Şu sıralar iktidar sözcüleri bütün itirazları “Yetkisi var mı var” anlayışı ile karşılıyorlar. Bakıyorum, Numan Kurtulmuş tv sunucusunun muhalefetin “partili cumhurbaşkanı” ile ilgili itirazlarına ilişkin sorusuna “Bu konu milletin oyuna sunuldu ve kabul edildi, Cumhurbaşkanının partili olma hakkı var mı var” şeklinde cevap veriyor. Bu itizarı millet iradesine saygısızlık olarak niteliyor.
Bakıyorum, Mahir Ünal, tv sunucusunun Boğaziçi Üniversitesi rektörünün tayini ile ilgili itirazlara “Cumhurbaşkanı yetkisini kullanarak bu tayini gerçekleştirdi, her şey hukuki zeminde oldu” gibi bir cevap veriyor.
Ne diyeceksiniz?
En son, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı iken önce Yargıtay’a kısa süre sonra da Anayasa Mahkemesi’ne üye tayin edilen İrfan Fidan’la ilgili süreç… Her şey kitabına uygun. İrfan Fidan’ın Yargıtay’a tayininde sorun var mı, yok. Yargıtay’ın oylamasında sorun var mı yok, İrfan Fidan’a en çok oy çıkmasında sorun var mı, yok. Cumhurbaşkanı’nın en çok oy alan üç üyeden en çok oy alan Fidan’ı AYM’ye göndermesinde sorun var mı, yok. Buna Cumhurbaşkanı’nın yetkisi var mı var.
Ne diyeceksiniz?
Bunların hepsi şeklen doğru. Ancak artık klasikleşmiş bir ifade ile “burada hiçbir şey olmasa da gene de bir şey var.”
Anayasa hukukçusu Kemal Gözler, konunun İrfan Fidan kısmını kapsamlı bir araştırma ile tabak gibi ortaya koymuş. (https://www.anayasa.gen.tr/irfan-fidan-olayi.htm) O da burada benim söylediğim gibi her şeyin kitabına uygun yapıldığını ancak gene de bir şeylerin sağlıklı olmadığını ifade ediyor.
Belli ki Cumhurbaşkanı’nın Ak Parti üyeliğinden öte muhalefetle her türlü ağır polemiğe giriyor olması toplumun çok geniş kesimlerini rahatsız ediyor. Belli ki bu rahatsızlık Ak Parti kadrolarına da intikal etmiş durumda. Kamplaştırılmış bir Türkiye’de bu hükmün Anayasa’ya girmiş olması, hadi yüzde 50 artı 1’i rahatsız etmiyor olsun, yüzde 49.9’u rahatsız ediyor olması da önemli değil mi? Yani şu “Cumhurbaşkanı’nın milletin birliğini temsil ediyor olması” bakımından sorun teşkil etmiyor mu?
Çok tartışılan Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğü meselesine gelelim. “Partili Cumhurbaşkanı”nın “parti kökenli” bir kişiyi rektör ataması sorun olmadı mı orada? “Bu bilim kurumuna daha tarafsız bir kişi bulunamadı mı? Bütün kurumların partili hale gelmesi mi gerekiyor, Boğaziçi üniversitesi camiası ile gerilim çıkarmaya gerek var mıydı?” soruları sorulmadı mı? Bu itiraza, “Eee, yani yetkisi yok mu Cumhurbaşkanı’nın?” şeklinde cevap verilince sorun giderilmiş oluyor mu?
“İrfan Fidan süreci” çok daha kanırtıcı bir yetki kullanma ve prosedürleri istismar niteliği taşıyor. Üstelik Yargı alanında. Üstelik sancıların odaklaştığı, her gün bir tartışmaya zemin olan ve reform söylemlerinin etrafında döndüğü Yargı alanında.
Kemal Gözler’in araştırmasına göre bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’ne Yargıtay’dan seçilen insanların en az görev süresi 9 yıl olmuş. Kıdemli üyeler seçiliyor çünkü AYM’ye gönderilen kişinin uzun Yargıtay tecrübesi olsun ve Yargıtay bünyesinde saygınlığı ile öne çıkıp diğer üyelerin desteğini alsın, isteniyor.
İrfan Fidan işi ise deyim yerindeyse “Şipşak” niteliğinde işliyor. “Şipşak” çünkü arkasında büyük irade var diye değerlendiriliyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan Yargıtay’a, herkes bu tayinin AYM’de boşalan Yargıtay kaynaklı üyenin yerine getirilme ihtimalini not ediyor. Yargıtay’da pandemi gerekçe gösterilerek AYM’ye üye seçimi erteleniyor, sonra seçim yapılıyor, Fidan aday oluyor ve yapılan oylamada, Yargıtay’a geliş süresi henüz 20 gün olan İrfan Fidan 107 oyla en çok oyu alıyor. Yargıtay’ın sürece uyumu yargının geldiği nokta açısından herkese şapka çıkartıyor. İşin en kritik kısmı Yargıtay safhası, çünkü oradan en yüksek oyun çıkması daha şık olacak, hoş üç kişiden en düşük oyu alan da olsa Cumhurbaşkanı’nın en alttakini seçme yetkisi var, cevap hazır “Yetkisi yok mu?” tabii ki var. Ama Yargıtay görevini yapıyor ve Fidan’a en yüksek oyu veriyor. Sonra Cumhurbaşkanı onayı ile süreç tamamlanıyor, Fidan, AYM’nin kritik oylamalarda herkesin sonucu heyecanla beklediği 16 üyesi arasına giriyor. Kemal Gözler’in, İrfan Fidan yarın AYM başkanı olursa, eşit oylamalarda Başkan’ın tarafı dengeyi değiştirdiği için Başkan’ın tavrına vurgu yapan değerlendirmesi önem kazanıyor.
Eskiden her şey böyle değil miydi? Eskiden AYM böyle değil miydi? Partisiz Cumhurbaşkanları döneminde cumhurbaşkanları partili gibi davranmadı mı?
Bunlar da doğru. Ama hep “kötü emsal” niteliğinde. Var ya bizde, “kötü emsal misal olmaz” diye bir söz. Var ya bizde, ahlak diye bir şey. Var ya bizde politikayı ilkeler ve değerler üzerine yapıyor olmak gibi bir hassasiyet. Bu “Yetkimiz var” yaklaşımı korkutuyor. Buna “kitabına uydurma” deniyor, onun da özünde derin bir ahlaki problem var, bildirmek istedim.