Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Yetkili Bir Otokolonizatör: Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Kamil Ergenç Yazdı;

Yetkili Bir Otokolonizatör: Yakup Kadri Karaosmanoğlu

19.yüzyılı büyük buhranlara tanıklık ederek geçiren Osmanlı,20.yüzyıla adım attığında artık neredeyse ölüm döşeğindedir. Batı’ya yetişmek için attığı her adım hiç beklemediği sonuçlar doğurmuş,koca imparatorluk lime lime edilmiştir. Fransız devriminden ilham alan ulusal cereyanlar yeni dünyanın homojen/mütecanis müstakil devletlerini oluşturmuş, çok renkli-çok kültürlü-kozmopolit yapılar yavaş yavaş tarihe karışmıştır. Cumhuriyetten yaklaşık bir asır önce II. Mahmut riyasetinde atılan radikal adımlar beklenen neticeyi vermemiş, bilakis özellikle askeri alandaki modernleşme arayışları imparatorluğun daha hızlı sömürgeleşmesinin zeminini oluşturmuştur. Tanzimat yeni bir çığır açtı şüphesiz. Ancak bu çığır Avrupamerkezci bilgi sisteminin kavramsal ve kurumsal hegemonyasına giden yolun köşe taşlarını döşemekten ibaretti. Yoksa özgün bir duruşun yol haritası değil…

Mahmut, Mustafa Kemal’in 19.yüzyıldaki prototipidir adeta. Onun radikal modernleşme usul ve üslubu 20.yüzyılın ilk çeyreğinde Mustafa Kemal tarafından miras alınacak, bugünkü Türkiye’nin şekillenmesinde etkili olacaktır. Buna mukabil 19.yüzyılın son çeyreğinde başlayıp 20.yüzyıla sarkan II. Abdülhamit çizgisi vardır ki, modern paradigmaya intibakı zorunlu görmekle birlikte, usul ve üslup bakımından II.Mahmut’ tan ayrılacaktır. Cumhuriyet Türkiye’sinde kendisini Sağ siyasal çizgide konumlandıranlar tarafından örnek alınan bu yaklaşım, muhafazakar modernleşmenin ana istinatgahıdır. Yüzüncü yılını geride bıraktığımız Cumhuriyet tarihi II.Mahmut/Mustafa Kemal çizgisinin büyük ölçüde Sol ideolojik gelenekle iç içe geçmiş radikal modernleşmeci tutumuyla, II.Abdülhamit’ten esinlenen Sağcı gelenekte yuvalanmış muhafazakar modernleşme tutumunun birbiriyle gerilimli ilişkisi üzerinden yürümüştür. Bu gerilim hala devam etmektedir.

Buhranlı dönemlere tanıklık eden aydınların çoğunda belirginleşen acil çözüm arayışı Osmanlı aydınları için de söz konusudur. Sürekli kan kaybeden imparatorluğu düze çıkaracak sihirli formül nedir? “Şark’ın akl-ı piranesiyle Garb’ın bikr-i fikrinin imtizacı” nasıl mümkün olacaktır? Bu arayış dönemin öne çıkan tüm ideolojik cereyanlarının ana gündemidir adeta… Ulusalcı yaklaşımların Avrupa’daki kazanımları kozmopolit Osmanlı sosyal gerçekliğini de etkileyecek, yeni sığınak olarak “ulus-devlet” öne çıkacaktır. Sadece Osmanlı değildir bu süreçten etkilenen. Çarlık Rusya, Avusturya-Macaristan gibi büyük yapılar da çatırdamaktadır. Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre önce gerçekleşen Bolşevik İhtilali Çarlık rejimini tarihten silmiştir. Hemen yanı başımızda Kaçar Hanedanlığı, neredeyse bizimle eş zamanlı olarak yıkılacak, asırlar sonra Pehlevilik diriltilecektir. Tabiri caizse macun tüpten çıkmış, kendi kaderini belirleme ülküsü kozmopolitliğe galip gelmiştir. Cemalettin Afgani gibi bir İslamcı bile bu konjonktürün etkisi altında kalacak, ulus devlete göz kırpacaktır. Türkçü ideolog Akçura’nın teveccühüne mazhar olması bundandır.

1877 Osmanlı-Rus savaşı büyük yıkımın işaret fişeğidir adeta… Plevne’yle birlikte Tuna ve Rumeli’nin büyük bölümü çıkacaktır elimizden… Ardından başlayan etnik temizlik, göç ve İstanbul’a yığılan binlerce insan… Bu savaşın üzerinden otuz beş yıl geçtikten sonra büyük Balkan harbi… Bu sefer Üsküp, Selanik, Arnavutluk dahil bütün balkanların kaybı… Yine etnik temizlik, göç, kıtlık, hastalık… Sağ kalan Müslüman ahali İstanbul ve civar şehirlere aç biilaç sığınıyor… Çok değil iki yıl sonra büyük cihan harbi… Emperyalistler arası birinci paylaşım savaşı… Ölüm döşeğindeki Osmanlı’yı idare eden ittihat terakki kadrolarının, sömürgeciliğe geç başlayan Almanya’yla ittifak yapıp, kayıplarını geri kazanma arzusu… Ve büyük çöküş… Elde kalan yer sadece küçücük Anadolu… O da emperyalist konsorsiyumun insafına emanet… Amerikan mandası mı olacağız İngiliz-Fransız kolonisi mi? Tartışmaları… Başkent İstanbul, İngiliz-Fransız işgali altında… Osmanlı hükümeti Mondros’u imzalayarak yarı sömürge olmaktan çıkıp bütünüyle müttefiklerin azgın iştahına teslim olmuş… Antep-Maraş-Urfa Fransızlar tarafından işgal edilmiş. İngiltere’nin kışkırtmasıyla Yunanistan Ege’yi ilhak etme hayali kuruyor… Öteden beri Anadolu coğrafyasını Helen-Yunan-Roma kültür mirası olarak gören “beyaz adam” buraların Müslüman halkını Asya bozkırlarına sürmenin hesabını yapıyor… Lakin Müslüman halk elinde kalan bu son toprak parçasını teslim etmemek için büyük fedakarlıklara katlanarak direnecek ve nihayetinde istiklalini İslam’a sığınarak temin edecektir. Henüz ortada bir ulus yoktur. Ulusal bilinçte… Bu nedenle tek sığınak İslam’dır. Denebilir ki İstiklal Harbi, İslam’ın gölgesinde zaferle neticelenmiştir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız tarihsel sürece yakından tanıklık eden aydınlar arasındadır. 19.yüzyılın sonuna doğru (1889’da) Osmanlı Mısır’ında doğmuş ve Cumhuriyetin ilk elli yılına tanıklık etmiştir. Kadro gibi döneminin etkili dergisinde yazarlık ve devlette bürokratlık ta dahil aldığı mühim görevler onu emsalleri arasında farklı kılmakta, Cumhuriyet modernleşmesinin ideolojik endoktrinasyon sürecinin mimarları arasına dahil etmektedir. İstiklal Harbi’nin liderliğini yapan Mustafa Kemal’e yakınlığı (onun zihin dünyasına dair tanıklıkları) Kemalizmin ne olduğunu ve olmadığını anlamak için önemlidir. Kozmopolit imparatorluktan homojen/mütecanis ulusa geçiş sürecinin yakın tanığı olması hasebiyle ulus-devlet paradigmasının bize özgü biçiminin ne’liği ve nasıl’lığı konusunda referans isimlerden biridir.

Kemalizmin muhafazakar versiyonlarına tanıklık ediyoruz bu günlerde… Yakup Kadri’nin düşünce dünyasına aşinalık kesbetmek bu iç içe geçişin (yani muhafazakar kemalizmin)  mahiyetini anlamaya yardımcı olabilir.”Muhafazakar demokrat” olarak yola çıkan Ak Parti’nin Kemalizmin yargı-ordu-üniversite üçgeninde tesis ettiği bürokratik oligarşiyi AB-ABD yardımını da yanına alarak zayıflattıktan sonra, kendi bürokratik oligarşisini inşa ve ikame etmesi muhafazakar kemalizmin karakteristik özelliği olarak belirginleşir. Bu noktada Kemalizmin doğasında içkin otoriter-üsttenci-buyurgan-elitist tutumun ve tavrın içselleştirildiğini, gücü kutsayan ,şeffaflığı zayıflık sayan, tek adam-tek akıl yanlısı, sadakati liyakatin önüne koyan bir yaklaşımın her iki ideolojide de sindirilmiş olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda şimdiye kadar muhafazakarlığa can suyu olan anti-Kemalist literatür, muhafazakar bünyenin güce perestiş eden otoriter-totaliter doğasını gizlemek için kullanılmış olabilir mi sorusunu sormak gerekiyor? Yakup Kadri’nin “… Türkiye Cumhuriyeti, ruh itibariyle dinamik ve totaliter bir rejimdir ve icrai, teşrii kuvvetleri kendinde toplanmış bir meclise istinat ettiği için ,şekil itibariyle klasik demokrasilerin hiçbirine benzemez. Fakat bu benzemeyiş, Türkiye Cumhuriyetini, demokrasiler tasnifinin dışına çıkarmayacağı gibi, o benzeyiş de Kemalist rejimi ,faşist ve nasyonal sosyalist sistemler sırasına sokmaz. Zira “Türkiye Cumhuriyeti”  en ileri bir demokrasinin ve “Kemalizm” bir milli kurtuluş cidalinin adıdır.(1) İfadeleri yasama-yürütme-yargı erkini tek elde toplamanın lüzumuna dair bir beyan olarak okunabilir. Nitekim aynı eserinde Cumhuriyetin ilk yıllarında tek parti iktidarının Garb demokrasilerinde olduğu gibi milli varlığı aşındıran fırka/hizip/sınıf ayrımına izin vermediğinde dikkat çekerek, harcıalem demokrasi modellerinden inhiraf etmiş gibi gözükse de bu modelin ideal demokrasiye daha sadık ve mutabık olduğunu iddia etmektedir. (2)

Bugünkü meclis aritmetiği de her ne kadar birden fazla partinin temsiline olanak sağlıyor gibi görünse ve anayasada yasama-yürütme-yargı erklerinin ayrı olduğuna işaret edilse de , Cumhuriyetin tek parti yıllarını anımsatan bir yönetim modelinin cari olduğu söylenebilir. Bu bağlamda muhafazakar demokrasiden muhafazakar Kemalizme geçişin tesadüf olmadığını, yakın tarihimizin bu geçişi mümkün ve meşru kılacak bir veri tabanına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Benzer şekilde Mustafa Kemal’in şahsında belirginleşen kişi kültü (hatta perestiş) bugün Tayyip Erdoğan özelinde de öne çıkmakta… Yakup Kadri’nin abartılı Mustafa Kemal tasvirleri (3) ile günümüz muhafazakarlarının Erdoğan’a abartılı teveccühü arasında yakınlık vardır. Saltanat geleneğimizin de tesiriyle karizmatik kişi kültüne meylimiz ideoloji fark etmeksizin berdevamdır.

Samimi bir Kemalisttir Yakup Kadri…Kozmopolit Osmanlı kültürüne mesafelidir. Anadolu’da unutulmuş (sadece askerlik ve vergi için hatırlanan) Türkün makus talihini Mustafa Kemal’in değiştirdiğine inanır. Gökalp’e yakındır bu noktada… Mesihsiz havariye benzetir onu…(4) Tanzimat Osmanlıcılığından sıyrılıp yeni bir sentezle kendisini bulmaya çalışan Türkçülüğün ideoloğudur ona göre Gökalp. Durkheim’in sadık tilmizidir aynı zamanda. Gün gelecek Mustafa Kemal’in de fikirlerine ilham verecektir. İslam tasavvuf geleneğinden devşirdiği dayanışma-örgütlülük bilincini toplumsal yapının selameti için işlevsel kılmak isteyecek, içtimai tasavvuf ahlakının fertlere aşılanması gerektiği tezini ileri sürecektir. Ancak Yakup Kadri Türklüğün Mustafa Kemal’in şahsında temsil edildiğini öne sürerken milliyetçiliği adeta yeni bir din gibi konumlandırmaktadır. Bu konumlandırış ulus inşasının şifrelerini vermesi bakımından manidardır. Gökalp’in tasavvufu araçsallaştıran yaklaşımı yerine Yakup Kadri Türklüğün unut(tur)ulan tarihsel mirasını dirilterek inşa edilecek bir içtimai gerçeklikten yanadır.

Aydın-köylü gerilimini resmetmeye çalıştığı, köylünün acısına ortak olamamanın sancısını çektiği Yaban romanında henüz ulus bilincine eriş/e/memiş olanların haleti ruhiyesine dikkat çeker. Cephede yaralanıp emrindeki askerin köyüne gelen roman kahramanı Ahmet Celal ile Bekir Çavuş arasında geçen diyalog bugünleri anlamak için de kıymetlidir:

– “Biliyorum beyim sen de onlardansın emme. 

– Onlar kim? 

– Aha, Kemal Paşa’dan yana olanlar… 

– İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz? 

– Biz Türk değiliz ki, beyim. 

– Ya nesiniz? 

– Biz İslamız, elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar.” (5)

Konuşmanın devamında roman kahramanı Ahmet Celal “ Eğer, bize zafer nasip olsa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız toprakla, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu Zeynep Kadınlar bu İsmailler, bu Süleymanlarla yeni baştan yapmak gerekecektir.”(6) Diyecektir. “İtalya’yı kurduk şimdi sıra İtalyanları yaratmakta” diyen akılla aynı memeden süt emmiş görünüyor Yakup Kadri…  

Yeni baştan millet yaratmak? Cumhuriyet modernleşmesinin anahtar cümlesidir bu. Nasıl ki Avrupa, Latin emperyalizminden kurtularak kendi milli/ulusal yapılarını oluşturduysa biz de benzer şekilde davranmalı, müstakil ulus devletler arasındaki yerimizi almalıydık. Öyle de yaptık. Ancak büyük bir sorun vardı? Asırlarca bu coğrafyaya rengini vermiş olan evrensel İslam inancından ulusal bir din dili nasıl ihdas edilecekti? Ki bu evrensel dil sayesinde farklılıkların (kendi özgün kimliklerine dokunulmadan) bir arada yaşaması mümkün olmuş, toprağın-mekanın-sınırın-kavmin-ırkın fetişleştirilmesinin önüne geçilmiş, itikat esinli dayanışma ruhu canlı tutulmuştu. Şimdi ise her kavim kendi hudutları içinde homojen/mütecanis bir sosyal gerçeklik inşa ediyor, itikat esinli dayanışmanın yerini ulusal çıkarlar ve/veya etnik dayanışmalar alıyor, kavim asabiyesini öne çıkaran din dili meşruiyet kazanıyor, ulus yaratma amacıyla tarih disiplini istismar ediliyordu.

Yakup Kadri’nin bu süreçteki rolü mühimdir. O bir yandan Türklüğü ırki bakımdan tetkik ettiren Kemalist yaklaşımı tasdik ederken, diğer yandan da Osmanoğulları tarafından anlatıla gelen Türk tarihinin büyük zaafları olduğuna işaret ederek bir anlamda yeni bir tarih yazımının zaruretine dikkat çeker. Arkeoloji ve antropoloji gibi modern disiplinlerden esinle Avrupalı tarihçilerin “akın ve fütuhattan başka bir şey bilmeyen Türk” tezinin çürüdüğünü iddia eder. Ulus inşasının kaçınılmaz uğraklarından olan “tarihi istismar davası”na sadıktır. Türklerin de tıpkı Avrupalılar/Yunanlılar gibi örgütlü-teşkilatlı-medenileştirici bir ırk olduğunu öne sürer ve bugünün uygar dünyasına ışık olduğu varsayılan Akdeniz medeniyetine takaddüm ettiklerini iddia eder. (7)  Muasır medeniyete kendisini kabul ettirme arzusu öne çıkar bu söylemlerde. Lakin burada asıl dikkat çekici olan Avrupamerkezci bilgi sisteminin kavramsal ve kurumsal hegemonyasını tesis etmek için özel olarak ihdas edilen arkeoloji-antropoloji gibi disiplinlerden yardım alınmasıdır. Bu disiplinler hem sömürgeciliği meşrulaştırmak hem de “beyaz adamın” üstünlüğü klişesine materyal temin etmek amacıyla operasyonel kılınmış disiplinlerdi. Hala da bu özelliklerini koruyorlar. Yakup Kadri’nin Türk’ü üstün göstermek için başvurduğu yolun sömürgeci-ırkçı-seküler Batı bilimi olması onu (y)etkili bir otokolonizatör yapar diye düşünüyorum. Umran Dergisi’nin 354.sayısında Kemalizmi “otokolonizasyon projesi” olarak nitelemiştim. Bu bağlamda Kemalizmin sadık tilmizi olan Yakup Kadri’nin bu projeye en ciddi katkıyı sunan aydınlardan olduğu söylenebilir. Yeri gelmişken geçtiğimiz günlerde vefat eden Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın da bu aydınlar arasında yer aldığını söyleyelim. Türk Tarih Tezi’nin terviç edilmesine yaptığı bilimsel (!) katkı onu Kemalist havzanın saygın üstatları arasına dahil eder.(8)

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde ve sonrasında Türk aydınının ekserisi, Avrupa’nın iç geriliminin sonucu olarak ortaya çıkan sosyal gerçekliği (bu gerçekliğin epistemik referanslarını teşrih masasına yatırma gereği duymadan) ithal ederek kendi kendini sömürgeleştirme sürecine katkı sunmuştur. Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı’nın felsefi derinlikten yoksun ve politik popülizmin değirmenine su taşıma amacına matuf olduğu anlaşılan laiklik tartışmalarında da yakinen müşahede edileceği üzere, toplumsal bünye sömürge ideolojisini kanıksamış, bu ideolojinin rehberliğinde bir geleceği kendisi için meşrulaştırmıştır.

Ancak hem Yakup Kadri hem de Kemalist çizginin bügünkü müdafileri Kemalizmin anti-emperyalist/anti-kolonyalist olduğunu iddia ederek büyük bir yanılgının (sahteliğin) hakikatmiş gibi algılanmasına önayak olmuşlardır. Kemalizm anti-emperyalist/anti-kolonyalist olamaz. Çünkü bu ideoloji (sosyalizm-liberalizm-anarşizm-kapitalizm-egzistansiyalizm v.b) tepeden tırnağa aydınlanma paradigmasına (yani burjuva protestan kültür kodlarından ilham alan doktrine) sadıktır. Bu doktrin seküler-ırkçı-pozitivist bilgiye yaslanır. 17.yüzyıldan itibaren felsefenin/hikmetin rehberliğinden teberri edip gücün-paranın emrine boyun eğen bilimin mutlak yol göstericiliğine inanır. Hakikatin verili değil aranan olduğunu iddia eder. Hakikatin kaynağı tabiat, ahlakın kaynağı insandır ona göre… Gelinen noktada bu doktrin insan-makine uyumunu idealize ederek trans-hümanizme ilham vermiştir. İnsanın eksikliği makineyle uyum sağladığında tamamlanacaktır. Yani ruhsuzlaştığında… Çünkü zaafların kaynağı duygulardır. Onu ortadan kaldırdığımızda sorun da kalmayacaktır… Halihazırda cari sömürgecilik buradan beslenmektedir…  

Kemalizm, Yakup Kadri gibi sadık tilmizleri eliyle Türkiye’yi sömürgeleştirirken “beyaz adamın” Avrupalı olmayan uluslar için uygun gördüğü konumu dayatır. Madunluk… Yakup Kadri’de bu kavramı gördüğümde doğrusu şaşırdım. Ben “madun” sözcüğünün Hindistan merkezli madun araştırmaları kolektifi (subaltern studies) tarafından literatüre kazandırıldığını zannediyordum. Yanılmışım… Yakup Kadri bu sözcüğü hem “Atatürk” adlı biyografide hem de “Sodom ve Gomore” adlı romanında bugünkü manasına yakın (ast, alttaki) anlamında kullanıyor. ”…. Türk milleti muasır medeniyet aleminin ilim ve irfan sahasında bir Dumlupınar zaferi kazanmadıkça, medeni milletler hiyerarşisindeki yüksek makamına geçemeyecektir. Daima madun muamelesi görmeye mahkum kalacaktır”.(9) Buradaki muasır medeniyetin “Batı” olduğu, medeni milletlerle Batılı ulusların kastedildiği izahtan varestedir. Post-Kolonyal okulun maduna yüklediği mana buradaki kullanıma yakındır. Avrupa dışı ulusların sesinin kısılması, öteki/barbar/primitif muamelesi görmesi, altta/aşağıda kalmaya icbar edilmesi, insanaltı yaratık veya insansı hayvan olarak nitelenmesi, hasılı kelam, kaybettiği paradigma savaşının diyeti olarak beyaz adamın üstünlüğüne (ona ilkel geçmişini hatırlatarak) meşruiyet kazandırması…

Yakup Kadri de çağdaşı birçok aydın gibi Batı’yı mağlup etmenin yolunun muasırlaşmaktan/ medenileşmekten geçtiğini zannederek büyük bir inhirafa kapı aralıyor.  Oysaki sorun tam da Batı’yı Batı yapan akıldır. Bu aklın işleyiş biçiminden teberri etmedikçe felaha erişmek mümkün değildir. Çünkü bu akıl şeytanla işbirliği yapmıştır. Avrupa’nın yerel tecrübesini evrensel hakikatmiş gibi kabul eden yaklaşımların bizi götüreceği yer Japonya’nın kötü bir kopyası olmaktır. Kemalizmin muasırlaşma ideali bağlamında attığı her adım, Avrupa’nın Avrupalı olmayan ulusları/toplumları madunlaştırması örneğinde belirginleşen bir sonuç üretmiştir. Toplumsal bünye Avrupamerkezci bilginin kavramsal ve kurumsal hegemonyasını mağlup edecek donanımdan ( yetkinlikten) bihaber ve daha acısı emperyalist-kapitalist gerçeklikle uzlaşmayı tercih eden bir yaklaşıma teşnedir. Bundan sonra üzerinde hassasiyetle durulması gereken husus anti-emperyalist/anti-kolonyalist olduğu iddiasıyla Türkiye’yi madunlaştıran perspektifin nasıl bir yarın inşa edeceğidir. Muhafazakarlar eliyle ne kadar restore edilirse edilsin nihayetinde Kemalizm bir otokolonizasyon projesidir.  Yakup Kadri de bu projenin tutması için rol üstlenmiş (y)etkili bir otokolonizatördür.   

Kamil ERGENÇ    

NOT: BU yazı’m Umran Dergisi’nin 364.sayısı (Aralık 2024)’nda aynı başlıkla yayımlanmıştır.

Yararlanılan Kaynaklar

1-Yakup Kadri Karaosmanoğlu/ Atatürk/ İletişim Yay./V.Baskı/s.88/İst-1991

2- a.g.e./s.89

3- Yakup Kadri Karaosmanoğlu/Ankara/İletişim Yay./14.baskı/syf.172-173,195-196 ve 232 ayrıca bkz. Atatürk adlı eser syf.55

4-Atatürk/syf.28

5Yakup Kadri Karaosmanoğlu/Yaban/İletişim Yay./syf.173/35.baskı/1993-ist.

6- a.g.e/syf.173-174

7 – Yakup Kadri Karaosmanoğlu/ Atatürk/ İletişim Yay./V.Baskı/s.102-103/İst-1991

8Çığ’ın ilmi yetkinliği ve bilimsel donanımı-çalışmaları hakkında bkz. https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/kultur-bakanina-birkac-soru-188000/

https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/siz-hicbir-sey-bilmirsiz-188211/

https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/meraklisina-bilim-tarih-sumeroloji-ve-asuroloji-hakkinda-notlar-188553/

9- Atatürk/syf.105

 

Kaynak: farklibakis.net



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER