İstiklal Caddesi’ndeki menfur terör eyleminin ardından ortaya çıkan bir gerçek PKK’nın kendi eylemlerinin amacını, hedeflerini belirleme konusunda bile kendisine ait bir inisiyatifi kalmamış olduğudur. Açık konuşalım, yıllardır kendini Kürt davasına adanmış bir hareket olarak tanımlayan bir örgütün sivil hedeflere yönelik böyle bir eylemde bulunmakla Kürtlere nasıl bir fayda temin etmeyi düşünmüş olabilir? Bırakınız Kürtleri, diyelim pusulasını iyice şaşırmış bir örgüt olarak PKK böyle bir eylemle kendini de çok zora sokmaktan başka bir sonuç elde edemeyecekti. Hesapsız, kitapsız bir eylem ancak gözünü intikam hırsı bürümüş, hiçbir rasyonel düşünme melekesi kalmamış insanların işi. Örgütün son yıllarda devletin teröre karşı başarılı mücadelesiyle aldığı ağır darbeler dolayısıyla bir intikam hırsıyla yanıp tutuştuğunu bilmeyen yok, ancak bu bile sonucu aleyhine dönecek böyle bir eylemi yaptırır mı? Patlamada hayatını kaybeden o küçücük masum çocuklar bir lanet olup üzerlerine çökmez mi? Evlatlarını kaybeden anne babalar adına başta Kürtler bu eylemi nefretle lanetlemez mi?
PKK’NIN EYLEM İRADESİ KALMIŞ MI?
Katıldığım bir yabancı TV’de bu eylemi yaptığı kesinleşmiş olan PKK’nın bu eylemi yapma gerekçesinin bulunmadığı sorusunu, “siz PKK’yı hala Kürtlerin davasını umursayan bir örgüt mü sanıyorsunuz?” diye ters bir soruyla cevapladım. PKK’nın bu eylemleri kendi adına yapma lüksü ve iradesi kalmamış durumda. Suriye’de bütün dünyanın gözü önünde 10 bin tır dolusu silahını ve bilumum istihbarat ve lojistik desteğini aldığı ABD’nin bütün bu desteği insani yardım olarak yaptığını ve PKK’yı kendi haline istediği gibi eylem yapabilen bir örgüt olarak bırakacağını kimse beklemiyordur herhalde. Bu kadar silahı ve parayı veren aklı da yol haritasını da bütün ayrıntılarıyla belirler. Başka türlüsü düşünülemez. O yüzden PKK’nın yaptığı her eylemden ABD’yi veya PKK’ya aleni destek veren başka güçleri sorumlu tutmaktan doğal bir şey olamaz. Bu noktada artık PKK’nın bu eylemle ne yapmaya çalıştığını sormak abes kaçıyor. Doğru soru: PKK’ya bu eylemi yaptıranlar ne yapmaya, ne demeye çalışıyor?
Aslında PKK’nın Kürt sorunuyla ilgisinin olmadığı bizzat Abdullah Öcalan’ın “İnkar biterse isyan da biter” sözünü söylemesinden sonra, Türkiye’de bizzat Erdoğan tarafından yönetilen devletin inkar politikasını bitirmesinden sonra isyanın devam etmesiyle tescillenmiştir. PKK terörüne devletin Kürt kimliğini ve varlığını inkar etmesini yıllarca mazeret olarak gösterdi.
Gerçek şu ki, böyle bir inkâr da vardı ve bu Türkiye’nin dayandığı tarihi, manevi ve kültürel geleneğe de uygun değildi. Ondan bir sapmaydı ve dar bir ulus-kimlik inşasının beraberinde getirdiği ilkel bir anlayışa dayanıyordu. Erdoğan liderliğinde AK Parti bu ilkelliği baştan beri görüyordu, asla PKK terörüne bir taviz olsun diye değil, tamamen kendi millet tasavvuru adına bu inkâr politikalarına son verdiği halde PKK bahanesi elinden alınmış olmanın hırçınlığıyla terörünü daha da artırdı.
AK Parti’nin çözüm süreci ve demokratik açılım politikalarıyla yaptığı aslında bu milleti millet yapan tasavvuru yenilemek tazelemekten ibaretti. Bunun için yapılması gereken ve yaptığı bir yandan Kürtlere hakları olanı vermek iken bir yandan da PKK’nın elinden bahanelerini almaktı. İnkâr bittiği halde isyan dozunu daha da azdıran PKK bunu artık Kürtler adına yapmadığını ispat etti, ama şimdi artık kendi adına da yapmadığını göstermiş oluyor. PKK kendi varlığına sahip, kendinde bir örgüt değil, o yüzden eylemlerini boşuna yorumlayıp ona bir varlık atfetmenin bir anlamı yok.
İstiklal Caddesi saldırısını da kendi adına değil, Türkiye’ye bir mesaj vermek isteyen güçler adına düzenlemiş olduğunu bilerek bakmak gerekiyor.
HANGİ KÜRTLER?
12 Kasım’da Ankara’da Demokrasi ve Birlik Derneği ile Demokrasi ve Birlik Vakfı’nın düzenlediği çalıştay Kürt sorununun bambaşka bir ifadesi ve Kürtlerin gerçek kimliği ve siyasi temsiline dair çok ufuk açıcı bir girişim olarak kayda geçmeyi hak ediyor. Çalıştayda bir açılış konuşması yapan değerli arkadaşımız Mehmet Metiner’in sütununda yazdıklarından bu girişim adına heyecanlanmamak mümkün değil.
Çalıştaya katılanların sanırım tamamı Kürtlerden oluşuyor ve Kürtler olarak şimdiye kadar kendileri adına konuşma tekeli iddia eden PKK’nın bu iddiasına meydan okuyup “Kürtler olarak” kendi görüş ve konumlarını ortaya koymaya çalışmışlar. Elbette kendi görüşlerinin de bütün Kürtleri temsil ettiği iddiasında değiller, ama en azından PKK’nın emrivakiyle bütün Kürtler adına temsil hakkını gasp etmesine karşı sergilenen bu itiraz çok anlamlı. İşin aslı, Kürtlerin çoğunluğu baştan beri AK Parti’ye destek veriyor ve AK Parti içindeki Kürt siyasi temsili HDP’den fazla. Bu işin başka bir boyutu tabi.
AK Parti iktidara gelmeden önce de Kürt sorununun varlığını gören, kabul eden ve çözümüne dair çok farklı bir çözümü olan bir siyasi hareket. İktidara geldiğinde kendi çözüm programını adım adım hayata geçirdi ve seksen yıllık inkâr politikalarını bitirdi. AK Parti Kürt sorununu görüp, tanıyıp çözüme kavuşturdukça buna Kürt siyasetini kendine mülk gibi gören PKK ve siyasi uzantıları destek vereceğine daha şiddetli bir muhalefet gösterdi. Kürt sorunun asıl müsebbibi olan partilere daha fazla yaklaştılar. Bunun psikolojik olarak açıklanabilir tarafları var elbet ama tek nedeni psikolojiye indirgenemez.
Kürt sorunu sadece PKK elitleri açısından bir siyasi ve ekonomik geçim kaynağı değil, PKK’ya destek veren uluslararası güçlerin de önemli bir aracı. O yüzden Kürt sorununun kaynağını “inkâr” olarak gören Öcalan bitmiş olduğuna kanaat getirdiği inkarın ardından “isyanı bitirmek istediğinde” PKK onu dinlemedi. PKK üzerindeki kontrolünü de bu seviyeden itibaren kaybetmiş olduğunu görmüş olduk.
Bugün PKK’nın Irak’ta, Suriye’de emperyalist ülkelerle içine girdiği angajmanların Kürtlere hiçbir faydası ve getirisi olmadığı gibi bu angajmanların tek nedeni Türkiye’nin kontrol altına alınması, sınırlanması ve zayıflatılması olduğu gün gibi aşikâr.
Metiner’in konuşmasının başında işaret ettiği gibi “Bu ülkede yaşayan aynı dine inanan ve aynı kıbleye yönelen bir büyük milletin evlatlarından biri olan Kürtler” için böyle bir rol yazmak, Kütlere ihanetin en büyüğüdür.