave etseydi çok anlamlı olurdu. Çünkü 106 sayfalık romanın ilk otuz sayfası Yaban Ördeği oyunundaki yardımcı karakter Dr.Relling´in oyundaki yerine dair. Doktoralı edebiyat öğretmeni, en iyi bildiği konuyu, öğrencilerin derse hiç ilgisi kalmasa bile anlatmaya devam ediyor. Devlet ona yüksek Norveç kültürünü genç nesillere aktarsın diye maaş ödediğine göre o da bu aktarımı kendince hakkıyla yerine getiriyor. Ne ki aktarımın öğrenciler kısmında hiç de verimli olmayışı onu pek endişelendirmiyor.
Türkiye´nin eğitim meselesini bir roman üzerinden, o romanı da ta Norveç´ten seçmiş olmam bazılarına çok anlamsız gelecek. Anlamsız gelmesin.
Benim sorun alanım küresel çağda öğrencilerin ve öğretmenlerin durumu.
Dijital göçebeler olarak, -internet devriminin içine doğmamışlar için dijital göçebe tabiri kullanılıyor- dijital yerliler için eğitim politikaları düzenliyoruz. Sorun şu ki, dijital yerliler yani internet devriminin içine doğmuş olanlar, dünyayı bizim gibi algılamıyor.
Katı modern toplumun/disiplin toplumaunun içine doğup, disiplin toplumunun eğitimini almış, disiplin toplumunun hiyerarşiler sisteminde değerleri idrak etmiş bireyler olarak bizler, ?bildiğimiz dünyanın? içinden seslenmek istiyoruz. Bizim bildiğimiz dünya hali hazırda devam eden bir dünya mı?
Wallerstein yıllar önce ?Bildiğimiz Dünyanın Sonu? diye bir kitap yayınlamıştı. Bildiğimiz dünyanın sonunu her gün yeni bir yapay zeka haberi üzerinden idrak ediyoruz. İdrak ediyoruz dedim de öylesine söylenmiş bir cümle oldu. Hayır henüz idrak etmiyoruz. Değişimi pek de idrak etmeden/edemeden el yordamı ile alışkanlıklarımızı sürdürmeye çalışıyoruz.
Çarşamba günü yayınlamış olduğum yazıya, Neden M.Curie´nin ve Elon Musk´un adını andın bizim medeniyetimizin yetiştirdiği isimleri anmadın şeklinde itirazlar geldi.
Elon Musk herkesin bildiği bir isim, yaptığı çalışmalar günümüze ait, günümüzün dünyasına hitap eden projeler. Musk´ın adını anma sebebim halk kütüphanesinde ilgisini çeken bütün kitapları okumuş olduğunu dillendirmek içindi aynı zamanda. Bizim medeniyetimizden isimler vereceğiz diye öğrencileri geçmişe hapsetmek anlamlı değil.
Mahcubiyet ve Haysiyet romanına atıfta bulunma sebebim ?öğretmen sorunu?nu çok net bir şekilde ortaya koymuş olmasından kaynaklanıyor.
?Öğretmen sorunu?nu dünyanın en kuzeyinden, gelişmiş bir toplumdan, kişi başına düşen milli geliri ile zengin ülkeler sıralamasına girmiş olan Norveç´in, Oslo kentinden bir liseden seçerek, sorunun ?küresel boyutu?na dikkatinizi çekmek istedim. Roman, 25 yıldır edebiyat öğretmenliği yapan üstelik doktorası olduğu için oldukça az ders yükü olan Elias´ın öğrencilere ulaşamadığını çok iyi bir şekilde anlatıyor. Öğrenciler hiçbir şekilde derse katılmıyor. Sadece derse katlanıyorlar. Derse katlandıklarını beden dilleri ile açığa vuruyorlar. Görünüşte bir saygısızlık yapmıyorlar ama öğretmenlerinin sesli olarak okumalarını istediği bölümü isteksiz bir şekilde okuyor, ders zili çaldığı zaman da, öğretmen cümlesini tamamlamamış olsa bile derhal dışarı çıkıyorlar. Elias kendi iç sesi ile durumu müzakere ediyor ve yıllar önce teneffüse çıkmak için benim cümlemin bitmesini beklerdi diye geçmişi hatırlıyor. Günümüzün öğrencileri beklemiyor çünkü onlar için dersi bitiren şey öğretmenin cümlesinin bitmesi değil teneffüs zilinin çalması. Eğer dersi bitiren zil değilse o zaman zil niye çalınıyor diye soruyorlar.
25 yıllık edebiyat öğretmeni Elias´ın doktorası onu öğrencilerle buluşturmaya yetmiyor. Öğrencilerle buluşamadığı gibi öğretmenler odasındaki meslektaşları ile de ortak bir nokta yakalayamıyor. Çünkü diğerlerini sıradan buluyor. Konuşmaya değer görmüyor hiçbirisini.
Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenleri yüksek lisansa teşvik ediyor etmesine de... Milli Eğitim Bakanlığı´nın kendi bünyesi içinde hazırlanmamış bir yüksek lisans programı pek anlamlı değil. Ne yüksek lisans ne de doktora hayatı kavramak noktasında yeterli bir bakış açısı ve kavrayış sağlamıyor.
Sayın Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yüksek lisansın kişilere ne kattığını/ ya da neleri katamadığını bilmiyor olamaz. Erkeklerin askerliği geciktirmek, kızların şimdi ne yapıyorsun sorusuna yüksek lisans, doktora yapıyorum cevabını verebilmek için eğitimlerini sündürdükleri, kamuoyunda bir kaç yıldır tartışılıyor.
İstatistiki olarak kağıt üzerinde yüce rakamlar verelim, Avrupa ülkelerinin eğitim sıralamasında öğretmenlerimizin ne kadar kaliteli olduğunu ?veri? olarak ortaya koyalım diye öğretmenleri yüksek lisansa yönlendirmek, öğretmenlere bir şey katmayacak lakin doktora eğitimini bir parça daha boşaltacaktır.
Öğretmenler yüksek lisans yapacağına fotoğrafçılık, tiyatro, metin yazma, on dakikada akıcı ders anlatma kurslarına yönlendirilebilir. Görme biçimleri üzerine seminerler alabilirler, dijital yerlilerin olayları, metinleri algılama ve değerlendirme biçimi üzerine bilgi sahibi kılınabilirler.
Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanlığı´nın acil olarak yapması gereken okul yöneticilerini günün şartlarına göre eğitmek. Vizyon sahibi olmayan okul yöneticileri verimli ve idealist öğretmenlere okulu dar ediyor.