Muhalefetin cumhurbaşkanı adayını belirlemesinde acele etmemesini salık verenlerin sırtını dayadıkları tezlerden biri, erken bir adaylık ilanının adayın yıpranmasına neden olacağıdır.
Özetle şöyle bir akıl yürütülüyor: İktidarın elinde muazzam bir medya gücü var. Muhalefet adayını belli ettiğinde, iktidar ve medyası bütün aparatlarıyla adayın üzerine çullanırlar, onun hakkında toplumda menfi bir algı yaratırlar ve muhalefeti altından kalması zor bir vaziyete sokarlar.
Bir adayın meydana çıktığında yıpranma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı su götürmez.
Ancak bu son derece doğal durumu ileri sürerek adayı geciktirmek yanlış olur. Üç temel başlığa değinilebilir bu bağlamda:
Üç potansiyel aday
İlk olarak, muhalefet cephesinin önünde iki seçenek bulunuyor: Altı parti ya uzlaşarak ortak bir adayı destekleyecek ya da herkes kendi başının çaresine bakacak.
Anlaşmaları halinde de muhalefetin önündeki isimler az çok belli; ister sağdan ister soldan bakılsın masada üç isim var: Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Yavaş.
Elbette, siyasette imkânsız diye bir şey yoktur ve "olmaz, olamaz" denilen pek çok şey olur; ama bu saatten sonra bu üçünün dışında başka bir isme yönelmek, muhalefet açısından çok güç gözüküyor.
Zira hem toplum aday noktasında bu üç ismi satın almış gözüküyor hem de muhalefet kanadından başka bir isim telaffuz edilmiyor.
Kamuoyu bu üç isme bu denli kilitlenmişken, başka bir ismi gündem taşımak muhalefet için zor olduğu kadar riskli bir adım da olur.
Hülasa 2014'teki Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir vakayla karşılaşma ihtimalimiz yok!
Aday, kimsenin bilmediği ve aklının ucundan geçirmediği biri olmayacak.
Muhalefet, eğer birlikte hareket edecekse, potansiyel üç adaydan birini tercih edecek ve yoluna onunla devam edecek. Ve bu üç ismi de toplum tanıyor.
Kılıçdaroğlu, uzun süreden beri siyasi arenada ve hakkında hemen her şey biliniyor.
Keza İmamoğlu ve Yavaş da, İstanbul ve Ankara'yı Ak Parti'nin elinden aldıkları andan itibaren iktidarın radarında, onlar hakkında da iktidar medyasında bin bir türlü haber çıktı, çıkıyor.
Yani bu isimler daha aday olmadan onlara ilişkin her türlü negatif kampanya yürütüldü, yürütülüyor; o nedenle zaten yapılmakta olandan ürkerek adayın belirlenmesini hep bir ileri tarihe ertelemek, pek bir mana taşımıyor.
Yıpranmadan korkmamak gerek!
Muhalefetin muhalefeti torpillemesi
İkinci olarak, yıpratıcı hamlelerin sadece iktidardan geleceği varsayılıyor. Fakat aday belirsiz kaldıkça muhalefetin kendi içinde giderek hararet kazanan tartışmaları, potansiyel adayları iktidardan daha fazla hırpalar hale geliyor.
Muhalefette her bir adayı destekleyen çevreler var. Her çevre kendi adayını parlatmak için diğer iki adayı soluklaştırmaya çabalıyor.
Partiler arasındaki rekabet ve parti tabanlarındaki seküler-muhafazakar gerilimi de işin içine eklendiğinde, muhalefetin adaylarına en büyük zararı bizatihi muhalefet içinde yürütülen mücadeleler vermeye başlıyor.
İYİ Parti Ankara Milletvekili İbrahim Halil Oral'ın, Kılıçdaroğlu'nun mezhebinin geniş seçmen kitleleri için bir endişe kaynağı olduğunu söylemesi ve bunun yaratığı fırtına, muhalefetin muhalefeti torpillemesinin tipik bir örneği!
Belirsizlik devam ettiği müddetçe muhalefet bu tür marazların çıkması kaçınılmaz; adaylık yarışında favorisini öne sürüp diğerlerini geriye düşürmek için farklı çevrelerden bu tür ataklar, önce de oldu, bundan sonra da olacak.
İç çatışmaların muhalefetin enerjisini emdiği ölçüde iktidara alan açacağı ve Erdoğan'ın bu alandan azami derecede istifade edeceği de açık.
İşin tabiatı
Üçüncü olarak, yıpranmak, işin tabiatında var. Siyasi bir makama talip olan bir kişi, hayatının her yönüyle didik didik edilmesini peşinen kabul etmiş demektir.
Bir kişi adaylığını beyan ettiği andan itibaren, çok farklı cephelerden saldırılara maruz kalır. Hakkında doğru-yanlış çok sayıda haber çıkar, tezviratlar üretilir.
Üstüne çamur atılır, ister istemez kirlenir. Aday, bütün bunlarla mücadele etmek mecburiyetindedir. İddialara cevap verir, hataları düzeltir, dezenformasyonları boşa çıkartmaya çalışır.
Keza cumhurbaşkanlığı seçimi bağlamında bu "yıpranma" sürecinin olumlu bir tarafına da dikkat çekilmelidir.
Muhalefet seçimleri kazansa bile, Türkiye bugünden yarına parlamenter sisteme geçecek değildir.
Bir geçiş dönemi yaşanacak ve seçilecek cumhurbaşkanı, Anayasanın kendisine tanıdığı devasa yetkileri kullanacak.
Böylesine muazzam bir güce sahip olan bir kişi ne kadar iyi tanınırsa o kadar iyi olur.
O kişinin hayatına temas etmesi, geçmiş ve güncele meselelere yaklaşımını sorgulaması, programını ve projelerini bilmesi, müspet ve menfi hasletlerini tanıması, tepki ve becerilerine vakıf olması toplumun yararınadır.
Şüphesiz sürekli göz önünde olmak ve kendini anlatmaya çabalamak, kişiyi yorar. Ama zaten yorulmadan olmaz, yıpranmadan kazanılmaz.
Hem insanların kaderine hükmedecek bir aktör de yıpransın bir zahmet!