Democratic Progress Institute (DPI – Demokratik Gelişim Enstitüsü), “Türkiye ve Kürt Sorunu: Jeopolitik ve Yeni Bir Girişim İmkânı” başlıklı yeni bir rapor yayınladı. Kürt meselesini bölgesel gelişmeler bağlamında ele alan rapor, Osman Sert’in imzasını taşıyor. Sert, bu önemli raporu, 1 - 20 Kasım 2020 tarihleri arasında Diyarbakır, Van, Ankara, Stockholm ve Londra’da çözüm sürecini bizzat yaşayan veya yakından gözlemleyen farklı siyasal ve sosyal kesimlerden gelen 15 kişi ile derinlemesine mülakatlar yaparak hazırlamış.*
Raporun iki temel hedefi var: Biri, çözüm sürecinin akamete uğramasının ardından yaşananların ve izlenen siyasetin Kürtlerde ve Ankara’da yarattığı hissiyatı anlamaktır. Diğeri ise bölgesel denklemde, çözüm için yeni bir girişimin mümkün olup olmadığını sorgulamaktır.
Sert, bu bağlamda, yakın tarihin geniş açıdan bir fotoğrafını çekiyor. Hâlihazırda Kürt meselesinde etkili olan ve/veya ileride etkili olması muhtemel aktörlerin güçlü ve zayıf taraflarına odaklanıyor. Ve onların rotalarına büyük ölçüde yön veren fikirlerini ve ruh hallerini, olması gereken bir mesafede durarak, tahlil ediyor.
SİYASİ ESNEKLİK VE VİZYON KAYBI
Raporun ilk bölümü, sürecin neden başarıyla neticelenmediği sorusunun peşine düşüyor. Cevap olarak; net bir yol haritasının yokluğu, yanlış mimari, konjonktürel siyasal hedeflerin sürece dair hassasiyetlerin önüne geçmesi, FETÖ’nün bozucu etkisi, süreci koruyucu mekanizmaların inşa edilmemesi, bombalı saldırıların sürecin toplumsal meşruiyet zeminini aşındırması vb. nedenler sıralanıyor.
Bununla birlikte Sert, Suriye eksenli jeopolitik değişimlerin sürecin raydan çıkmasında belirleyiciliğini özel olarak vurguluyor. Sert’e göre, Suriye’nin sürece tesiri iki taraflı oldu: Bir taraftan Suriye’de sınırlı da olsa bir alanda hâkimiyet kurmakla yükselen özgüven PKK’de siyasi esneklik ve vizyon kaybı yarattı. Diğer taraftan da AK Parti, hem PKK’nin kazanımlarını bir tehdit olarak gördü hem de iktidarı kaybetme riski ile karşılaştığında önceliğini iktidarda kalmaya verdi. Böylece 2013’te başlayan ve 2.5 yıl süren sürecin devam ettirilmesinin imkânı kalmadı.
Süreç sona erdikten sonra, içerde ve dışarda artan güvenlik endişesi Türkiye’yi milliyetçi iklime soktu. Geniş kapsamlı askeri operasyonlarla PKK’nin şehirlerdeki ve kırsaldaki etkinliği kırıldı. Göreceli bir güvenlik ortamı yaratıldı. Siyasi alandan tasfiye edilmesi için HDP fiili ve hukuki yoğun bir taarruza tabi tutuldu. Hak ve özgürlükler sınırlandırıldı. Medya, iktidarın oluşturduğu milliyetçi dile teslim oldu. Devletin bütün aparatları bu söylemin hizmetine koşuldu vs.
“TERÖR YOKSA SORUN DA YOK”
Böylece Türkiye’nin batısında “Terör yoksa sorun da yok” düşüncesi yaygınlaştı. Kürt meselesi, askeri operasyonların haricinde gündemden düştü. Yaratılan durumun geçici değil daimi bir durum olduğuna dair algı kökleşti. Lakin gerçek ile algı birbirinden farklı; sorun tüm gerçekliği ile devam ediyor.
“Siyaseten bunun ifade edilemiyor olması ve semptomatik tedavilerle ilerlenmesi içerideki sorunun varlığını ortadan kaldırmıyor… Demokratikleşme ve siyasi bir çözüm oluşmadığı sürece mevcut göreceli güvenlik ortamı kalıcı değil.”
Aslında, çözümün siyasette olduğu konusunda bir mutabakat olduğu söylenebilir. Hem Kürtler hem de devletin bürokratik ve siyasi kadrolarında bulunan birçok isim, nihai bir çözüme ancak siyasi süreçlerle varılacağını biliyor. Sert, gelinen noktada ise siyasi bir sürece dair üç noktaya temas ediyor:
GEÇMİŞİN AĞIR YÜKÜ VE NEO-KEMALİZM
Birincisi, geçmişin ağır yüküdür. Çözüm sürecindeki güvenlik açığı, hatırı sayılır bir kesimde bir travma yarattı. Dolayısıyla yeni bir süreç için öncelikle geçmişin hatalarının tekrarlanmayacağı noktasında, endişeli olan toplumsal grupları ikna etmek gerekiyor. Zira bu gruplar, yeni bir maceraya atılıp yeniden ağır bedeller ödemektense, var olanı sürdürmeyi tercih edebilirler.
İkincisi, bugünün şartlarıdır. FETÖ’nün tasfiyesi ve oluşan göreceli güvenlik ortamı, yeni bir süreç için iktidarı cesaretlendirebilir. Fakat göreceli güvenlik, fırsat olabileceği gibi, engele de dönüşebilir. İktidar, bunu politikalarının kabulüne yorup çizgisinde ısrar da edebilir.
Son beş yılda gri alanın zayıflamış olması da bir diğer problemi oluşturuyor:
“Muhtemel bir çözüm girişimine dönük en ciddi problemden biri ise konuya toplumsal meşruiyet sağlayacak sivil toplumun ve direnç noktalarını zayıflatabilecek etkileşim alanlarının yani gri bölgelerin zayıflamış olması.”
Keza, darbe teşebbüsünün ardından AK Parti’nin milliyetçi ve ulusalcılarla ortaklık kurması, neo-Kemalist bir akımı Türkiye’de çok güçlü bir şekilde benimsenmesine neden oldu. Neo-Kemalizm ise, Kürt meselesinin siyasi ve demokratik araçlarla çözülmesine karşı bir duruşu simgeliyor.
“Tektipçi neo-Kemalist politika pratiklerinin almasına ve ek olarak en azından sembolik düzeyde, iktidara alternatif olması gereken farklı kesimleri de içine alan bir yaygınlığa kavuştu. Muhtemel bir çözüm sürecinin önündeki en önemli engellerden biri sorunun en temel kaynaklarından birine yeninden sahip çıkan bu akım görünmektedir.”
SİYASİ PRAGMATİZM
Üçüncüsü ise, siyasi aktörlerin özellikleri ve aldıkları pozisyonlardır. Sert, bunun olası bir süreci hem kolaylaştırabileceğine hem de zorlaştırabileceğine dikkat çekiyor. Misal, Erdoğan’ın dillere destan siyasi pragmatizmi sürece kapı aralayabileceği gibi beklenen yönde adım atmamasının bir sebebi de olabilir.
“Bir yanda iktidarını tahkim eden milliyetçi söylem ve Kürt karşıtlığı, diğer yanda sonu belli olmayan, sandıkta alınan riske değme ihtimali düşük bir normalleşme stratejisi.”
HDP, Kürtlerin siyasal temsili konusunda birincil adres olması sebebiyle, yaşanacak bir süreçte olumlu işlevler yüklenebilir. Fakat aynı HDP’nin toplumun genelinde en çok karşı olunan parti kimliğini taşıması onunla yürümeyi zorlaştırabilir.
CHP’nin yapıcı ve diyaloga açık bir tavır takınması değerlidir. Ancak“karar günü geldiğinde ana dilden vatandaşlık tanımına ve etnisite tarifine, Anayasa’nın ilk üç maddesine kadar kritik kavşaklarda ana muhalefet partisinin alacağı tavrı bugünden kestirmek zor.”
Gelecek Partisi ve DEVA’nın başta anadil olmak üzere demokratik talepleri sahiplenmesi, bu taleplerin muhafazakâr tabanda meşruiyetinin artmasına katkıda bulunduğu için çok kıymetlidir. Fakat HDP seçmeni dışındaki seçmen kitlesinin güvenlik taleplerine ne kadar yanıt oluşturabilecekleri ve seçmeni ne derece ikna edebilecekleri belirsiz.
TÜRKİYE SİYASETİNİ REHİN ALMAK
Sert, halkın ikna olacağı bir yol haritasının hazırlanmasını ve PKK’nin siyasallaşma korkusundan kurtulmasını yeni bir sürecin şartları olarak sayıyor. Ancak Türkiye’de bütün şartlar sağlansa bile yeni bir sürecin olup olmayacağında başlıca rolü jeopolitik gelişmelerin oynayacağını belirtiyor. Bu bahiste altını çizdiği dört faktör var:
İlki, Suriye’de olup bitenlerin de tetiklemesiyle Kürt meselesinin hiç olmadığı kadar uluslararası hale gelmesidir. Irak ile başlayan bu süreç Suriye’de zirveye çıktı. Irak’ta süreç Türkiye lehine gelişirken Suriye’de aynı şekilde işlemedi. Aksine, PKK bağlantısı nedeniyle PYD’nin kazandığı güç, Türkiye’nin Suriye politikasını bir ölçüde rehin aldı.
İkinci olarak, Türkiye’nin, Suriye sahasında kazanabileceklerinin önemli bir kısmını elde etmesidir. Bundan ötesine geçmesi zor görünüyor. Diğer yandan PKK ise Türkiye’de gücünün büyük bir kısmını kaybetti. Yakın vadede bu dengeyi değiştirecek bir olasılık da gözükmüyor. Taraflar, bu durum nedeniyle konumlarını yeniden gözde geçirmek mecburiyetinde kalabilirler.
Üçüncüsü, Kandil’e karşı Rojava’nın yıldızının parlama ihtimalidir. Çünkü PKK, Türkiye’de sıkıştı. Kürdistan Bölgesi Yönetimi ile de gerilimli bir ilişki içinde. Buna mukabil ABD desteğini arkasına alan PYD’nin öne çıkma şansı yüksek.
“Mazlum Kobani’nin süreç içinde kazandığı özerk güç ile YPG ile PKK’yı farklılaştırma çabası ABD tarafından da destekleniyor.(52) İlaveten YPG’nin PKK’dan farklı bir demografik kitleye yaslanması, SDG liderleri ile PKK yönetimi arasında mutlak bir uyum yaşanmaması gibi unsurlar da unutulmamalı.”
Ve dördüncüsü de yeni ABD yönetiminin alacağı tavırdır. Türkiye ile ABD arasındaki tek ihtilaf, Suriye değil; başka konular da var. Bu ihtilaflarda bir orta yol bulunup bulunulmaması Suriye politikasını da belirler. Dolayısıyla ABD’nin durduğu yer, bölgedeki Kürt aktörlerin ve Türkiye’nin tercihini de etkileyecektir.
YENİ SİYASİ ZEMİN
Sert, bütün bu zorluklara ve yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen, bölgede değişen dozlarda da olsa bir süreç umudunun devam ettiği söylüyor. Türkiye’nin batısında sözü dahi edilmese de bölgede insanlar bir siyasi çözüm bekliyorlar. İkili bir hal var burada: Bir yandan, iktidarın bu derece güç bir mesele hakkında üzerinde incelikli şekilde düşünülmüş ve uzun vadeli bir stratejisi yok ve bu temel bir soruna tekabül ediyor. Diğer yandan ise Kürt meselesini er ya da geç çözmek, Türkiye için bir zorunluluk oluşturuyor. Belki maliyeti göze alınarak bir süre paranteze alabilir ama çözüm ilanihaye tehir edilemez. Çözüm geciktikçe halkın ödediği bedel büyüyor, mevcut halin altından kalkmak güçleşiyor.
Binaenaleyh siyasi bir süreç için çaba ve arayışları sürdürmek gerekiyor. Türkiye’nin, Sert’in de belirttiği üzere, “duygusal yıpranmışlık ve ideolojik keskinleşmeyi aşabilecek yeni bir siyasi zemine”, yeni bir sürece ihtiyacı var. Bugün olmasa bile yarın bu mecburiyet kendini kabul ettirecektir.
*Rapor için bakınız