Tarih: 15.03.2021 13:17

Yoksullar ile Varlıklıların Karşılaştırılması

Facebook Twitter Linked-in

Kapitalist ve faizci bir düzende Müslümanların içine düştüğü temel yanılgı, ortamın oluşturduğu koşullarda karşılaştırmalarda bulunmalarıdır. Varlıklıların sınırsızlığı, doyumsuzluğu veya onlara sağlanan koşulların, yaşadıkları imkânların göz ardı edilmesi, buna karşın alt gruptakilerin taleplerinin yadırganmasıdır. Evine getirdiklerinin yanında diğer unsurlardan yararlanılması nedense tepki ile karşılanıyor.

Zenginliğin veya varlıklı oluşun sınırları nedir, yoksulluğun sınırları nedir? Bunun bir ölçüsü yok bu düzende. Bir takım sonsuz ve sınırsız imkânları kendine layık görürken, diğerlerinin taleplerini fazla görüyor ya da tepki gösteriyor. Biri hızla yükselirken diğeri belli sınırlar içinde kalıyor. Biri, her türlü konforu yaşarken diğerinin kimi taleplerini fazla buluyor. “Otur oturduğun yerde” deniliyor. Şöyle bir açıklamaya gidilebilir. Cebinde taşıdığı bir telefonu, çocuğuna yedirdiği mamayı veya bir başka şeyi örnek göstererek: “Madem yoksulum diyorsun, bunları neden ediniyorsun?” O zaman şu sonuca varılıyor. Sen yoksulluğunu gündeme getirme ama bunlardan vazgeç.” Bunu söyleyenin kendisine veya çevresine aynı gözle bakmadığı kesin. Lüks araçları, modern plazaları veya başka şeyleri olanlar söylüyor. Kimsenin daha fazla istemesine, talepte bulunmasına rıza göstermiyor. Fakat bunu kendine dönük olarak asla düşünmüyor. Çünkü konforu ve lüksü yerinde. Paydan fazlasını alıyor. Diğerinin böyle bir gücü zaten yok. Kendini zorlayarak edindiklerini de fazla buluyor.

Lüks ve konfor sahipleri kendilerinden pay alınacağı düşüncesindedirler. Payın veya katılımın bölüşmesini arzu etmiyorlar. Sermaye çevresine çöreklenenler alt katmandakileri kendilerine yük görüyorlar. Kapitalist düzende, muhafazakâr Müslümanların içinde bulunduğu durum budur ne yazık ki. Kendi konumlarını koruma adına başka çevrelerin paya ortak olmasından rahatsızlık duyuyorlar.

Yakınmalar var ise mevcut koşulların pay dağılımından kaynaklanıyor. Müslüman bir toplumun İslâm’ın gerektirdiklerini kendisine ölçü almıyor. Zaten bu düzenin değişmesini de pek istemiyor demektir. Gücü eline geçirdikten sonra onu koruma duygusu ağır basıyor. Sistemin içinde hem Müslüman görünmek, hem konumunu korumak, hem de başkalarının taleplerini yadırgamak! İlginç bir durum.

Üreten bir toplum değiliz, sadece ticaret duygusu adı altında tüketmekle meşgulüz. Tükettiklerimiz ise kendi üretimimiz değil. Ne yandan bakarsak bakalım genel durum budur. Kendilerine özel olarak sağlanan imkânlar ile güç kazananlar bu anlamda kıskançtırlar. Mevcut gücü ellerinden geldiğince ayakta tutma ve koruma çabasında olurlar. Onun içindir ki, kendilerine göre alt katmanda bulunanların yakınmalarından rahatsız olurlar.

Diğer yandan İslâmî kavram ve düşüncelerin sıradan bir söyleme dönüşmesi, kabul görmemesi de bu anlayışın içinde oluşuyor.

Muhafazakârları hedef alışımızın nedeni kendilerini İslâm’ın birer temsilcisi görmelerinden kaynaklanıyor. İslâm inanç ve düşüncesine karşı olanlar zaten karşıdırlar. Onların hayat anlayışı onun üzerine kurgulu. İdeolojik gerilimlerden söz edemiyoruz, günümüzde düşünceden çok çıkar eksenlidir olan bitenler. Üretimi ve fabrikaları olmayan bir toplumda işçi kesimi yabancı kuruluşların kurumlarında çalışıyorlar. Onların talepte bulunmaları bile düşünülemez, çünkü günümüz ortamında her an kendini kapıda bulabilir. Kamuda da zaten sıkı bir denetim var, çoğunlukla sözleşmelidirler, her an kapının önüne konulabilirler. Eskiden sendikaların ya da talepte bulunan kurumların bir gücü vardı. Bugün ondan da söz edilemez.

Liberal ve faizli bir yaşayış içinde Müslümanca düşünmek muhafazakârların işidir bugün. Çünkü gücün sahibi onlardır.

Müslümanca yaşama ile uygulama birbiriyle doğru orantılı olmalı. Müslüman’ın çağa ve çağın insanına İslâm’ın gerekleri ve koşulları içinde ancak çağrıda ve davette bulunulabilir. Mevcut sistemin güdücüsü olarak değil. Olumluya dönük bir yüzü ve çabası olmalı bu kimselerin.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —