Yine hiç üzerime düşmeyen bir şey yaparak ben, ‘bu iktidar’ olsaydım -Allah korusun- yeni anayasada ne yapardım diye bir yazı bu.
Şimdi öncelikle atladığım bu ‘başkanlık’ kuyusundan nasıl çıkmalıyım diye düşünürüm. Sözde istikrar için ve başkası olmadan her şeyi ‘tek başına’ karar verecekken, yüzde 51’i yakalamak için, oy oranı yüzde 0.1 olan tarikatlara bile muhtaç olmak ve herkese cürmünden büyük pay vermek sıkıcı. İktidarın küçük ortağının, her geçen gün düşen oyuna karşın, kaptan köşküne çökmüş kamarot gibi yolcuları azarlaması da öyle, ki azarlarsam ben paylarım ki kaptan bu bizim yağımız çünkü. Hatta Doğu bile, iki gün sonra benim sözümden hiç çıkmazdı der ki adamın ağzı torba değil maalesef, büzesin.
-Daha önce bu iki yazıda başkanlık rejimin nasıl tek başına iktidar olmadığına değinmiştim zaten-
Her şey rağmen yüzde 35’im kendi cebimde, küçük ortakla önümüze gelene bir tekme yapıyoruz ama toplamımız yüzde 40-42 filan ve geride kalanları toplasak da, yok olmuyor abi. Yani Kürtler olmadan bu başkanlık hayal. -Yani Selo’nun dediği hâlâ geçerli. Beni başkan yaptırmıyor adam, yok iktidarın şurasından şuna ver yok burasından ona kopar, yok dibinden biraz bana bırakır mısın hali ve bir muktedir olmayan adam öyküsü, bir Bulutsuzluk Özlemi şarkısı bu.
Kürtleri solundan ayıklayıp, sofraya katmak işi de boş hayal, özellikle masada MHP başköşeye oturduğu sürece ki son günlerde bunu da gördük. Toplasan bu durumda pek bir şey etmiyorlar yekûn olarak. DEVA ve Gelecek de bizim bölge oylarını, kaldıkları yerden topluyor. Uzun yıllar buralarda, siyaset sağında yer alanlar, onlarla birlikte hareket etmeye başladı.
-Burada devreye, ‘ya zaten ne olursa olsun, yüzde 40 da olsam iktidarı bırakmam’ da girebilir ama bu seçeneğe gelmeden önce ‘demokratik’ yolları tüketmemek iyi bir şey ve öyle bir iktidar durumunda da ben olmuyorum zaten yine tam iktidar.-
O zaman geriye tek bir çözüm kalıyor ki o da bölgede daha önce almış olduğum oylara yeniden kavuşmak ama bunu yaparken de Devlet’i ürkütmemek. Zor iş. Bir nehirden, bir kayıkla karşıdan karşıya geçirmek zorunda olduğun kurt, kuzu, çimen bulmacasından daha zor.
O zaman eski kılığına bürünür kurt, dolaptan çıkardığı reformları sırtına atıverir, bir yandan dünyada ABD seçimleriyle, taşlar yerine oturur gibi olurken, şöylesine de olsa, biraz yırtmaçlı, biraz pespaye. Birden AB gelir akla ve her şeyin şifresi orada saklıdır; AB Mahalli İdareler…. yasasıdır bu. ‘Özerklik’ kelimesi vardır bu anlaşmada ondan pek bahsedilmez saray içinde ama bölgede havada uçuşur bolca.
Zaten, çok muhtemel ana muhalefet, hemen ekmeğe bolca yağ sürer, işte demiştim, böldüler, bölecekler der. Halbuki Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, 1988 yılında imzalanmış ama 1992 yılında DYP-SHP iktidarı sırasında, TBMM'de bolca çekinceli olsa da onaylanmıştır.
Reformcu kurdun biraz kafası çalışıyorsa bir ileri hamle daha yapar. Bol bol mahalli idare ilan eder. Yani bölgedeki ve Türkiye’deki yerel yönetimleri, yani büyükşehir belediyelerini, demokrasi bolluğu içinde küçük küçük parçalara ayırır ve bunların denetlemesi işini, zaten çekincelerde olduğu gibi merkezi idareye bırakıverir.
Bize bolca demokrasi boca edilir, yerel yönetimler ortaya karışık, kurtlar sofrasına serilir.
Hatta İstanbul, Ankara, İzmir belediye seçimleri bile, ‘demokratik dar bölge yerel yönetim seçimleri’ ile mesela İstanbul’da 117 bölgeye ayrılarak -sayıyı uydurdum- yeniden yapılır.
AB çok sevinir buna, zaten kapıda bu kadar oyalamasının kendisine neye patladığının farkındadır. İstese yine de almayacaktır ama öyle Rusya ile yakınlaşan, Çin ile cilveleşen politikalar olmayacaktır ve mülteciler için bir hazır nazır ülke olması her zaman işe yarayacaktır.
ABD için de iyi olacaktır ve hatta Suriye’de esas arzulanan, rejimin ortadan kaldırılmasına yönelik, yeni bir iş birliği için, temiz bir sayfa bile açılabilecektir. Hatta İran’a karşı bir politika için de yeni potansiyelleri içinde taşımaktadır bu.
Hatta HDP bile bu hamleyi görmezden gelemez. Hele ana muhalefetin, muhtemelen hemen içinde yer alacağı ‘ülkeyi bölüyorlar’ korosundan kaçmak için, en azından ortalarda durmak zorundadır. Hatta HDP içinde bile, yine bir iktidarla barış durumu hayali doğar. Bunu da denemek zorundadır. Çünkü barış zaten ‘çatışılan’ ile yapılır. Denemese de bu eğilim mutlaka etkiler.
-Mesela henüz şimdiden anayasa değişikliğine ilişkin, Ayhan Bilgen’in tweet'i böyle bir şeyi anlatmaktadır.-
Ortaklar arasında en büyüğü yanına geldiğinde de ‘Boş verin siz, aldırmayın. Biz Kürtleri 1970’lerin kafasında komünistlerin eline mi bırakacağız’ denilecektir. Daha önce zaten böyle denilmiştir. Ortak da ‘bırakırsam ya sahiden bölerlerse ve ihaleler kime giderse’ gibi vatansever duygularla gemiyi terk edemeyecektir.
TÜSİAD, derin bir nefes alacak ve reformları destekleyecektir.
Ve bir sürü şey daha…
Ayrıca her durumda üzülmeyin canım böyle yapar anayasayı değiştirir, gönülleri fethederiz olmazsa da uymayız, atarız bir kayyum yola devam ederiz.
Hiç mi yapmadık….