Taha Kılınç yazdı;
Geçtiğimiz yaz, 1 Temmuz 2020 Çarşamba günü bu köşede yayınlanan yazımın başlığı “Tunus düğümü” idi. Cumhurbaşkanı Kays Saîd ile Meclis Başkanı Râşid Gannûşî arasındaki fikir ayrılıklarının artık açık bir çatışmaya dönüştüğünden hareketle, Saîd’in “ülke dışı” aktörlerle yola devam etmeyi seçtiğini vurgulamıştım. Yazımın bir paragrafı şöyleydi:
“Kays Saîd’in Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Fransa, Rusya ve İsrail’den oluşan “Hafter Cephesi”yle saf tutması, Tunus siyaset sahnesindeki ayrışma ve çatışmaları daha da derinleştirecek gibi görünüyor. Saîd’in tercihi, “Türkiye yanlısı” olmakla “suçlanan” Râşid Gannûşî ve Nahda’yı yalnızlaştırırken, BAE de bilhassa 2013’ten bu yana hız verdiği “Tunus politik hayatını şekillendirme” saplantısında mevzi kazanmış oluyor. Libya’da Hafter Cephesi’nin ilerlemesi veya kökünün kazınamaması durumunda, Gannûşî ve Nahda’nın Tunus içindeki pozisyonu daha fazla sarsılacaktır. Mısır-BAE-Suudi Arabistan troykasının, bu durumdan sonuna kadar faydalanacaklarını görmek için ise, kâhin olmak gerekmiyor.”
Ve gerçekten bu durumdan sonuna kadar faydalandılar. Önce halk kitlelerini sokağa dökerek, Tunus’un çeşitli şehirlerinde “hükümeti protesto gösterileri” organize ettiler. Ardından da, Cumhurbaşkanı Kays Saîd, geçtiğimiz pazar gece yarısı hükümeti görevden aldı, parlamentoyu feshetti. Ayrıca ülkede olağanüstü hal ilân ederek, akşamları sokağa çıkma yasağı başlattı.
Tunus’ta iktidar tek başına Nahda Hareketi’nin elinde olmamasına rağmen, özellikle Mısır-BAE-Suudi Arabistan üçlüsünün kontrolündeki binlerce sosyal medya hesabından ve malum Körfez basınından, eş zamanlı olarak “İhvancılar gitti, Tunus kurtuldu, halk sevinç içinde” haykırışları yükseldi. Keza “Gannûşî’nin dudak uçuklatan serveti” temalı asparagas haberler hızlı bir şekilde dolaşıma sokularak, Tunus’taki kötü gidişatın bütün sorumluluğu Nahda’ya ve onun 80 yaşındaki liderinin omuzlarına yüklendi. Bu durum, başından beri Gannûşî’yi ismen ve şahsen hedef almaksızın eleştirilerini genele yönlendiren Kays Saîd’in, aslında kendisine hariçten dikte edilen bir projeyi uygulamaya koyduğunu gösteren bir başka işaretti. Saîd, “Anayasanın 80’inci maddesini tatbik ettim, darbe yapmadım” demeye devam etse de, dışarıdan bakıldığında görünen şey açık.
***
Arap dünyasında, Râşid Gannûşî’ye ve temsil ettiği siyasî çizgiye yönelik hücum, son yıllarda birbirinden farklı ülkelerde sahneye konan senaryonun bir parçası. Tunus’tan elde edecekleri petrol, doğalgaz, stratejik bir değer vs. yok. Sadece ve sadece, “Siyasal İslâm” adını verdikleri hareket tarzıyla ve zihniyetle hesaplaşmanın derdindeler. “Siyasal İslâm” dedikleri şey de, Müslümanların İslâm’ın emir ve yasaklarını merkeze alarak siyaset yapma hassasiyetlerinden ibaret. Açıkça İslâm’ın kendisiyle savaşamadıkları için, kılıçlarını, uydurdukları bu kavramın arkasından sallıyorlar. Kitlelerin yaşadığı çeşitli zorlukların istismarı, kısıtlı düzeyde ekonomik rahatlamalar sağlama ve her türlü terör eylemini “Siyasal İslâm”a mal etmek için düzenlenen yoğun medya kampanyaları da, işin pratikteki başlıca yöntemleri.
Hadi Arap dünyasında bazı köşe başlarını tutan aktörlerin derdini anlıyoruz, peki Türkiye içinde onlarla aynı dili konuşanların derdi ne olabilir? Normal şartlarda dönüp bakmayacağı Tunus’ta “İslâmcı” bir iktidar darbe yedi diye göbek atmanın, yukarıda sözünü ettiğim zinde güçlerle ideolojik akrabalıktan başka izahı yok.
“İhvancılar gitti şükür” cephesinin bir başka gülünç argümanı da şu: “İslâmcılık artık yok oluyor. Tunus, zincirin son halkası.” Oysa yukarıda yaptığım tarif çerçevesinde “İslâmcılık” veya “Siyasal İslâm” denilen şey, dünyada Müslümanlar var olmaya devam ettiği sürece canlı ve zinde kalacak. Dağılmalar, çözülmeler, baskılar, kovuşturmalar, hapisler, idamlar… Tüm bu tecrübeler, söz konusu çizgi mensuplarının tarih boyunca zaten sürekli karşılaştığı şeyler.
***
Günümüzde İslâm dünyasının bir yol ayrımına doğru ilerlediği açık. Biz, babalarımızın şahit olduklarından bambaşka şeyler gördük. Bizim çocuklarımızın tecrübeleri de bizimkinden daha farklı olacak. Gelecek nesiller için, şu anda yaşananlar ve İslâm coğrafyasının çeşitli bölgelerindeki süreçler, tecrübe biriktirebilmek açısından çok kıymetli. Tarihe ve coğrafyaya bu nazarla bakabilirsek eğer. Bakamazsak, yanlışlar da onların acıklı sonuçları da sürüp gidecek demektir.