Yeni bir müstemleke dili nasıl oluşur?

Selçuk Türkyılmaz, bu seçim döneminde bazı muhafazakâr yazar ve siyasetçinin Ayasofya üzerine dile getirilen konuların büyük oranda oryantalist bir mantığa bağlı olarak yeni bir müstemleke(sömürge)dilinin oluştuğunu belirtiyor.

Yeni bir müstemleke dili nasıl oluşur?

Taha Akyol, seçim sonrasıyla ilgili muhtemel senaryolar bağlamında Ayasofya’nın cami statüsünü tartışmaya açtı ve “Müslümanların Yolsuzluk Sorunu” başlıklı bir yazıyla yeni bir söylem biçimini de piyasaya sürdü. Muhtemel senaryoların siyasî bir karşıtlık temelinde yükseldiği dönemde Ayasofya’nın cami statüsünü tartışmaya açmanın belirli merkezlerde beklenti oluşturacağını tahmin etmek çok da zor değildir. “Müslümanların yolsuzluk sorunu” yaklaşımı ile ortaya çıkan durumu beklentiye ilave etmemiz gerekir. Bir dinin müntesiplerinin tamamının yönetim bağlamında istiskal edilmesinin ne anlama geldiğini bilmeyen bir yazarın aydın kimliğinden şüphe duymamak mümkün değil. Zira “Bunlar kendi kendilerini temsil edemiyorlar, temsil edilmeleri gerek.” sözü tam da bu çerçevededir. Bu ifadelerin oryantalist bir söyleme karşılık geldiğini söylerken muhakkak müstemleke kavramına açıklık getirmemiz gerekir. Oryantalist literatür büyük ölçüde müstemlekecilerin taşınmazlara olan tutkusu ile mülk üzerindeki tasarruf hakkının tartışmaya açılmasından doğmuştur. Wael B. Hallag, Ketebe’den çıkan “Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek” adlı kitabında şarkiyatçılık ile bu tutku arasındaki bağı ayrıntılı bir şekilde resmeder. Bu bakımdan Akyol’un oryantalist başlığını da müstemleke bağlamında ele almak gerekir.

Akyol, “Müslümanların Yolsuzluk Sorunu” başlığı ile yayımladığı yazısında, ortaya sürdüğü fikri öldürücü kılmak için Daron Acemoğlu’nun görüşlerine başvuruyor. Bu, tesadüfî değildir. Acemoğlu, Türkçe olarak da yayımlanan kitaplarında Avrupa’nın kolonyalist ve emperyalist tarihini bir başarı hikâyesi olarak anlatır. Esasen o da Akyol gibi kolonyalist ülkelerin ve özellikle de Anglosakson dünyanın yönetim anlayışına övgüler düzerken müstemleke kavramı ortaya çıkması gereken bir durumu görünmez kılar. Büyük bir tarihî hadiseye müstemlekecilerin başarıları açısından bakar ve maruz kalanları da yönetim anlayışları bakımından suçlar. Dolayısıyla Akyol’un “Müslümanların Yolsuzluk Sorunu” başlıklı yazısında Acemoğlu’na atıf yapması yadırganacak bir durum değildir. Her ikisi de oryantalist söylemi müstemleke bağlamından koparmakta uzlaşır.

“Müslümanların Yolsuzluk Sorunu” başlıklı bir yazı birçok açıdan önemlidir. Akyol, aslında bir dine mensup olanlardan hareketle siyasî bir değerlendirme yaptığının farkındadır. Çünkü ifade ettiğimiz gibi yazıda yönetim sorunları ele alınıyor. Akyol’un yazılarına aşina olanlar “laboratuvar” kavramını sıklıkla kullandığını hatırlayacaktır. Akyol’un, böylelikle, bilimsel yaklaşımlara ve çalışmalara bağlılığını vurgulamak istediği bilinir. Fakat aynı okurlar Akyol’un daha önce “Yahudilerin şiddete meyilli olma sorunu”, “Katoliklerin ahlaksızlığa ve ırkçılığa düşkünlükleri”, “Protestanların kapitalizmi ile paragözlük ve bencillik arasındaki ilişkiler” başlıklı yazılar kaleme almadığını da bilirler. Muhtemelen onun laboratuvarında bu yönde incelemeler yapabilmek için yeterince girdi mevcut değildir. Zaten bu yönde yazılar kaleme alsaydı muhakkak Yahudi ve Hristiyan düşmanı olmakla suçlanırdı. Üstelik bu, laboratuvar tarafsızlığına da uygun düşmezdi. Peki, Akyol niçin “Müslümanların Yolsuzluk Sorunu” başlıklı bir yazı kaleme alabiliyor? Müslümanlar söz konusu olduğunda laboratuvar tarafsızlığını bir kenara itmekte sakınca yok mu?

Taha Akyol’un yazılarının yayımlandığı gazetede daha önce İslam’ın temel kaynaklarını sorgulayan yazılar da yayımlanmıştı. Bu çerçevede yayımlanan “…sizin yobazlarınız ‘Şeriat’ diye tutturur ve şeriattan kastettikleri tam tamına, bundan 1400 yıl öncesinin Kureyş töresidir. Nas da budur işte!” gibi cümleler oryantalist söylemin zirveye çıktığı dönemleri hatırlatacak türdendir. Akyol’un başlığı ile bu cümleleri birlikte ele alabiliriz. Her ikisi de müstemleke bağlamında yeni anlamlar kazanır. Akyol’un yazılarında bu bağlam sık sık gündeme getirilir. Akyol, “Dış güçler nerede?” başlıklı bir yazısında “Türkiye’nin Batı yönelişli geleneksel politikasının sürdürülmesi”nden yana olduğunu açıkça ifade etmişti. O, bu yazısında “bu toprakları bize çok görenler” şeklindeki bir tanımlamadan duyduğu rahatsızlığı da açıkça ifade eder. Akyol’un Ayasofya’nın cami statüsünü tartışmaya açarak mülk üzerindeki tasarruf hakkını sorgulaması tesadüf değildir.

Ele aldığımız yazıların ve yaklaşım biçimlerinin müstemleke bağlamından uzaklaştırılması mümkün değil. Yeni bir müstemleke dilinin oluşturulduğunu söyleyebiliriz.

 

Kaynak: yenisafak.vom