Yeni Yüzyıla Girerken

Cuma Çiçek, birikimdergisi.com’ da “Yeni Yüzyıla Girerken” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yeni Yüzyıla Girerken

Cumhuriyet’in 100. yılına girdik. Hem hükümet hem de muhalefet cephesinde yüzyıl söyleminin öne çıktığını görüyoruz. AK Parti siyasi programını “Türkiye Yüzyılı” adıyla kamuoyuna sundu. Öte yandan muhalefet cephesinde İkinci Yüzyıl söylemi öne çıkıyor. 

Cumhuriyet’in yüzüncü yılına denk gelen Haziran 2023 seçimleri olağan bir seçim olmaktan çoktan çıkmış ve bir rejim değişikliği referandumuna dönüşmüş durumda. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “bu seçim son seçim”[1] söyleminin de gösterdiği üzere önümüzdeki seçimler hükümet değişiminden öteye bir siyasi rejim değişikliği potansiyeli taşıyor. Zira, son yıllarda siyasi ve ekonomik alandaki yıkımlar toplumdaki radikal değişim talebini besliyor. Türk tipi başkanlık sistemi siyasal alanda 2012 yılında başlayan demokrasiden uzaklaşma ve otoriterleşme eğilimini güçlendirdi. Öte yandan, ekonomik alanda büyük ilerlemeler sağlayacağı vaat edilmesine rağmen, yeni yönetim sistemi büyük bir yıkıma neden oldu.

Öte yandan, yeni yüzyıla biçilen anlama denk bir siyasal ve toplumsal tartışmanın olmadığını görüyoruz. Oysaki önümüzdeki seçimlerin ve yeni yüzyıl söylemlerinin yenilik getirme potansiyeli, geçmiş yüzyılın eleştirel muhasebesini ve cesur bir yüzleşmeyi gerektiriyor. Zira, siyasi rejim, sınıf politikaları, çevre ve ekoloji, toplumsal cinsiyet ile kimlik meseleleri gibi bir arada yaşama potansiyelimizi belirleyen temel sorun alanlarımıza baktığımızda bir asırlık geçmişe rağmen Türkiye’nin bugünkü tablosunun hiç de umut verici olmadığını görüyoruz.

Ülkelerin demokratikleşme süreçlerini izleyen uluslararası endekslerin çoğu Türkiye’nin demokratik bir siyasi rejime sahip olmadığını teyit ediyor. Freedom House’un özgür, kısmi özgür ve özgür olmayan ülkeler sınıflandırmasına göre Türkiye 0-100 skalasında 32 skoruyla özgür olmayan ülkeler içerisinde yer alıyor.[2] The Economist Intelligence Unit tarafından hazırlanan 2021 Demokrasi Endeksi’nde ise Türkiye 0-10 skalasında 4,35 puanla otoriter rejimlerle kusurlu demokrasiler arasındaki melez rejimler içerisinde değerlendiriliyor. Endekse göre Türkiye demokrasi endeksine göre 167 ülke içinde 103. sırada yer alıyor. 2006 yılında 5,7 puanıyla kusurlu demokrasiler kategorisinde olan Türkiye 2012 yılına kadar demokratikleşme yönünde ilerleme kaydederken, bu tarihten itibaren gerilemeye başlıyor. Bu gerileme 2016 sonrasında ise hızlanıyor ve Türkiye otoriterliğin kıyısında bir melez rejime dönüşüyor.[3] 

Dünya Bankası 2021 verilerine göre, kişi başı Gayri Safi Milli Hasıla dünya genelinde 12.070 dolar iken, Türkiye’de 9.830.[4] Başka bir ifadeyle Türkiye nüfusa oranla toplam üretim düzeyi bakımından dünya ortalamasının altında bir profile sahip.  Öte yandan milli hasılanın toplumsal gruplar arasındaki dağılımı büyük bir toplumsal eşitsizliğin olduğu gösteriyor. Türkiye halkının en yoksul %40’lık kesimi toplam gelirin %15,5’ini alırken, en zengin %10’luk kesimi gelirin %31,6’sını alıyor. En zengin %1’lik grup ise ülke gelirlerinin %18,8’ini elde ediyor.[5] Bu verilerin 2021 yılına ait olduğunu ve etkisini büyük oranda 2022 yılında yaşadığımız ekonomik krizin tabloyu kötüleştirdiğini not etmek gerekiyor. Zira, işgücünün toplam gelirden aldığı pay 2016 yılında %40,5 iken, 2020’de %38,8’e, 2022’nin ikinci çeyreğinde %25,4’e düştü.[6]

Çevre ve ekoloji alanına baktığımızda da ne yazık ki olumsuz bir tablonun olduğunu görüyoruz. Sadece tarım alanlarına bakmak durumun vahametini anlamaya yetiyor. Bülent Şık’ın altını çizdiği üzere, “suni gübrelere, pestisitlere, monokültüre ve toprağı sıkıştıran mekanik araçlara dayalı endüstriyel tarım, ormansızlaştırma, toksik atıkları ve sulak alanların kaybı” sonucu bugün Türkiye’nin toplam tarım alanının büyük bir çoğunluğu “neredeyse ölü”. Zira nitelikli tarım toprağında aranan organik madde içeriği toplam toprak ağırlığının %3’ü kadar olması gerekirken, “Türkiye topraklarının yaklaşık %88’inin organik madde miktarı az ya da çok az olarak nitelendirilen %2 oranının altında”. Son 50 yılda toplam 2,5 milyon hektar sulak alanın yaklaşık yarısını kaybettik. Ötesi, Türkiye’nin %73,4’ü yüksek ya da orta düzeyde çölleşme hassasiyetine sahip.[7] Gidişatı değiştiremezsek çok uzak olmayan bir zaman dilimi içerisinde büyük bir ekolojik krizle ve onun bir parçası olarak gıda kriziyle karşılaşacağız.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine dönük büyük bir toplumsal dönüşüme ihtiyaç var. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre sadece 2021 yılında 280 kadın öldürüldü ve 217 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu.[8] Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) verilerine göre, üç kadından biri yakın ilişkide olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kalıyor. Öte yandan, 2020 yılı verilerine göre, istihdam alanında işgücüne dahil olmayan 20-24 yaş arasındaki nüfus oranı erkeklerde %31,41 iken, bu oran kadınlarda %58,51. On beş yaş üzeri nüfusta okur-yazar olmayanların oranına bakıldığında iller düzeyinde erkekler için bu oran %8,77 ile %22,25 arasında iken, kadınlarda %77,75 ile %91,23 arasında değişiyor. Siyasal katılıma bakıldığında, 2019 verilerine göre, parlamentoda kadınların oranı %17,32. Bu oran belediye başkanları için %2,95, belediye meclis üyeleri için ise %11,01.[9]

Kutuplaşma araştırmalarının ve tartışmalarının gösterdiği üzere dini ve etnik olarak çoklu bir yapıya sahip olan Türkiye’de kimlik politikaları bağlamındaki sorunlar bütün ağırlığı ve şiddetiyle sürüyor. Türkiye geçen yüzyıla rağmen bu çoklu kimlikleri içerecek çoğulcu ve özgürlükçü bir kimlik siyaseti inşa edemedi. Söz konusu toplumsal kimlikler bugün siyasal ayrımları belirleyecek düzeyde farklılaşmış durumda. Kürt meselesi, Alevi meselesi, dini azınlıkların sorunları, sekülerlik-muhafazakarlık üzerinden devam eden karşılıklı toplumsal korkular ve kaygılar aşılması kolay olmayan siyasi gettolar inşa etmiş durumda.

Bütün bu tabloya rağmen, Türkiye’de sınıf, ekoloji, toplumsal cinsiyet, etnisite-ulus, din-mezhep gibi dinamikler üzerinden süren sorunlar arasındaki kesişimi ve etkileşimi dikkate alan; maddi ve sembolik kaynak paylaşımına ve siyasal katılıma dayalı; halkın hak, hukuk ve özgürlük arayışlarına cevap verecek bir toplumsal dönüşüm kolay olmasa da mümkün.

İkinci yüzyılın ilk seçimlerine gittiğimiz bu günlerde mümkün olanı hayata geçirmek her şeyden önce ortak bir hayali, paylaşılan bir gelecek tahayyülünü gerektiriyor. Böylesi bir tahayyül etrafında geniş kesimleri mobilize edebilecek, kolektif eylem becerisine sahip, umut ve güven veren aktörleri zorunlu kılıyor.


[1] Meral Akşener: Bu seçim son seçim! Kazanmak durumundayız! – YouTube

[2] Turkey: Freedom in the World 2022 Country Report | Freedom House

[3] Democracy Index 2021: Decline in world democracy | Economist Intelligence Unit (eiu.com)

[4] GNI per capita, Atlas method (current US$) – Turkiye, World | Data (worldbank.org)

[5] hdr2021-22pdf_1.pdf (undp.org)

[6] İşte ‘Türkiye modeli’: Emekçilerin gelirden aldığı pay 2 yılda yüzde 37’den yüzde 25’e düştü! (birgun.net)

[7] Mektup içeriye, sözüm dışarıya: Gıdalar, çocuklar ve siyasal ahvalimiz – Bülent Şık – bianet

[8] Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2021 Yıllık Veri Raporu (kadincinayetlerinidurduracagiz.net)

[9] Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (ceid.org.tr)

 

Kaynak: farklı bakış