Bismillah…
“Farklı Bakış” sitesi, 1 Ocak itibarıyla yayın hayatına başladı ve ben de Allah ömür ve sağlık verirse haftada bir düşüncelerimi siz dostlarımızla paylaşacağım.
Söze “Yeni Bir Başlangıç” diyerek başlarken ne demek istediğimi anlatmadan önce, bugünlere nasıl geldiğimizin, bu yürüyüşün bir hikâyesini anlatmak isterim.
1975’li yıllarda MTBB’de başlayan İslami serüvenim, kendi içinde evrelere ayrılmaktadır. 1970-1980 sistem içi mücadele… MTTB, Akıncılar, siyaseten MSP-Erbakancılar… Bunlardan daha çok fikri olarak Müslüman Kardeşler hareketinden beslenmiş, İran İslam Devrimi sürecini adım adım takip etmiş, Afganistan işgalinin ardından gelişen olaylarla yakinen ilgilenmiş, coğrafyamızın sıcak bölgelerindeki cihad hareketlerine ilgi duymuştum; kanı kıpır kıpır, heyecanı zirvelerde dolaşan, ülke içindeki her gelişmeye kulak asan bir tutum ve ruh hali içindeydim bu evrede.
O günün iklimi ve yaşanmışlıklardan kısaca bahsedersek; insan canının o kadar değersizleştiği, gencecik insanların kör ideolojik çatışmalardan dolayı birbirlerini katlettikleri, “soğuk savaş” esaslarının yürürlükte olduğu, dünyayı kamplara böldükleri gibi memleketi de kamplara böldükleri, şehir şehir, üniversite üniversite, semt semt, mahalle mahalle hatta ev ev işgal ve kurtarmaların yaşandığı bir dönemdi bu evre.
İkinci evre diyebileceğimiz 1980-1990’lı yıllarda, kara bir kâbus gibi adeta üzerimize çöken 12 Eylül askeri cuntasının demir yumruğuyla ülkeyi yönettiği dönemde; 80 öncesi patır patır öldürülen gençlerin intikamını almak için yanıp tutuşan hayatta kalan gençleri, yeni bir durum bekliyordu ve bu süreçle yüzleştiler.
12 Eylül öncesi kimi memleketi komünist işgalden kurtarmak ve yeni Moskovalar, Tiranlar, Pekinler olmasın diye gencecik bedenlerini soğuk kurşunlara siper ederken, kimi de sömürü sistemini, faşizmi, ABD emperyalizmini ve gericiliği savaşarak yeneceklerini ve ülkeyi şehir şehir, ilçe ilçe, kasaba kasaba, köy köy, semt semt, mahalle mahalle, üniversite üniversite işgallerle kurtaracaklarını sanıyorlardı.
Bu ele avuca sığmayan gençler, bir sabah (12 Eylül Cuma sabahı) uyandıklarında, sözde nöbet yerlerine giderken askerleri gördüklerinde, daldıkları gaflet uykusundan uyandılar ama artık çok geç olmuştu.
Bir işi çok iyi yapan sözde büyüklerimiz (askeri cunta) işbaşındaydı, yerler tespit edilmiş, listeler oluşturulmuş ve baskınlar başlamıştı. Artık ideolojik kamplara bölünmüş memleket evlatlarını kara günler bekliyordu. Sivil hükümet gitmiş, askeri cunta tüm yetkiyi elinde toplamıştı, operasyonlarla gençler gruplar halinde toplanıyor ve büyükşehirlerdeki askeri hapishanelere tıkılıyorlardı. Bir hapishaneden ziyade, esir kamplarını andırıyordu özellikle bazı cezaevleri (Diyarbakır ve Mamak) …
Bu süreçte şiddete en az düzeyde karışan İslamcı gençlik, askeri darbenin ilk yıllarında tutuklamalarla karşılaşsalar da bu, diğer ideolojik gruplarla mukayese edilmeyecek bir durumdur. Ülkenin sahipleri olarak kendilerini gören askerler, ülkeyi tekrar fabrika ayarlarına (Atatürkçülük-Kemalizm ekseni) döndürmek, ülkenin tüm dinamiklerini yeniden karmak için tüm siyasi partileri, dernek ve vakıfları kapattılar, anayasayı lağvettiler. Tekrar demokratik bir ortam oluşması için sözde bir kurucu meclis oluşturarak yeni anayasa çalışmaları başlattılar. 1982’de yapılan bir halk oylamasıyla da yeni anayasa %91,4 oy alarak yürürlüğe girdi.
Askeri dönemin oluşturduğu rehavet ve sessizlikte (1980-1982) benim gibi öğrenci olanlara da bir imkân doğdu, 1976-77 yılında başladığım üniversite hayatımı, -ki 4 yıllık öğrenciliğimde arkadaşlarım mezun olurken, ben ise sadece iki ders verebilmiş bir öğrenciydim- bu iki yıl içinde sıkı bir çalışmayla bütün dersleri verir duruma getirdim; sadece iki ders bıraktım ki hemen askerlikle yüzleşmeyeyim diye…
Üniversite yükünü büyük oranda üzerimden atmış ve hafiflemiştim, artık tüm zamanımı inandığım ideallerime verebilirdim. Yeni bir çalışma sürecine girmiş olan arkadaşlarımla daha çok birlikte olmak için benden kaynaklı bir engel kalmamıştı.
MTTB ve Akıncılar tecrübesi yaşamış arkadaşlar olarak, bu yeni süreçteki yol arayışlarımızda sistem dışı bir mücadeleye seçtik, buna yoğunlaştık ve bunun gerekleri ne ise onu yapmaya çalıştık.
Sistem dışı mücadeleden maksat, inkılabi-devrimci bir yöntem ve bunun gereği olarak yapmamız lazım gelenlerden yapabildiklerimizi yapmak; sistemle ilişkilerimizi en asgari bir düzeyde tutarak, öncelikli olarak fikri-zihni bir devrimi gerçekleştirme inancının gereği olarak okumalarda bulunmaktı. Tabi bunun için Malatya gibi bir şehirde bulunmanın avantajlarını da yaşamış olduk…
Nedir bu avantaj? Yaş itibarıyla genç olsak da o gününün şartlarında tecrübeli bir kadroyduk. Gerek gençlik içinde gerekse Müslüman toplum içinde güvenilir arkadaşların varlığı ve birlikteliği önemli bir imkândı. Tüm olumsuzluklara rağmen gerek kemiyet ve gerekse de keyfiyette, belli bir özgül ağırlığı hissedilen yapıya kavuşmuş olduk. Bu yapı, artık kendi dar sınırlarını aşarak, ülke geneline yayılmanın gayreti içine girdi.
Öyle bir aşk ve çaba vardı ki, kendi şehrimizin insan unsurunun olduğu her mekân bizim faaliyet alanımızdı. Fabrika fabrika, köy köy, kasaba kasaba, okul okul her kesimden insan faaliyet alanımızdaydı ve insan olarak her kuşakla muhatap olma gayreti içindeydik. Şehrimizdeki faaliyetlere bu kadar duyarlı olurken, pergel metaforu gereği olarak pergelimizin bir ayağı kendi şehrimizde sabit haldeydi, Diğeriyle de ülkeyi ve dünyayı tarıyorduk.