Yolsuzluk bitti diyen parmak kaldırsın

Yusuf Ziya Cömert, Karar Gazetesi’ndeki köşesinde Ekrem İmamoğlu ve İBB’ye yönelik operasyonların toplumdaki algılanış biçimine değindi.

Yolsuzluk bitti diyen parmak kaldırsın

Bir şeyin nasıl görüldüğü ya da nasıl algılandığı gerçekte ne olduğundan önemlidir.

Buna benzer bir cümleyi rahmetli Mahir Kaynak’tan işitmiştim.

Bu cümlenin doğru olmaması gerekir aslında.

Bir insanın mesela, nasıl göründüğü, gerçekte ne olduğundan veya kim olduğundan niçin daha önemli olsun?

Ama enformasyon çağındayız.

(Byung Chul Han’dan ödünç alarak söyleyelim) bir ‘enfokrasi’de yaşıyoruz.

“Ye kürküm ye” tabiri belli ki yüzlerce yıl önce kullanılmaya başlanmış. Demek o zaman da nasıl bir şeyin nasıl göründüğü önemliydi.

Şimdi çok daha önemli.

CHP’li belediyeler şeş cihetten takibata uğruyor, başta İBB başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere belediye başkanları gözaltına alınıyor, hapsediliyor.

Soruşturmalar açılıyor, itham ediliyor.

Şirketlerine el konuluyor.

35 sene evvel aldığı diploma iptal ediliyor. Hem de aceleyle oluşturulmuş, yetkisi mevsuk olmayan bir heyet tarafından.

Peki kamunun bütün parmaklarıyla bütün tuşlara bastığı bu teferruatlı kampanya toplumda nasıl algılanıyor?

Harika! İktidar yolsuzlukların üzerine gidiyor. Yakında yolsuzluklardan kurtuluyoruz, felaha eriyoruz diye mi algılanıyor?

Yani başka yerde yolsuzluk yoktu, diğer partiler pir ü paktı, elleri, yüzleri temiz, baktılar, CHP’de yolsuzluk var hem CHP’yi hem de memleketi yolsuzluktan kurtaralım, Türkiye Yüzyılında böyle bir hizmette bulunalım dediler.

Bitti mi şimdi yolsuzluk?

Bitti diyen parmak kaldırsın.

Ayrıca ‘kent uzlaşması’ bir terör eylemiydi, onu da İmamoğlu yaptı. Yetkililerimiz terör konusunda da hassas. Gereğini yaptılar ve İBB Başkanı İmamoğlu’nun üzerine yürüdüler.

Elleri dert görmesin!

Böyle mi algılanıyor?

Ya da şöyle mi?

İBB başkanı İmamoğlu İstanbul’u üç defa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden aldı.

Ağzı laf yapıyor. Polemikten çekinmiyor. Dengine getirdiği zaman taşı gediğine koyabiliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan İmamoğlu’nun müteakip seçimde kendisine rakip olmasına mâni olmak istedi.

“Bizim de durumumuz pek parlak değil, güzel işler yaptık ama ekonomiyi bozduk, memleketin ayarlarını bozduk, kendi icraatımızla bitirdiğimiz enflasyonun yenisini, eskisinden çok daha çılgınını milletin başına bela ettik. Millet bize oy verme konusunda isteksiz.

Şu hâlde tedbiri elden bırakmayalım.

İmamoğlu’nun ismini ve resmini oy pusulasına yazdırmamanın çaresine bakalım” diye düşündü.

Yolsuzlukla suçlamak etkili olur, her ihtimale karşı terör suçlaması da yapmak lazım, çift dikiş olsun.

Bir de diplomasını iptal ettik mi tamam.

Bu iki algılama şeklinin ikisinin de müşterisi var.

İkisine birden müşteri olanlar bile var.

Ama hangisi ağır basıyor?

Özetle durum şöyle:

Bir taraf CHP’nin yolsuzluk yaptığına inanmıyor.

Bir taraf inanıyor.

Ama iki taraf, ağırlıklı olarak operasyonların siyasi olduğunda birleşiyor.

İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olmasaydı diploması iptal edilir miydi? Tutuklanır mıydı? Hapse atılır mıydı?

Bu sorulara “Evet” cevabı verecek bir kişi bile bulmak zor.

İki tarafın birleştiği bir şey daha var.

İki taraf için de kötü haber.

Team Araştırmanın bir anketini gördüm.

Ak Partili belediyelerde yolsuzluk en az CHP’li belediyelerdeki kadar yaygın diyenlerin oranı yüzde 70’i buluyor.

Bu sonuç, milletçe yolsuzluğa karşı sürü bağışıklığı kazandığımızı da teyit ediyor.

Yolsuzluğu bir kenara koyalım. Teröre bakalım.

Kent uzlaşması terör eylemi sayılır mı?

Yani, DEM Parti seçmeninin sandıkta CHP’li adayları desteklemesi?

Bütün partiler ister DEM Parti seçmeninin oyunu. Alabilen alır.

İmamoğlu bunu başardı.

Ayıp etti!

Ama şu anda devlet DEM Parti ile tamamen barışmaya azmetmiş durumda.

Öcalan’ın ‘umut hakkı’yla hapisten çıkarılmasının düşünüldüğü bir zamanda DEM seçmeniyle uzlaşmanın yolunu bulmak, ‘terörsüz Türkiye’ konseptini biraz andırmıyor mu?

‘Terörsüz Türkiye’ herkesin barışmasını hedeflemiyor muydu?

DEM dahil.

İmamoğlu erkenden barışmış işte.