Tarih: 15.10.2020 01:18

Yeniden ‘İslamî Tefekkür’e Dönmek Mümkün mü?(*)

Facebook Twitter Linked-in

Yusuf Tosun yazdı.

‘O zaman sizler, düşünürler, bilginler, siz ustalar
Sizler bulacaksınız gelecek zamanın kurallarını’

Emil VERHAEREN

Aydınımız eşeğin gölgesini kiraya vermek derdinde.  Nasıl mı? Canlı bir örnekle izah edelim:

Alman yazar C. Martin Wieland’ın ‘dahi ile dar kafalılar üzerine’ yazdığı felsefik romanının en çarpıcı sahnesi hiç şüphesiz ‘Eşeğin Gölgesi Davası’dır. Olay M.Ö. 6. Yüzyılda Trakya’da Gümilcine dolaylarında Avdhira kentinin bulunduğu yerde Batı Anadolu’dan gelip buraya yerleşen Abderalılar arasında geçer. Abderalılar tıpkı fıkralara konu olan bizim Karadenizliler gibi ilginç bir millettir.

Rivayet o dur ki; ataları gibi Megaralı olan Struthion adlı bir dişçi, yüzyıllar önce Abdera’ya yerleşmiş. Mesleğinde belki de bütün ülkede tek kişi olduğundan zamanla güney Trakya’nın hemen her yerinde herkes onun yolunu gözler olmuş. Bizim dişçi de küçük şehir ve kasabaları panayır vakitlerinde sırasıyla dolaşırmış. Böylece diş temizleme tozu ve sular yanında bazen de mide ve karaciğer hastalıklarına, göğüs daralmasına, kötü akıntılara karşı bin-bir derde deva ilaçları yüksek fiyata satarmış. Bütün bu yolculukları da o kocaman göbeği ve de ilaç dolu çuvalıyla birlikte elde mevcut küçük eşeğiyle yaparmış.

Aksilik bu ya, tam da panayıra gideceği günün akşamı eşeğinin doğuracağı tutmuş. Bunun üzerine bizim dişçi Struthion ilk geceleyeceği yere kadar hemen bir başka eşek kiralayarak yola revan olmuş. Eşeğin sahibi de hayvana bakmak ve onu ilk konaklama yerinden eve geri getirmek için yanında yürüyerek gidiyormuş.

Haliyle mevsim yaz ve hava da çok sıcak olduğundan kızgın güneşe daha fazla dayanamayan dişçi biraz dinlenmek ve serinlemek için çareyi eşeğin gölgesine sığınmakta bulur. Çünkü etrafta ne bir ağaç ne çalılık ne de gölgelik yapacak başka bir yer vardır. Buraya kadar her şey normal ama biz devamına bakalım:

Eşeğin sahibi ile dişçi arasında şöyle bir diyalog gerçekleşir:

– ‘Hey beyim!’dedi eşekçi, ‘Ne yapıyorsunuz ne oluyor?’

– ‘Biraz gölgeye oturuyorum, çünkü güneş beynimi yakıyor.’

– ‘Ama beyim anlaşmamızda bu yoktu! Size eşeği kiraladım ama gölgeden söz edilmedi.’

– ‘Şaka ediyorsunuz herhalde, dostum!’ dedi dişçi gülerek, elbette eşek gölgesiyle beraber gider, bu böyledir.’

– ‘Hayır Iason adına!’ diye eşekçi dikeldi. Bu böyle değildir. Eşek başka şeydir, eşeğin gölgesi başka şeydir. Eşek için şu kadar para verdiniz. Gölgeyi de kiralamak isteseydiniz, söylemeniz gerekirdi. Yani beyim ya kalkar yola devam edersiniz ya da eşeğin gölgesi için uygun bir para ödersiniz!’

– ‘Ne!’ diye bağırdı dişçi, ‘Eşek için o kadar para ödedim, şimdi de gölgesine para ödeyeceğim öyle mi? Bunu yaparsam üç kere eşek olayım! Eşek bütün gün bana aittir, canım istediği zaman, canımın istediği kadar gölgesine otururum, karışamazsın!’*

Tartışma bu minval üzere uzar gider… Konu mahkemeye taşınır, yargıç önüne çıkılır, raporlar hazırlanır, bilirkişiler çağrılır, Abderalılar ikiye bölünür… Bu çerçevede mahkeme dozu artarak uzar da uzar.Dedik ya burası Abdera!…

Velhasıl dünya mizah tarihinde eşi bulunmayan bir hukuk parodisi yaşanır.

Peki bugün de yok mu aramızda ‘Eşeğin Gölgesi Davası’nı kovalayan Abderalılar?

Bu parodinin değişik versiyonları birçok alanda olduğu gibi en ilginci maalesef aydınlarımız arasında yaşanıyor.

Malum Türkiye değişiyor, dünya değişiyor; değişmek de zorunda. Buna kimsenin itirazı yok. Önemli olan bu değişimin neresindeyiz ve kontrol kimin, kimlerin elinde? Batı bu dengeyi kendince sağlıyor lakin bizim aydınımız söz konusu değişimde tıpkı Wieland’ın Eşeği Davası (Abderalılar) romanında olduğu gibi ‘eşeğin gölgesi’nden faydalanma derdinde… Yani sadece kendi çıkarlarının peşinde koşuyorlar ve bu dünyada onlara benzemeyenlere yer vermiyorlar. Gerçi buna da aydın-entelektüel denemez ya!… Ama maalesef elimizdeki kumaş bu!… Hepsinin tek bir derdi var; ‘eşeğin gölgesini kiraya vermek…’**

Türkiye’nin ve dahi İslam dünyasının durumu maalesef bundan ibarettir.

İslami Tefekkür…

Günümüz eğitimi aydın yetiştirmek yerine bireyi alıklaştırıyor. Halimiz tıpkı oğullarını yiyen Satürn gibi… Yeniden ve de esastan düşünmek zorundayız ve bir Jüpiter’in doğumunu gerçekleştirmek şart!..

Şayet varsa Türk enteljiyansiyasının mutlaka bir ‘Kültürkamf’a ihtiyacı var. Batı bunu yapıyor ve 150 yıldır müthiş bir kültür savaşı veriyor. Hedefleri ise Türklerin, İslam dünyasının ‘İslami Tefekküre’ yeniden dönmemesi. Çünkü İslam dünyası özellikle de Türkiye ‘İslami Tefekküre’ yeniden dönerse, tarihin seyri başka cereyan edecektir. Bunu iyi biliyorlar. Madariaga’nın 1966’da İş Bankası Yayınlarından Türkçeye çevrilen ‘Avrupa’nın Portresi’ kitabında yer verdiği şu tespit her şeyi apaçık anlatıyor aslında:

Türk inkılabına hâkim olan ilham ve esas prensiplerin Paris ve Londra’dan gelmeye devam ettiği ölçüde, zamanın Türkleri her bakımdan Avrupalı olmaya hak kazanacaklardır. (…) Türkler eskiden beri ne derece Hristiyanlığa ve Müslümanlığa yakın olmuşlardır? Araplar, İranlılar, Mısırlılar ve hatta İspanyollar yeniden İslami Tefekküre dönebilirler fakat Türkler asla!…

Görüldüğü üzere batılıların tüm gayreti halkı Müslüman olan devletleri sevgili Celal Fedai’nin ifadesiyle;’İslami yaşantısı olan ama İslami Tefekkürü olmayan yığınlar haline getirilmesi’** üzerine kurgulanıyor. Aslında bu durum yeni değil, çok eski bir planın argümanı…

Ve özellikle Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana batının izlediği gizli politika; İslam Dünyasının ve dolaysı ile Türklerin yeniden ‘İslami Tefekküre’ dönmemesi üzerine kurgulanmış durumda.

Evet, mevzu Müslümanların ‘İslami Tefekküre..’ asla ve kat’a dönmemeleridir. Altını çizerek tekrar edelim: Batının bütün planı bunun üzerine kuruludur. Peki İslam düşmanları için bu durumu o kadar tehlikeli kılan şey nedir? derseniz; cevabı için Aliya İzzetbegoviç’in ‘Doğu ve Batı Arasında İslam’ kitabına bakmamız yeterli olacaktır.

Gırtlağında Hava Sayacı…

Peki ne yapmalı, nasıl yapmalı? diye soracak olursak; rahmetli Nuri Pakdil’in adına ‘Edebiyat’, Fethi Gemuhluoğlu’nun ‘Kültür-Sanat’ dediği yerden tekrar ayağa kalkmak zorundayız. Türkiye’de bunca zamandır kültür hep ithal edildi. Yani yerli olunamamıştır bir türlü kültürümüz. Bu alanda gayret gösterenler ise görmemezlikten gelinmiş hatta linç edilmeye çalışılmıştır. Mesela geçmişte İbrahim Müteferrika, Mehmet Akif, Fuat Köprülü… Günümüzde ise Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel… gerçi bu ve benzeri aydınlarımızın da ‘İslami Tefekkür’ bağlamında tam bir açılım sağladığını göremiyoruz maalesef. Özellikle son dönem aydınımızın daha çok İslami ideallerini kendi şahıslarında hapsederek ütopyalaştırdıklarını görüyoruz. Bu da ayrı bir yaramız!… Oysa dünün ve bugünün Amerika’sının kültür politikalarını öteden beri CIA belirliyor. Ve böylece eskiden beri diğer ülkelere de ayar vermeye çalışıyorlar. Türkiye de bunların arasında ilk sırayı almaktadır.

Peki tam manasıyla hedeflerine ulaşabilmişler midir? 

Bu toprağın mayasında yer alan ilahi nefha onların bu planını her zaman için boşa çıkarmaya adaydır. İnsanımız hala içinde bir umutla yaşıyor. Yeniden ayağa kalkmak için kendi entelijiyansamızı oluşturmak ve düştüğümüz yerden ayağa kalkmaktan başka çaremiz yoktur.

Çünkü bugün dünya sadece Türkiye için değil, tüm İslam coğrafyası için Marcel Duchamp’ın 1900’lerin başında söylediği;

‘…bir toplum oluşturmalı, bireylerin soludukları havanın parasını ödemek zorunda oldukları (hava sayaçları), hapsetme ve seyrekleştirilmiş hava, karşılığı ödenmediğinde bir boğulma yeterlidir gerektiğinde (havayı keserek)’… hali yaşıyor.

Aslında yakın zamanda tüm dünyanın yaşadığı ve hala etkisi devam eden, adına ‘Pandemi’ dedikleri süreç biraz da böylesi bir düşüncenin oyun alanı gibi gözüküyor… Dilden düşmeyen ‘maske’ ve ‘sosyal mesafe’ akabinde kim bilir yapılacak zorunlu-gönüllü nano-aşılar üzerinden bireyi çiplemek mümkün mü, mümkün!… Bu duruma tek elden bir altyapı hazırlanıyor.

Evet tam da böyle bir hali yaşıyor şimdilerde İslam dünyası ve dahi tüm insanlık. Yüzlerinde maskeler, kollarında nano-çipler ve gırtlaklarında ‘hava sayaçları’yla dolaşıyor bugün Müslümanlar. Her an başlarına bir bomba düşebilir, genetiğiyle oynanabilir, kimyaları bozulabilir ve havaları kesilebilir! İşte Suriye, Irak, Filistin, Mısır, Yemen, Lübnan…

Öyle ki havayı kesmenin de ötesinde bu ümmetin çocuklarının cesetlerini sular üzerinde topluyoruz. Hazin ki ne hazin!…

Netice…

Elbette ki çaresiz değiliz! Vardır mutlaka bir hal çaresi!… Bu nedenle öncelikli olarak yapılması gereken; ısrarla tarihi kaderinden uzaklaştırılmak istenen ve batılıların ‘…bir daha asla İslami Tefekküre dönemez’ dedikleri Türkiye ümmetin bir prototipi olarak kendi ‘kültür gemisi’ni, Celal Fedai’nin ifadesiyle ‘Kültürkamf’ını** oluşturmak zorundadır. Yani ‘Nuh’un Gemisi’ni yeniden inşa etmek ve içini doldurmakla mükellefiz. İşte o zaman ümmetin bir sembolü olarak Türkiye kendi kaderini bihakkın yaşayacak ve yönünü dosdoğru istikamete çevirmiş olacaktır.

Acilen Siyasiler tarafından değil Entelektüellerimiz eliyle bir ‘Kültür İradesi’ beyanı yapılmalıdır. Evet altını çizelim ‘Kültür Politikaları’ değil, ‘Kültür İradesi’… Kelime ve kavramlarımızı yeniden gözden geçirmeli ve içini olabildiğince doldurmalıyız. Aksi taktirde başkalarının kültür politikalarına proje olmaktan kurtulamayız. Çünkü projesi olmayanın proje olması kaçınılmazdır. Son dönemlerde siyasilerin sık sık içe dönük kültür-sanat eleştirisi yapması ise zinhar yeterli değildir. Alternatifler ve de icraatlara ihtiyacımız vardır acilen!…

Bu nedenledir ki; ‘Kültür-sanat Gemisi’nin mutlaka yüzdürülmesi gerekiyor. Aksi hüsrandır ve dahi yıkımdır.

Türkiye’nin Kaderi, İslam dünyasının ve dahi insanlığın kaderidir. Bu kaderi şekillendirmek elimizde!… Özellikle de aydınlarımızın, siyasilerimizin ‘İslami Tefekkür’ün yeniden ihya ve inşası için çok gayret sarf etmesi gerekiyor.

Şairin (Emil Verhaeren) şu dizeleriyle bitirelim:

‘O zaman sizler, düşünürler, bilginler, siz ustalar

Sizler bulacaksınız gelecek zamanın kurallarını’

Notlar:

*Abderalılar, C. Martin Wieland, Bilge Kültür Sanat, S:218

** Türkiye’nin Kaderi, Celal Fedai, Pruva Yayınları

(*) Özgün İrade Dergisi 2020 Ekim(198.) Sayısı...




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —