Tarih: 28.11.2021 12:10

Yolsuzluk, Toplum Hayatını Zehirleyen Bir Virüstür

Facebook Twitter Linked-in

Ak Parti iktidarında ilk göreve getirilen bürokratlardan biriyim. Siyasi referansım yoktu. Tanıyan bazı dostların dönemin bakanına ismimi refere etmeleri ile olmuştu. Olumsuz kanaat belirtmeme rağmen bir bakıma emri vaki ile göreve getirildim.

Bakan tarafından Başbakanlığa gönderilen kararnamem bir yıldan fazla Başbakanlıkta bloke edildi. Şunun altını da çizmiş olayım; kararnamem dönemin CB A. Necdet Sezer tarafından değil, Ak Parti hükümetinin Başbakanlığında bloke edildi. Bloke için aracı olanların kimler olduğunu biliyordum. Sağlık bakanlığı gibi yüklü ihaleler yapan, elinde çok önemli kamu emvali bulunan bir bakanlık iştah çekiciydi. İktidarın yanında duran sermaye gurupları kararnamenin çıkmaması için elinden geleni yapıyorlardı. Meseleyi kendi şahsi hikayemle uzatmamak adına kısa tutuyorum. Dönemin bakanının ısrarıyla bir şekliyle kararnamem imzalandı.

Neden böyle bir giriş yaptım?

Amacım, kendimi anlatmak değil. Ancak herkes müşahede ettikleri üzerinden fikir edinir. Ben de kısa sayılabilecek bir süreçte çoğu hadiseye şahitlik ettim ve itirazlarda bulundum.

İktidar partisi gurubunun benden müşteki olduğu kulağıma geliyordu. Dertleri ne idi? İktidar olduğumuza göre bundan böyle devletin hazinesi üzerinde mevzuata uygun olsun ya da olmasın her türlü tasarruf bizim kontrolümüzde olacak; “alacağımızı alacağız; vereceğimizi vereceğiz, satacağımızı satacağız” anlayışı…

Bir önceki hükümetin MHP’li bakanı Osman Durmuş, işletme hakkı bakanlıkta olan Yalova Termal Tesislerinin bu hakkını, mevzuata aykırı olarak kendi kurduğu bir vakfa devretmişti. Teftiş Kurulu Başkanlığına gelir gelmez ilk başlattığım inceleme bu olmuştu. Ve inceleme sonucunda yapılan işlemin mevzuata uygun olmadığı tespit edildiğinden sözleşme hukuken yok sayıldı. Ve böylece işletme hakkı yeniden bakanlığa geçti.

Yalova Termal Tesisleri gerek termal su ve gerekse doğal bitki örtüsü ile sağlık turizmi için dünyanın en nadide imkanlarına sahip. Dolayısıyla çoğu fırsatçının iştahını üzerine çeken bulunmaz bir nimet. İktidara yakın bir gazetenin patronları görevden alınmam ve atanma kararnamemin çekilmesi için gerek dönemin başbakanı ve gerekse beraber çalıştığımız bakan nezdinde yoğun girişimlerde bulunuyorlardı. Hem Yalova Termal Tesisleri ve hem de medikal piyasasına girmek istiyorlardı. Teftiş Kurulu bir handikaptı onlar için. O nedenle orayı da kontrol etmek istiyorlardı. Kendi iradelerine uygun hareket edecek bir başkan talep ediyorlardı. Bunun için bakana yoğun baskı yaptılar. İşin doğrusu, bu olup bitenlerden sonra isteksiz başladığım bu görevde kalmak için ben de direndim ve mücadele ettim.

Bakan, benzer atamalar nedeniyle Ak Parti gurubu için istenmeyen adam ilan edildi. O zaman da malum medya organı bakan aleyhine tezviratlarda bulunuyordu. Ne yazık ki bir süre sonra sözkonusu bakan da pes etti ve onların iradesine uydu. Ve ben de çalışma sürem dolar dolmaz emekliye ayrıldım. Çünkü beraber çalıştığımız her gün benim için hesabı zor verilebilecek bir görevdi.

Bu süreçte bürokratik görevde olmama rağmen iki üç derneği bir araya getirerek “yolsuzlukla” ilgili bir panel organize ettim. O sırada bazı dostlar uyardı beni; “Ne yapıyorsun sen? İpini çekerler senin” dediler. Ve onlar haklı çıktı. Ancak hiçbir zaman pişman olmadım. Çünkü yaptığımın doğru olduğuna inanıyordum; neye mal olursa olsun…Bildiğim, tanıdığım iktidar aktörlerini, gelecekte vuku bulma ihtimali yüksek olan tehlike konusunda uyarıyordum. Nerede yolsuzlukla ilgili bir uyarı yapılmışsa gidip teyit, tebrik ve teşvik etmişimdir. Çünkü şuna inanıyordum; Yolsuzluk, iktisadi ve sosyal yapıyı yiyip, bitiren bir virüstür. Bugün tüm kahırlığıyla yaşadığımız gibi…

Bu anlamda hakkı teslim adına bir hatıramı da bu vesileyle nakletmiş olayım;

Yanlış hatırlamıyorsam 2006 veya 2007’li yıllar. İktidarın gidişatının nereye varacağını gören akl-ı selim sahibi az sayıda aydının bulunduğu bir dönemde Anayasa Hukukçusu Prof. Mustafa Erdoğan iktidara ciddi uyarılarda bulunuyordu. Mustafa Hoca diri bir vicdandı. Aslında iktidar için önemli bir aydındı. Bugün olduğu gibi o yıllarda da uyarıcı yazılar yazıyordu. Yine yolsuzlukla ilgili ciddi uyarılarda bulunduğu bir yazısı ile ilgili olarak bir arkadaşımı da yanıma alarak Üniversiteye gidip kendisini kutladık ve bu yazıların devam etmesi temennisinde bulunduk.

O zamanlarda Liberal Düşünce Topluluğunda idi. Kendisini tebrik ettiğimizde bize şunu ifade etti; “Siz beni tebrik ediyorsunuz ama Liberal Düşünce Topluluğundaki falan arkadaş da beni arayarak, (mealen) “şu an iktidarı kızdıracak, topluluğumuzla ilgili menfi düşünceye sevkedecek tutum ve davranışlardan kaçınmamız gerekir diye uyardı” dedi. Evet, iktidara destek veren gurupların o zamanki bakış tarzı buydu. Bugünkülerin ifade ettiği gibi “Doğru söylüyorsunuz ama bugün bu yanlışları seslendirmenin zamanı değil.” gibi… Ve bu bakış açısı, gözlerimizin önünde cereyan eden çoğu olumsuzluğu görmemeye; işitmemeye sevk etti. Ve bugün bu anlayışın; bu yaklaşımın bir sonucu olarak çok daha vahim olayları yaşıyoruz. Yani, kendi ellerimizle hazırladığımız bir akıbet…

Genç sayılabilecek yaşta emekli olmamın temel saikı de buydu. 657 Sayılı kelepçeden fikrimi, düşüncemi azat etmekti. Emeklilik sonrasında da gücüm nispetinde mücadele etmeye niyetlendim ve gayret ettim. Kanaat önderi olarak bildiğim çoğu insanın kapılarını çaldım. Gelen tehlikeyi haber vererek, iktidarı denetleyecek/dengeleyecek bir siyasal gücün oluşması için örgütlenmeye ve mücadeleye davet ettim. Ne yazık ki, arzu ettiğim ilgi ve alakayı bulamadım ve ellerim böğrümde kaldı. Elbette müneccim değilim; her fani gibi akli muhakemelerimle, dağın arkasında bizi bekleyen tehlikeyi tahmin ediyordum. Ve tehlikenin vuku bulma riskinin yüksek olduğunu, akil olduğuna kanaat getirdiğim önderlere, aydınlara haber veriyordum. Ve ne yazık ki, geliyorum diyen geldi, kapımıza dayandı. Bugün mafya liderleri tarafından çarşaf çarşaf ortaya dökülen yolsuzluklar az çok bürokraside görev yapan çoğu görevlinin malumu idi. Ancak farklı saiklarla herkes susuyordu.

Yazımı, konumuzla çok ilgili olduğu için yukarıda mevzubahis ettiğim yolsuzluk panelinin açış konuşmasının sonunda naklettiğim hikmetli bakışla bitirmiş olayım;

Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı devletinin akıbetini hayal eder, günün birinde Osmanoğulları da “inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar.

Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi ‘ye sorardı. Bunu da ona yazdığı bir mektupla sordu;

“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olurda izmihlale uğrar mı?”

Mektubu okuyan Yahya Efendinin cevabı çok kısa;

“Neme lazım be Sultanım!”

Sultan, bir mana veremez. Yahya efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini düşünmez; “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Kalkar, Yahya Efendinin Beşiktaş’taki dergahına gelir, sitem dolu sorusunu tekrar sorar:

“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al!

”Yahya efendi duraklar:

“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘neme lazım be sultanım’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de ‘neme lazım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları, kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa; fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmezse işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir…”

Ne dersiniz, bugün Yahya Efendilere ne kadar çok ihtiyaç var? Ve söz dinleyen idarecilere…

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —