Tarih: 24.06.2020 16:24

Yolu devletten geçen herkes….

Facebook Twitter Linked-in

Yıldıray Oğur Analiz Ett...

"Konuşulmayan, bu ülkenin giderek ama hızla totaliter bir sisteme kayışı. Maalesef ülke, bütün iktidarın tek elde toplandığı, tek kişinin veya bir yönetici zümrenin elinde toplandığı bir sisteme kayıyor… Ayrıca bu ülkedeki barolar da suskun. Özellikle taşra baroları Adalet Bakanlığı karşısında nedendir bilinmez daha sessiz… Farklı görüşlere, iktidarı eleştiriye tahammül yok. İnsanın iktidarla iyi geçinmek gibi bir zorunluluğu olur mu?”

Bugün bu cümleleri kim kurmuş olabilir diye sorulsa akıllara uzun bir isim listesi gelir. Ama herhalde o listelerin hiçbirine Metin Feyzioğlu’nun adı giremez.

Halbuki bu iddialı sözleri, 10 yıl önce Demokratik Sol Grubunun adayı olarak Ankara Barosu Başkanlığına seçildiğinde Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajında Prof. Dr. Metin Feyzioğlu söylemişti.

Röportaj, Cumhuriyet gazetesine “Kurumlar susturuldu” diye manşet olmuştu.

Aslında tam da “Kurumlar susturuldu” o günlerde Feyzioğlu’nun itirazını özetleyen bir ifadeydi.

2010 yılıydı. 12 Eylül referandumu yapılmıştı. O gün “susturulan kurumlar” derken herkesin aklına iki kurum geliyordu: Ordu ve HSYK.

Atatürkçülüğüyle meşhur bir siyasetçinin torunu olmak dışında adı pek duyulmamış bir Ankara Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku profesörü olan Feyzioğlu’nun sesi de bu dönemde yükselttiği itirazlar sayesinde duyulmuştu.

O günlerde Yassıada Mahkemelerine, Yedikule zindanlarına benzettiği Ergenekon davaları vesilesiyle sık sık televizyonlara çıkıp tutuksuz yargılanma, masumiyet karinesi gibi temel hukuk ilkelerini hatırlatıyor, “Korku ve endişe hukuk devletinin ve demokrasinin en büyük düşmanıdır. Bir süre sonra insanlar düşündüklerini söylemekten çekinirler, düşündüklerini yazmaktan korkarlar, sonunda düşünmekten korkar hale gelirler” gibi ifadelerle iktidara karşı ifade hürriyetini, muhalefeti savunan konuşmalar yapıyordu.

Zaten Ergenekon davaları ve referandum paketine karşı yükselen sesiyle muhalefetin önde gelen sözcülerinden biri olarak Ankara Barosu Başkanlığına seçilmişti.

Dün verdiği röportajda baro başkanlarının yürüyüşü için “Doğru bir yöntem değil” demesine rağmen 10 yıl önce Ankara Barosu Başkanlığı sırasında toplantı ve yürüyüş hakkının da güçlü bir savunucusuydu.

2011 seçim kampanyası sırasında Hopa’da Erdoğan’ı protesto gösterisinde çıkan olaylarda atılan gaz bombalarının etkisiyle kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Metin Lokumcu’yu anmak için Ankara’da düzenlenen izinsiz gösteride tutuklanıp, dört saat boyunca polis otobüsünde dövülen iki solcu üniversite öğrencisini, otobüse girip kurtaran Ankara Barosu Başkanı oydu.

Yine 2012 yılında yine Ankara’da Cumhuriyet Bayramında partiler ve sivil toplum örgütlerinin düzenlediği Birinci Meclis’ten Anıtkabir’e Seferberlik Yürüyüşü’ne izin vermeyip, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağıran büyük kalabalığa gazla ve tazyikli suyla müdahale eden Ankara polisi hakkında suç duyurusunda bulunan da oydu.

Aralarında Öcalan’ın avukatlarının da olduğu KCK davasında tutuklanan 50 avukata destek için Paris ve Berlin Barosundan gelenlerle birlikte Çağlayan Adliyesi önünde “Savunmaya Özgürlük” pankartını tutanlardan biri de oydu. ODTÜ olayları sırasında gözaltına alınan gençlerin, Gezi olayları sırasında protestocuların yanındaydı.

O günkü şartları “12 Eylül’de yaşamadığımız kadar büyük bir baskı altındayız” diyerek anlatıyordu.

Bu muhalif hukuk adamı performansıyla kısa sürede yıldızı parlamış, CHP Kurultayında Parti Meclisine en çok oyu alarak girmiş, 2013 yılında da Türkiye Barolar Birliğinin başkanlığına seçilmişti.

Katıldığı ilk adli yıl töreninde Başbakan Erdoğan’ın yüzüne karşı yaptığı sert hukuk devleti eleştirileriyle yıldızı iyice parlamış, hatta 2014’de Danıştayın kuruluş yıldönümü töreninde yaptığı konuşmadaki eleştirisine kızan Başbakan, Cumhurbaşkanını da yanına alıp salonu terk etmişti.

Sırf Başbakan, Feyzioğlu’yla bir daha karşılaşmasın diye yargı yılı açılış töreni kanunundaki madde dahi değiştirilmiş, Yargıtay 2015 yılındaki adli yıl açılışına Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nu davet etmemiş, bunun üzerine o da kendi adli yıl açılış törenini düzenlemişti.

Adının Sözcü yazarları tarafından CHP genel başkanlığı için önerildiği, hakkında Ekşi Sözlük’te sayfalarca “delikanlı, yiğit, cesur, korkusuz, gözü kara, dobra, dürüst, adam gibi adam” maddelerinin yazıldığı zamanlardı. Bu rüzgarla 2017 yılındaki seçimlerde 420 oydan 419’unu alarak yeniden Türkiye Barolar Birliği başkanlığına seçildi.

Peki ne oldu da 2017 yılında onu oy birliğiyle başkanları seçen barolarla bugün karşı karşıya geldi, artık Cumhuriyet’te, Sözcü’de, Ekşi Sözlük’te yerden yere vuruluyor, yandaşlıkla suçlanıyor?

Hikayenin sonunun böyle bitmesini anlamak kolay değil.

Hatta Facebook’ta eşinin başörtüsü takmaya başladığıyla ilgili fotomontajlar dolaştırarak bu değişim açıklanmaya çalışılıyor.

Anlamak için hikayenin başına dönüp eksik parçaları tamamlamak gerekecek.

Ergenekon davalarında hukuku savunan, iktidara karşı çıkan sol muhaliflerin hak mücadelelerine destek veren, Türkiye’nin korku cumhuriyetine dönmesini eleştirip, ifade hürriyetini savunan Prof. Feyzioğlu madalyonun bir yüzüydü.

Madalyonun diğer yüzünde ise 2007’deki 367 krizi sırasında, AK Parti kapatma davasında ve başörtüsü yasağında hukukun ve özgürlüklerin değil devletin, askeri-sivil bürokrasinin yanında duran bir Prof. Feyzioğlu vardı.

2007 Cumhurbaşkanlığı krizi sırasında Ankara Hukuk Fakültesi Dekanı olarak “Ya millet egemenliğini ya da teokrasiyi seçeceğiz. Çünkü ikisinin uzlaşması mümkün değil. Ya laik devlet olacak ya da din devleti” diye konuşmalar yapmıştı.

2008 yılında AK Parti kapatma davası açıldığında Hukuk Fakültesi dekanlarının, davayı açan Cumhuriyet Başsavcısına yönelik eleştirileri kınayan açıklamasının imzacıları arasındaydı.

2010 yılında Ankara Barosu Başkanı iken başörtüsü meselesiyle ilgili “Siyaset kurumu türbanı çözmeden, yargı kararlarında hiçbir değişiklik olmadığı bir ortamda YÖK Başkanının üniversiteye türbanlıları alacaksın şeklindeki yazısını üzüntüyle karşılıyorum, kınıyorum. Siyaset bu çözümü üretmeden dayatmayla, diretmeyle çözüm olmaz. Türbana özgürlük diyen nereye kadar özgürlük diyor? Kamu hizmeti veren açısından da türban taksın diyor mu demiyor mu? Örneğin bu görüşteki kişiler devlet hastanelerinde türbanlı doktor, adliyede türbanlı hakim istiyor mu? Ben kamu hizmeti veren kişiler türban takmasın diyen bir kişiyim. Yani bu adımı kabul ettirdikten sonra arkadan ikinci adım gelecek endişesini taşıyorum” demişti.

Baro Başkanlığı sırasında, aralarında Saadet Partisinin hukuk profesörü genel başkanı Mustafa Kamalak’ın eşinin de olduğu başörtülü avukatlara mazbata vermemişti.

Peki nasıl oluyor da daha yeni bir başörtülü başsavcı atamış, 10 yıl önceki eleştirilerine benzeyen bir tek adam yönetimi kurmuş iktidarla ilişkileri çok iyiyken, iki yıl önce onu oy birliğiyle seçmiş barolar istifası için bağırıyor, sırtlarını dönerek onu protesto ediyor, eylem yaptıkları alana sokmuyor?

Tabii ki herkes zamanın şartlarına, şahsi beklentilerine göre değişebilir, tecrübelerden öğrenebilir.

Ama bu kez galiba değişen kişi Metin Feyzioğlu değil.

Feyzioğlu, Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun torunu. Doğum sırasında annesini kaybedip, babası da evi terk ettiği için dedesi tarafından yetiştirilmiş. Sadece dedesinin soyadını taşımıyor, onun siyasi mirasını da güçlü biçimde temsil ediyor.

Güçlü bir Atatürkçü olan Turhan Feyzioğlu’nun siyaseten tek bir pozisyonu vardı; her zaman devletin yanında olmak.

27 Mayıs darbesinin ardından bakan olurken, ortanın soluna kayan CHP’yi komünistlikle suçlayıp ayrılarak Cumhuriyetçi Güven Partisini kurarken, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı için el kaldırırken, “anarşik olaylara” karşı Erbakan’la yan yana gelme pahasına Milliyetçi Cephe hükümetlerine katılırken de hep devletin yanındaydı. O yüzden 12 Eylül’de darbe yapan Kenan Evren’in aklındaki ilk başbakan adayı oydu.

Aslında Metin Feyzioğlu da dedesi gibi her durumda devletin yanında duruyor.

10 yıl önce Ergenekon operasyonlarına karşı askeri ve sivil statükonun yani devletin yanındaydı, bugün de bekasının tehlikede olduğunu söyleyen yeni statükonun yani yine devletin yanında.

Bu pozisyona da bir günde gelmedi. 17/25 Aralık’tan sonra Başbakan Erdoğan’ı ziyaret etmiş, Ergenekon ve benzeri davalardaki tutuklu asker ve sivillerin tahliye edilmesine etkili bir rol oynamıştı. Hendek olayları ve 15 Temmuz darbesinden sonra iktidara daha fazla yaklaşmış, bir yıl önce o katılamasın diye kanunu değiştirilen adli yılın Beştepe’deki açılışına katılmıştı.

10 yıl önce askeri ve sivil bürokrasi yani devlet tehlikede olduğu için sesini yükseltmiş, ifade hürriyetini, muhalifleri, sokaklarda gösteri hakkını, hukuk devletini, tutuksuz yargılanmayı savunmuştu.

10 yıl sonra yine devletin tehdit altında olduğunu düşünerek bu kez sokaklarda yürüyüş yapan kendi barolarının karşısında ve iktidarın yanında duruyor.

Artık onu hukukun temel ilkelerini hatırlatırken değil, savaşta sivilleri öldürmenin meşru gerekçelerini açıklarken, fikirleri yüzünden içeride olan insanların ne kadar suçlu olduklarını anlatırken, sokaklarda gösteri yaparak değil, külliyede Cumhurbaşkanını hararetle alkışlarken görüyoruz.

Aslında değişen Feyzioğlu değil, değişen devletin sahipleri.

Değişen, 10 yıl önceki devleti değiştirmeye, demokratikleştirmeye çalışırken çözüm süreci, Alevi, Kıbrıs, Ermenistan açılımları yaparken bugün statükoyu, devleti temsil eden AK Parti iktidarı.

Feyzioğlu yalnız da değil, bir zamanların sıkı muhalif ulusalcı paşaları, Kemalist siyasetçileri, gazetecileri de ya tamamen ya da çeşitli meselelerde iktidarın yanında duruyorlar. 10 yıl önce savundukları hukukun temel ilkelerini, tutuksuz yargılanma hakkını unutmuşa benziyorlar.

İki yıl önce oybirliğiyle başkan seçtikleri Feyzioğlu’yla bugün karşı karşıya gelen baroların ve muhaliflerin kaçırdıkları nokta tam da burası. Onlar hala tartışmanın Kemalist resmi ideolojiyle, İslami iktidar arasında olduğunu zannediyor, hala bu iktidara karşı Anıtkabir’den mesaj verebileceklerini düşünüyorlar.

Halbuki Türkiye’deki en büyük ideoloji devlettir. İktidarın yanında durmak milli bir spordur. Kemalist, solcu, İslamcı, milliyetçi olup her kriz anında devletin yanında saf tutmak mümkündür. Bugün her ideolojinin devletperestleri bir araya geliyor. Kayahan’ın meşhur sözündeki gibi.

Yolu devletten geçen herkes bir gün bir yerde buluşur.

Esas konu sizin nerede duracağınıza karar vermenizdir…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —