Engeller, kararlar, kararnameler, postallar, apoletler, paletler, yasaklar, baskılar ve başka bahara kalan hayaller? Ülkemizde İmam Hatip Okullarının ilk çekirdeği 1913 yılında, Medresetü-l Vaizin ve Medresetü-l Eimme ve-l Hutaba ile atılır. Açılan bu ilk İmam Hatip Okulu 1924´te Tevhidi Tedrisat Kanununa dayanılarak kapatılır. Yine aynı yılın Mart ayında Tevhidi Tedrisat Kanununun 4. maddesi gereği İmam Hatipler tekrardan açılır ve sayıları kısa zamanda 34´e ulaşır. Fakat sevinç kısa sürer. Öğrenci sayısındaki yetersizlik sebebiyle kapatıldığı iddia edilir okulların. Tabi yetersizliğin sebep değil bahane olduğu da herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Daru-l Fünun İlahiyat Fakültesi de yine aynı gerekçelerle 1933 yılında tarihe karışır. Okulların programlarından dini nitelikli derslerin çıkarıldığı, memurların Cuma Namazına gitmelerinin yasaklandığı yıllardır o yıllar?
Firavun´un zulmü anaların rahmine kadar indiyse, Musa´yı Firavun´un sarayında aramanın vakti gelmiştir der eskiler. Evet, zulüm anaların rahmine kadar inmiş, Kur´an raflarda tozlanmaya terkedilmiş, Müslümanlar ötekileştirilmiş, zulüm Çin Seddi´ni aşmıştı şairin ifadesiyle. Sabahın ışıkları yakındı, zira karanlığın en koyu ânıydı?
Onun hikâyesi 1882´de Trabzon´da başlar. Davası uğruna gençliğini feda eden, hizmet aşkıyla dertlenen, ömrünü genç nesiller yetiştirmeye adayan bir adamın hikâyesidir bu. Fedakâr ve cefakâr bir ?öncü´ nün hikâyesi... Mahmud Celaleddin Ökten ya da bilinen adıyla ?´Celal Hoca´´?
Anne ve babasını kaybettiğinde yaşı küçüktür. Uzun bir süre babaannesinin himayesinde büyür. Yine küçük yaşlarda hafızlığını tamamlar. O zamanki ortaokul ve lise seviyesindeki Rüşdiye ve İdâdiyi Trabzon´da bitirir. İdâdi ile birlikte medresede tahsil görür. İdâdi´de okuduğu sıralarda dedesi Ömer Feyzi Efendi´nin yerine Trabzon Çarşı Camii´nin imamlığını yapar.
Bir geçiş döneminin; yeninin eskiye tercih edildiği, hatta eski medeniyet ve kültür diye hiçbir şeyin tanınmadığı bir zamanın bütün zorluklarını, dertlerini, sıkıntılarını yaşayan biridir o. Köşesine çekilmek yerine zor yüklerin altına giren biri.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yaşanan kültürel ve tarihi kırılmada iki duruş öne çıkmıştır: Ya her şeyden çekilmek, küsüp gitmek, unutulmak ya da mevcut statükonun yanında yer almak, yapılan her türlü değişime, inkılâba destek vermek. Yani kaçmak ya da teslim olmak? Celal Hoca ise bunların dışında üçüncü bir seçenek koyar ortaya. Zor olanı yapar. Ne mevcut olan yapıdan kaçar ne de bu yapıya biat eder. O, Osmanlı medrese geleneğinden gelen Celaleddin Efendi ve modern eğitim kurumlarında tedrisat yapan Muallim Celaleddin´dir.
Seksen yıllık ömrünün yarısını Osmanlı, yarısını Cumhuriyet insanı olarak yaşamıştır Celal Hoca. Mollalığında ve Darülfünun talebeliğinde, Arapça muallimliğinde ve psikoloji öğretmenliğinde, Diyanet ve Maarif arasında, kısacası kadim ve modernin kıyısında yalpalamadan, o vakur şahsiyetini her zaman muhafaza etmiştir.
1905´te Daru´l Muallim-i Âliyye´ye gider. Sultan Abdülmecid döneminde rüştiyelere erkek öğretmen yetiştirmek üzere açılan okuldur burası. Bir nevi Eğitim Fakültesi. Zamanın meşhur âlimlerinden Babanzade Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı, Mehmed Akif, Mustafa Asım, Şevki Efendi gibi hocalardan dersler alır. Arapça, kelam, fıkıh, mantık ve felsefe alanlarında kendisini geliştirir. Bir süre Arapça hocalığı yapar. Hocalığı o kadar önemser ki ?derse gelmediğim gün cenazeme gelin!? dediği aktarılır.
Cumhuriyet´in kuruluşunun ardından alelacele çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu´nun aleyhinde konuştuğu iddiasıyla açığa alındıysa da yapılan tahkikat neticesinde görevine iade edilir. İstanbul Sultanisi´nde (şimdiki İstanbul Erkek Lisesi) Arapça öğretmenliği yapar. Harf inkılâbının ardından Arapça derslerinin kaldırılması ile birlikte okulun Türkçe öğretmenliğini devralır. Uzun yıllar İstanbul´un çeşitli okullarında Türkçe, Edebiyat, Mantık ve Felsefe dersleri verir. 1947 yılında İstanbul´un en önemli liselerinden olan Vefa Lisesi´nde Felsefe öğretmenliği yaparken emekli olur.
Emeklilik onun için dinlenme değil, daha fazla koşuşturma vaktidir. Zira hayat kısa, yol uzun, yapacak iş çoktur. Oldukça yetersiz programlara sahip olan İmam Hatip kurslarını genişletme mücadelesine başlar. Sadece pratik anlamda imam yetiştirmeyi hedefleyen bu kursların daha kapsamlı okullar olması gerektiğini ve orta kısmının da açılmasının şart olduğunu düşünür. Bu kurslar 10 aylık olarak açılmış fakat yeterli ilgiyi bulamadığından kapatılması tasarlanmıştır. O sıralarda Celal Hoca´nın ?kaç para kazanıyorsanız ben vereyim. Yeter ki gelin sınıfta oturun, müfettiş geldiğinde öğrenci yok diye kursu kapatmasın.? diyerek sokaktaki ameleleri topladığı anlatılır.
Yapılan genel seçimlerle Demokrat Parti(DP) iktidar olur. Takvimler 14 Mayıs 1950´yi göstermektedir. Ülkedeki siyasi iklim, İmam Hatipler için yeniden umut ışığı olmuştur. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri ve birçok yetkiliyle görüşür Celal Hoca. Ve çabalar nihayet sonuç verir. Başbakan Adnan Menderes´in talimatı ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri´nin onayladığı Müdürler Komisyonu kararıyla 7 yıllık İmam Hatip Okullarının açılmasına karar verilir.
İlk olarak İstanbul Samatya´da 270 öğrencilik İstanbul İmam Hatip Okulu açılır. Okulun ilk müdürü de Celal Hoca olur. Bazen elinde süpürgeyle temizlik yapar, bazen tamirat işleriyle ilgilenir, çoğu zaman da tahtaya geçip ders anlatır. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Fizik, Kimya, Matematik öğretmenleri atanır okula ancak din dersleri için hoca atanmaz. Bu durum, yıllarca uygulanan baskı ve yasak döneminin acı meyvesidir. Bunun üzerine okul müdürü Celal Hoca devreye girer ve elini taşın altına koyacak yürekli hocalarla görüşür. Böylece Ömer Nasuhi Bilmen, Hasan Basri Çantay, Ömer Haki Yener, Nurettin Topçu ve Mahir İz gibi değerler, İstanbul İmam Hatip´in ilk hocaları olurlar.
Okulun açılma aşamasındaki o zor günleri bir de Celal Hoca´nın ağzından dinleyelim. *
Memleketimizde 1940´lı yıllarda halkın ağzında dolaşan bir söz vardı:
(Bu gidişle)?Cenazelerimizi yıkayacak imam kalmayacak!?
Bu söylentide doğruluk payı vardı. Bazı köylerde imam olmadığı ve ölenlerin yıkanıp gömülmesi için yakın köylerden imam gelmesinin beklendiği bilinen bir şeydi. Zaman geçtikçe bu halin daha da kötüleşeceği belli idi.
Halbuki asıl tehlike bu değildi. Cenazenin üzerine bir teneke su atarsın yahut bir havuza, bir göle batırır yıkarsın. Avam ?Cenazemizi yıkayacak hoca kalmadı!? der, hocayı cenaze namazından ibaret bilir. Asıl tehlike:
Milletin imanını yıkayacak, ruhunu yıkayacak, aklını yıkayacak hoca kalmamıştı; kalmayacaktı.
Memleketin imanını yıkayan, koruyan Mustafa Sabri Efendiler, Hamdi Efendiler, Naim Beyler, Akif Beyler, Ferid Beyler, İzmirli İsmail Hakkı Beyler gitmişti.
Memleketin imanı gidiyordu. Memleket, sade cehaletin değil, küfrün istilâsına giriyor; küfrün silindiri altında eziliyor, eriyordu.
Ne yapıp edip küfrün kalesinde delik açmak için bir imam hatip okulunun açılmasına karar verdik arkadaşlarla. Elimde baston, rahatsız halimle trene bindim, Ankara´ya gittim.
O günün Maarif Vekili olan Tevfik İleri merhum, talebelerimden idi. Terbiyeli bir talebe idi. Beni unutmamıştı.
Daha önce de onun tavassutu ile Başbakan Adnan Menderes´in oğullarına Kur´ân-ı Kerîm okutmak, dinî bilgiler öğretmek için beni tâyin etmişlerdi. O işin de tek âmili Tevfik İleri idi.
Adnan Bey´in oğullarının İstanbul´da olduğu günlerde, Hâriciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu´nun evine gider, çocuklara ders verirdim. Bunu herkes de bilmez.
Tevfik İleri ile daha önce konuşmuştum,
?Hocam Ankara´ya gelin. Ümit ederim ki, inşâallah bu İmam Hatip kararını çıkarırız.? demişti.
Ankara´da bir otelde kaldım. Günler geçiyor, Tevfik İleri´nin verdiği emirler Tâlim Terbiye Daire´sinden bir türlü çıkmıyordu. Bekle bekle bir ses yok. Tevfik İleri´nin talebem olması, gelin demesi bana güç vermişti. Fakat işin bu kadar zor olacağı; Masonların, dönmelerin bakanı dahi dinlemeyecekleri hesapta yoktu. Bir ay uzayacağını ise hiç beklemiyordum.
Müdür:
?Mevzuat, kanunlar müsaade etmiyor. Bunun için Tevhîd-i Tedrisat Kanunu´nun değişmesi lâzımdır. Bu kanun ile İmam Hatip Mektepleri kapatılmış; o günden bugüne buna dair bir kanun da çıkmamış. Karar, bizim selâhiyetimizin dışındadır. Parlamento´dan bir kanun çıkması lâzım. Biz böyle bir izin veremeyiz.? diyor, direniyordu.
Müdür olacak adam, sarı bir herif. Yılan gibi bakışları var. Beni çok soğuk karşılıyor. Diyebilse bana ?Hoca defol git!? diyecek, bakışları öyle. Bir ay boyunca her gittiğimde bu dönme beni ?Yine mi geldin Hoca! Boşuna yorulma!? diyen bakışlarla karşılıyor.
Bir ay Ankara´da süründüm. Çamaşırım kalmadı. Param bitti. Akşamları, otelden aldığım çayla, odamda ekmeği çaya batırıp yemek zorunda kaldım. Artık uykularım kaçıyordu. Hatta bir gece kaşınmaya başladım.
?Eyvah, bitlendim mi acaba?? diye korktum, gözlüğümü takıp bakındım. Çünkü temiz çamaşırım kalmamıştı. Girişken bir kimse değilim. Davet eden kimse de yok. Ancak Tâlim Terbiye Kurulu´na ve Tevfik Bey´e giderim, otele dönerim.
Vallahi Ali Ulvi Bey, bir ay içinde kimseye söylemedim: Oturup beklerken bacağımın altına mendil koyuyordum. Prostatım var, kaçırıyorum.
?Abdeste gideceğim? de diyemiyorum ki;
?Ulan abdestini tutamayan adamın burada ne işi var!? derler mi diye.
Nihayet bir gün artık çok sıkıldım, rahatsızlandım. Sarı adam, gittiğimde artık yüzüme bile bakmaz olmuştu. Bastonuma dayandım, buradan doğru trene gideyim diye kalktım. Yalnız Tevfik İleri Bey´e bir daha uğrayayım, hem vedâ edeyim dedim.
Tevfik Bey o kırgın halimi gördü, rengimi beğenmedi:
?Hocam, siz rahatsızsınız...?
?Tevfik Bey, ben gidiyorum.? dedim. Üzüldü, bir müddet düşündü:
?Hocam iyi sabretmişsiniz. Son bir çare olarak meseleyi Adnan Bey´e açalım.? dedi.
Birlikte Adnan Menderes Bey´e, başvekâlete gittik. Vaziyeti anlattık. Adnan Bey hayret etti, üzüldü. Tâlim Terbiye Dairesi´ndeki bir adamın bakana karşı koyduğuna şaştı:
?Bu derece mi Tevfik Bey??
?Evet efendim, bu derecedir.?
Başbakan biraz düşündükten sonra dedi ki:
?Hocam yarın siz Tevfik Bey´le beraber Tâlim Terbiye´ye gidin. Ben aynı saatte baskın yapayım. Bir de bu şekilde tecrübe edelim. Belki Allah yardımcımız olur.?
Ertesi gün Adnan Bey´in dediği gibi Tevfik Bey´le birlikte Tâlim Terbiye´ye gittik. O memurun masasında iken Başbakan geldi.
Girer girmez selam verdi. Sonra:?
?Tevfik Bey neredesin yahu! Ne zaman sorsam Tâlim Terbiye´de diyorlar. Nedir bu? Allah aşkına senin Tâlim Terbiye´de bu kadar ne işin var??
?Efendim, Celal Ökten Hoca benim hocamdır. Bir aydan beri buradadır.?
?Hayırdır ne işi varmış??
Tevfik Bey,
?Efendim, böyle böyle...? diye anlattı.
Adnan Bey memura sordu:
?Beyefendi bunun mahzuru nedir??
?Efendim, bana meşguliyetimin dışında bir teklif yapılıyor. Ben böyle bir karar veremem. Böyle bir müsaadeyi benden istiyorlar. Benden çıkması lazımmış. Binaenaleyh mevzuat böyle bir karar vermeme müsaade etmez. Vekil Bey üzerime büyük baskı yapıyor.?
?Peki, Tevfik Bey´in verdiği tâlimat kâfi gelmiyorsa emri ben vereyim, bu emri günün Başvekili vermiş deyin.?
?Muhterem başvekilim, ben mes´ul olurum; şifahî emir beni kurtaramaz.?
?O halde lazım olanı yazın, ben imza edeyim.?
Merhum Adnan Menderes´in bu kararlı tavrı karşısında artık Tâlim Terbiye Dairesi Başkanlığı´nın söyleyecek sözü kalmadı.
Bizim vekâletten bir şey istediğimiz de yok. Binayı bulacağız, kirası, bakımı; idareciler, öğretmenler, hademe vs. maaşları, hepsi bize ait olacak.
Tevfik Bey de sormuştu:
?Hocam nereye açacaksınız? Kimler okutacak??
?Siz hele bize bir izni verin, Allah´ın lütf-u keremi ile onlar bulunur.?
O gün benim için bayram oldu. İstanbul´dan telgraf çekip sorarlar:
?Ne zaman geleceksin??
?Geldim, geliyorum? derken, neyse müjdeyle döndüm.
O gün muvafakat emrini alıp da Başvekâletten otele gelirken nasıl çıldırmadım, nasıl aklımı kaybetmedim diye hâlâ şaşarım. Ne evlendiğim gün ne de icazet aldığım zaman böyle sevindim.
Bunu bastıran sevinci ancak Beytullah´ı gördüğüm zaman hissetmiştim.
Artık hemen Başvekâlet´e, Adnan Bey´e teşekküre gittim.
Yâhu geçen günler nasıl unutuluyor; bunları bilmek lâzım. Tarih bunun için, ibret almak için lazımdır.
Hayaller, rüyalar, dualar sonuç vermiş ve İmam Hatip Okulları açılmıştı. O zifiri karanlıkta mum olup yanmıştı Celal Hoca; anbean eridiğini bile bile? Bir hayalin peşinde feda etmişti hayatını. Ebediyete intikalinin 56. yıldönümünde rahmet ve duayla?
* M. Ertuğrul Düzdağ tarafından kaleme alınan Ali Ulvi Kurucu´nun hatıralarının 4´üncü cildinden alınmıştır.
Özgün İrade - YASİR ERKUŞ