Eğitimci Yusuf Yıldırım, göreve gelmesi ile oldukça olumlu bir hava yaratan yeni MEB Bakanı Ziya Selçuk´tan beklentilere dair yazdı.
Başka biri olsaydı ?Bakanı Bekleyen Büyük Sorunlar? başlığı daha uygundu, bu yazıya. Eğitim camiasının yakından tanıdığı, eğitim camiasını yakından tanıyan biri bakan olunca durum değişiyor. Ziya Selçuk, eğitimin içinden biri. Milli Eğitim´i ve eğitimi damarlarına, kodlarına kadar biliyor. Bu yüzden Ziya Selçuk´un bakanlığı, eğitimciler tarafından coşku derecesinde mutluluk ve umutla karşılandı.
2003-2006 yıllarında Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı görevinde iken Sayın Bakan, ezberci eğitimi kaldırmaya yönelik adımlar atmış; eğitim programlarında köklü değişikliklere bir başlangıç yapmıştı. 2006 yılında ani istifası ile başlattığı yenilik ve değişiklikler de kesintiye uğramıştı.
Bugün Milli Eğitim´de sorun yumağı çözülemeyecek boyutlara ulaştı. Ve gelinen nokta, bizzat Sayın Cumhurbaşkanımız ağzından ?İki alanda üzgünüm, biri eğitim diğeri kültür sanat!? sözleriyle dile geldi.
Bakan oluşu eğitim dünyasında heyecan yaratsa da Ziya Selçuk´un elinde de sihirli değnek yok. Öyle bir günde, bir gecede büyük ve ani değişiklikler olmayacak. Hatta 17 Eylül´de okullar rutin açılışlarını yapacak, öğrenciler her zamanki gibi sınıflarına girecek, öğretmenler her zamanki gibi eğitimlerine devam edecek.
2002 sonrası Milli Eğitim Bakanlığının nicel eğitimde elde ettiği başarı, gözlerden kaçmıyor. İnsan kaynakları, mekân tedariki, derslik sayısı, eğitim teknolojisi ve araç-gereç gibi bölümleri kapsayan fiziki kapasite sorunu yüzde yüze yakın oranda çözülmüştür. Derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, Avrupa ortalaması olan 25´in de altına inmiştir. Kız çocuklarının okullaşma oranı ve öğrenci devamsızlığı konusunda göreceli bir başarı elde edilmiştir.
Nicel hedefler gerçekleşse de nitelikli eğitimde şimdiye kadar bir standart yakalanamadığı gibi gerileme de olmuştur. Yani eğitimi sistemi, beş yaşında aldığı bireyi, 18 yaşında elinden hiçbir iş gelmez olarak toplum hayatına itivermektedir. Bu noktada Sayın Bakan Ziya Selçuk´un nitelikli eğitime yoğunlaşacağı, 2006 yılında bıraktığı yerden devam edeceği açıktır.
Nitelikli eğitimin önündeki iki ana engel ezberci eğitim ile kişilik gelişimine uygun olmayan eğitim-öğretim programlarıdır. Malum olduğu üzere Türkiye ezberci eğitimden bir türlü kurtulamıyor. Hep öğretmenin anlattığı hep öğrencinin dinlediği; yanlamasına ödevlendirme, sözlü, tekrar ve sınavlarla sınırlandırılmış hayattan kopuk sınıf içi bir eğitim öğretim sistemi bu. Bu döngünün içinde, neyi niçin öğrendiğini bilmeyen bir dolap beygiridir, öğrenci. Bu sistem öğrencinin sorgulama, eleştirel düşünme, yaratıcılık gibi üst düzey özelliklerini dolayısıyla yetenek ve becerilerini köreltiyor. Daha da kötüsü hayalleri yok eden bir eğitimi sistemimiz var. Türk Milli Eğitim Sistemi kendi öz kültüründen de beslenmiyor. Okul bilgisi, toplumsal hayatta bir değere bir faydaya dönüşmeden, öğrencide kuru bilgi kalıyor.
Ve ezberci eğitimin sonuçları maalesef PISA sınavlarında daha iyi görülebilmektedir. PISA, 15 yaş grubu öğrencilerin hayata ne kadar hazır olduğunu ölçmek için üç yılda bir gerçekleştirdiği değerlendirme ve tanılamaya yönelik OECD´nin uluslararası bir alan taraması. Bu alan taraması ile öğrencilerin eleştirel düşünebilme, analiz-sentez, yorumlama, karşılaştırma gibi üst düzey kişilik özellikleri ölçülmekte. Kısaca PISA, çok bilmeyi değil bildiğini kullanmayı ölçüyor. Türkiye´nin PISA´daki durumu maalesef çok kötü. Ezbere dayalı eğitim almış Türk öğrenciler, yüksek yorumlama isteyen alan taramasında düşük performans sergilemektedir. PISA 2015´te 72 ülke arasında 50. olan Türkiye için 79 ülkenin katıldığı ve henüz açıklanmayan PISA 2018´de benzer bir sonuç beklenmektedir. Yani 55.- 60. sıralarda bir derece gelecektir.
Sayın Bakan´ın eğitim-öğretim programlarında köklü değişikliğe giderken dünyadaki iyi örneklerin de damıtıldığı yerli ve milli bir eğitim modelinin kafasında olduğu biliniyor. Bu eğitim modelinin referansı kendi kültürümüz olacaktır. Belki biliniyor belki bilinmiyor; Tanzimat´tan beri model aldığımız Fransız eğitim modelinin halen Türk eğitim sistemi üzerinde devam eden vesayeti vardır. Bundan kurtulmak için yeni eğitim öğretim sisteminde ana öğretim yönteminin proje tabanlı etkinlik merkezli olması kaçınılmazdır. Böylece öğretmen merkezli öğretimden öğrenci merkezli öğretime geçiş sağlanacaktır.
Proje tabanlı etkinlik merkezli öğretim; Türkiye´de 2007-2012 yılları arasında başarılı ile uygulandı. Milli Eğitim Bakanlığı ile İntel´in 2006 yılında imzaladığı protokol ile 81 ilin pilot okullarında bilgisayara erişimi kısıtlı çocuklara beşer haftalık kurslarla bilgisayar kullanma eğitimi verildi. Bu kurs ile öğrenciler; hayatını kolaylaştırmada bir araç olarak Word, Excel, Powerpoint programlarını kullanmayı öğreniyordu. Kursun temel mantığı, bilgisayar programları aracılığıyla öğrenci etkinlik zinciri içinde ihtiyacı olan basit projeler hazırlıyor; ihtiyacı olduğunda ekip arkadaşlarından, internetten, kaynak kitaptan ya da öğretmenden yardım alıyordu. Öğretmenin görevi ortamı organize etmek ve öğrencilere rehberlik etmekti. Kursun sonunda öğrenci izleyenlere bir sunum yaparak öğrendiklerini de gösteriyordu. Böylece bir öğrenci, Milli Eğitim´in programıyla iki yılda öğrenebildiği ancak kullanamadığı bilgisayarı; İntel Öğrenci Programı ile beş haftada hem de etkin ve verimli biçimde öğreniyordu. Bu öğretim modeli altında, çoklu zeka, takım çalışması, yardımlaşma, paylaşma gibi farkına varamadığımız doğal hayatımızın ilkeleri de çocuklar tarafından kullanılıyordu. Bu protokole 2012 yılında son verildi?
Eğitimin temel sorunlarından biri de öğretmen yetkinliği ve niteliğidir. Dışarıdan görülmeyebilir, Türkiye´nin en tutucu meslek grubu öğretmenlik. Öğrenci ve aile karşısında öğretmen, herşeyi bildiği varsayımı hareket ediyor. Özeleştirisi yok. Çünkü özeleştiri mekanizması işlemiyor. Öğretmen kendini güncellemiyor, güncelleyemiyor. Sistem de öğretmeni kendi haline bırakmış. Öğretmenin özlük hakları da kötü. Öğretmen motivasyonsuz. İdealist öğretmen ile düz öğretmen arasında hiçbir fark gözetilmiyor. Bugün iş verimi düşük, mutsuz ve kendini değerli hissetmeyen bir öğretmen tipi var.
Dikkatlerden kaçıyor olabilir ama Türkiye´nin öne çıkarılmış ve uygulanabilir ne insan politikası ne de öğretmen politikası var. Bugün doğmuş bir çocuğun 25 yıl sonra ne olacağına dair devletin ne bir planlaması ne de bir görüşü var. İnsanlar mevcut devlet düzeni ve toplum yapısı içinde rastgele yetişiyor. Üstün zekâlı bireyler devletin de toplumun haberi olmadan sıradan hayatla ömür tüketiyor. Türkiye´de insan yeteneği ile meslek uygunluğu arasında bir ilişki yok. Araştırmalara göre de Türkiye´de yetişmiş insan gücü, özelliklerinin altında iş alanlarında çalışmaktadır.
Nitelikli insanın yetişmesi ancak nitelikli okulda nitelikli öğretmenle gerçekleşecektir. Eğitim bir hizmet sektörüdür. Eğitimin merkezinde öğretmen vardır. Öğretmenlerle ilgili şimdiye kadar biçimsel düzenlemelere gidildi. ALO 147 gibi uygulamalar öğretmeni etkisizleştirmekten başka işe yaramadı. Batı filmlerinde öğretmen ve din adamlarını hafife alan hiçbir dizi ve sinema filmine rastlanılmayıp tersine saygın rol modeli olarak kitlelere sunulmakta iken ?Hoca Camide? söylemiyle hatırda kalan Hayat Bilgisi dizisindeki öğrenci öğretmen modellemesi; zaten toplum nazarında düşük olan öğretmen itibarına, dip yaptırdı. Siyasi söylemler de pekiştireç oldu. Öyle ki, hastanelerdeki hasta memnuniyetine benzer öğretmen memnuniyet anketi uygulaması ile öğretmeni öğrenci ve velinin kucağına atacak vahim bir uygulamadan da sendikaların yoğun mücadelesi ile son anda vazgeçildi.
Peki, öğretmenin niteliği nasıl yükseltilecek. Her şeyden önce öğretmenlik motivasyon ve vizyon mesleğidir.
Öğrencinin beynine değil ruhuna dokunabilen, değer yüklemesini bilen öğretmenler!
İletişim ve ikna gücü yüksek öğretmenler!
Etkili öğretim yöntem ve teknikleri kullanan öğretmenler!
İlkeli, dürüst, alçakgönüllü, paylaşımcı öğretmenler!
Enerjik, girişimci, yaratıcı öğretmenler!
Hayata dokunan öğretmenler!
Tüm bunların gerçekleşmesi için de büyük bir değişim ve dönüşüm süreci gerekiyor.