Arapça bir sözcük olan muasır; çağdaş anlamına, muasır medeniyetler ifadesi de çağdaş uygarlıklar anlamına geliyor. Türkiye’nin en büyük ideali çağdaş uygarlıkların ulaştığı düzeyi aşmak idi. Çağdaş uygarlık düzeyi olarak çizdiğimiz çerçevenin içinde; ileri demokrasi, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğünün benimsenmiş olması, gelir adaletinin mümkün olduğunca sağlanmış olması, sanayileşme gibi ögeler yer alıyor. Muasır medeniyetler çerçevesi, ifadenin kullanıldığı yirminci yüzyılda fazlasıyla geçerliydi. Gelişmiş diye tanımlanan ülkelerin çoğu bu çerçeveye uygun yapılara sahipti. Sermaye sınıfı, emeğin karşısında her zaman daha güçlüydü ama zaman içinde, özellikle yirminci yüzyılda sendikaların kurulması ve güçlenmesinden sonra emek de biraz olsun güç kazanmış, sermaye kesimi biraz biraz geri çekilmişti. Küreselleşmeyle birlikte sermaye sınıfı eski güçlü ve acımasız konumuna geri döndü ve emekçileri tıpkı sanayi devriminin ilk zamanlarında olduğu gibi köle konumuna düşürmeye çalışır oldu. Bunda da epey yol aldı.
Yunanistan eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, Technofeudalism (What Killed Capitalism) başlıklı ve 2024 tarihli kitabında sermayenin, bu aşamada önündeki bütün engelleri ortadan kaldırarak inanılmaz bir güce ulaştığını vurguluyor. Varoufakis, kapitalizmin geleneksel piyasalarının yerini serbest olmayan ve birkaç teknoloji devi firma eliyle denetlenen platformların aldığını ve bu şekliyle nitelik değiştirip teknofeodalizme evrildiğini öne sürüyor.
Feodalizm ya da derebeylik rejimi; ortaçağda (5. Yüzyılın sonlarından 15. Yüzyılın sonlarına dek sürdüğü öne sürülen dönem) Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok yerde egemen olan siyasal ve ekonomik bir örgütlenme biçimini ifade ediyor. Bu rejimde siyasal yapı, derebeyleri (senyör, lord) ve onların emrinde çalışan yarı köle konumundaki serflerin ilişkisine dayanır. Bu dönemde merkezi otorite (kral, imparator) zayıftır ve güç derebeylerin elindedir. Feodal ekonomik yapı, derebeylerin sahip olduğu büyük topraklarda serflere yaptırılan üretime yani bir anlamda kendine yeterlilik sistemi üzerine kuruludur. Feodalitenin egemen olduğu dönemde krallar, derebeylerin görüşlerini almadan esaslı kararlar alamazlardı. Çünkü mesela bir savaş söz konusuysa hem maddi desteği hem de asker desteğini derebeylerinden alırlardı. Dolayısıyla onlara her şeyi danışmak zorundaydılar. Bunun aksini yaparak Fransayla giriştiği savaşı finanse etmek için kimseye danışmadan vergi almaya kalkan İngiltere Kralı Yurtsuz John’a, lordlar, Magna Carta’yı imzalatmış ve onlara danışmadan vergi alamayacağını kabul ettirmişlerdir.[i]
Varoufakis’in görüşlerine benzer görüşleri ondan yaklaşık 5 yıl kadar önce (20 Haziran 2020’de) yayınladığım “Geleceğin Dünyası Üzerine Görüşler” başlıklı yazımda paylaşmıştım. “Geleceğin dünyasında egemen devlet kavramının yerini yavaş yavaş egemen şirketlere bırakacağı görüşündeyim. Günümüz dünyasında hegemon devlet konumunda ABD yer alıyor. ABD’nin bu pozisyonuna karşı iki farklı meydan okuma var. İlk meydan okuma Çin’den geliyor. Çin, bir yandan eğitime verdiği destekle çok yüksek bir aşamaya çıkardığı yaratıcılığı, bir yandan da ucuz emeği kullanarak ciddi bir rekabete dönüştürüyor. İkinci meydan okuma çok uluslu şirketlerden geliyor. Çok uluslu şirketler öylesine büyüyor ve öylesine gelir yaratabiliyorlar ki küresel sistemdeki çoğu devletten daha varlıklı konuma yükseliyorlar. Bu, onlara büyük güç ve imkân sağlıyor ve küresel ekonomide ve hatta sosyal konularda giderek artan biçimde söz sahibi hale gelmelerine yol açıyor. Geleceğe ilişkin bu tahminim doğru çıkarsa bugün fazla etkili görünmeyen kripto paraların gelecekte sistemin temel ödeme aracı haline geleceğini beklemek doğal sonuç olur.”
Yaklaşık beş yıl önce paylaştığım bu öngörülerin bugün gerçekleşmeye başladığını görüyorum. Çok uluslu olsun olmasın ama teknoloji ve özellikle dijital teknoloji alanında yatırım yapan, büyüyen şirketlerin patronları ve CEO’ları uygulanması gereken politikaları siyasetçilere, bürokratlara empoze eder aşamaya geldiler.
Trump’ın yemin töreni bu gelişmenin adeta lansmanı gibiydi. Bütün dev teknoloji şirketlerinin patronları ve CEO’ları orada dizi dizi Trump’ın yanında yer almışlar, sanki bir ortak yönetim söz konusu olacakmış ve kararları birlikte alacaklarmış gibi bir görünüm sergilemişlerdi. Bu görünüm, sermayenin, kapitalizmin ilk çıkışındaki durumdan bile daha egemen olacağının, siyasetçiyle ve emek kesimiyle ilişkisini feodalitedeki senyör, kral, serf ilişkisine döndüreceğinin kanıtı gibiydi.
Ben, tahminlerimde biraz daha ileri gidiyorum ve bu yüzyılın ikinci yarısında gelişmiş dünyadaki ulus devletlerin etkinliğini tümüyle yitireceğini, birçok gelişmiş ülkede siyasetçilerin kararları sermaye kesiminin istekleri doğrultusunda uygulayıcılara ileten aracılar haine dönüşeceğini öne sürüyorum. Böyle bir gelecekte gelişmekte olan ülkelerde ulus devletler görünürde var olmaya devam etseler de bu ülkelerin, gelişmiş dünyaya hizmet sunan serfler konumunda olacaklarını tahmin ediyorum.
Kaynak: T24