14. 09. 2018 Cuma
İSTANBUL - Dr. Hakkı Uygur(*)
Uluslararası kamuoyunda adına destek kampanyaları düzenlenen Ramin Hüseyin Penahi´nin de içinde bulunduğu Kürt militanları İran´ın idam etmesiyle eşzamanlı olarak, Kuzey Irak´ın Köy Sancak bölgesinde bulunan İran Kürdistan Demokrat Partisi (KDP-İ) merkezine ve eğitim alanlarına füze saldırısı düzenlemesi, İran´ın Kürtlerle ilişkileri açısından önemli bir gelişme.
İdamlarla ilgili belirtilmesi gereken husus şu: Her ne kadar çok sayıda Kürt aktivist ve örgüt Penahi ve arkadaşlarının sivil eylemciler olduğunu ileri sürseler de, gerek Penahi´nin kendi ifadeleri gerekse İran devletinin yayınladığı görüntüler, adı geçenlerin silahlı örgüt üyeliği hususunda şüpheye yer bırakmıyor. Bununla birlikte, 2009´da yakalanan bu kişilerin neden şimdi idam edildikleri hakkındaki soru ise haklı bir soru. İran-Kürt eksenli son gelişmeler, bu olaylarla sınırlı değil: Söz konusu hadiselerden bir gün önce, 7 Eylül´de de İran yönetimi ülkenin batısındaki Merivan kentinde çıkan çatışmada, terör örgütü PKK´nın İran kolu PJAK üyesi 6 teröristin öldürüldüğünü duyurmuştu. Eşzamanlı olarak (İran) Kürdistan İstihbarat Dairesi de yaptığı açıklamada, son bir ayda iki terörist hücreye baskın düzenlendiğini ve 12 kişinin göz altına alındığını duyurdu.
Son üç ayda yoğunlaşan, Komele, PJAK ve İKDP tarafından İran içinde düzenlenen silahlı saldırılar, aslında İran ve Kürtler arasında yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Bundan önce istikrarlı bir stratejiyle bölgesel Kürt sorununu Türkiye´nin bir sorunu olarak lanse etme amacı güden Tahran yönetimi, bunda bir ölçüde başarılı da olmuştu. İran içinde günden güne artan siyasal Kürtçülüğün tepkileri manipülasyonlarla Türkiye´ye yönlendirilmişti. Örneğin Kürtçülük davasından yargılanan isimlerin Afrin operasyonu röportajları ve Türkiye aleyhindeki görüşleri, İran´ın ana-akım medyasının sayfalarını süsleyebilmiş ya da Kürt milletvekilleri meclis genel kurulunda Türkiye Cumhurbaşkanı´na rahatlıkla DEAŞ´çılık iftirası atabilmişlerdi. Bu şekilde dış politikada gittikçe daha fazla önem kazanmaya başlayan Kürt siyasal hareketleriyle ittifak olanakları aranırken, iç politikaya yönelik olarak da geleneksel biçimde Türkiye´ye sempati besleyen Sünni-muhafazakâr Kürt halkının bu eğilimleri önemli ölçüde törpülenmiş, Türkiye´ye müzahir gruplar bile bildiriler yayımlayarak TSK´nın terör örgütüne yönelik harekâtını kınamak zorunda bırakılmışlardı.
İran´ın sert ve tavizsiz güvenlik politikaları nedeniyle uzun süredir fazla bir varlık gösteremeyen çeşitli örgütlerin Donald Trump yönetiminin işbaşına gelmesiyle hareketlenme içine girdikleri fark ediliyor. İran tarafından İsrail ve Suudi Arabistan´dan mali yardım almakla suçlanan bu örgütler içinde, özellikle yeniden teşkilatlanma çabasında olan ve Trump kabinesinden de açık destek gören Halkın Mücahitleri örgütü dikkat çekiyor. Bununla birlikte, ülke içindeki silahlı çatışmaların ?Mücahitler? tarafından değil, haziran ayında Washington´ı ziyaret eden liderlerinin dönüşünden sonra Kürt örgütler tarafından tetiklendiği görülüyor. Bu gelişmelerin farkında olan İran, özellikle son bir yıldır çeşitli suikast ve bombalama girişimiyle muhalif Kürt liderleri ortadan kaldırarak söz konusu örgütlerin harekete geçmesini engellemeye ya da geciktirmeye çalışıyor. Bunun yanı sıra, son dönemde ülkeye Irak sınırlarından ciddi miktarda silah sokulduğunu gören yönetim, bölgenin önemli gelir kaynağı olan sınır kaçakçılığını da yasaklamış durumda. Birçok Kürt şehrinde düzenlenen kepenk kapatma eylemleri yönetimin kararında bir değişiklik meydana getirmedi.
Son füze saldırısı, İran´ın silahlı faaliyet yürüten Kürt örgütlerle mücadelede yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Tartışmalı referandum sürecinde de gözler önüne serildiği gibi, zaten ciddi bir nüfuzunun olduğu bölgede daha önce çeşitli defalar uyguladığı klasik yöntemleri bırakarak, Tebriz´den ve/veya Urumiye´den gönderdiği füzelerle toplantı halindeki liderleri hedef aldı. KDP-İ´nin mevcut genel sekreteri Mustafa Halidi´nin ve eski genel sekreteri Halid Azizi´nin yaralananlar arasında olması, yine merkezi komiteden çok sayıda üyenin hayatını kaybetmesi, saldırının hedefine ulaştığını gösteriyor. Saldırılardan yaralı olarak kurtulan Azizi verdiği demeçte, İran´ın sürekli tehditlerinden dolayı gerekli tedbirleri aldıklarını, ancak akıllarına bir füze saldırısı düzenlenebileceğinin gelmediğini söyledi. Bu arada yeri gelmişken, Barzani yönetiminin saldırıları kınarken bu örgütleri de kınadığını ve komşu ülkelere yönelik saldırılar için Kürdistan topraklarının kullanılmaması gereğini vurguladığını da hatırlamalıyız. Benzer bir açıklama Devrim Muhafızları Örgütü tarafından da yapıldı ve kendilerinin ve bölgesel yönetimin çeşitli uyarılarına rağmen faaliyetlerini durdurmayan grupların hedef alındığı belirtildi.
İran´ın son saldırıda 300 kilometre menzilli ve katı yakıtlı Fatih-110 füzelerinin ilk versiyonlarını kullanması açık bir ciddiyet mesajını barındırıyor. Bölgesel askeri dengeler değerlendirilirken İran sürekli olarak füze kapasitesiyle gündeme geliyor ve Trump´ın nükleer anlaşmadan çıkmasından sonra İran için belirlediği 12 şartın en önemlilerinden birini füzelerin sınırlandırılması hususu teşkil ediyor. Uzun süredir uluslararası silah ambargosuna maruz kalan ve bu nedenle gelişmiş konvansiyonel silah sistemlerinin tedarikinde zorlanan ülke, bütün savunma mekanizmasını adeta söz konusu füze teknolojisi üzerine kurmuş durumda. Doksanlı yılların başından beri bu alana yatırım yapan Tahran yönetiminin, geçmişte farklı sınıflarda gelişmiş füze üretimi iddiaları şüpheyle karşılanmış olsa da, bu saldırıdan sonra füze kabiliyeti daha az sorgulanacak ve bölgedeki hasımları daha ciddi tedbirler geliştirmeye çalışacaktır. Zira gelişmiş hava savunma sistemlerinin söz konusu füzeleri havada yakalama kapasitesine sahip olmakla birlikte, çok sayıda füzenin eş zamanlı olarak fırlatılması durumunda çaresiz kaldıkları biliniyor. Dolayısıyla İran´ın daha önce vekil örgütler üzerinden tehdit ettiği İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin bu gövde gösterisinden hoşlanmadıkları tahmin edilebilir. İsrail basınında bu saldırının aslında İsrail´e yönelik mesaj olduğu ve İran karşıtı silahlı gruplara hava savunma sistemleri sağlanması önerisinde bulunulması ya da ABD başkan yardımcısı Pence´in Barzani´yi arayarak saldırıyı kınaması, ?mesajın alındığının? göstergesi olarak kabul edilebilir.
İran´a uygulanan ekonomik yaptırımların etkisini göstermeye başlaması, bazı ülkelerin İran´dan petrol alımını ambargoların ikinci halkasının başlayacağı Kasım ayından önce sıfıra indirmesi, Nükleer Anlaşman´ın en önemli destekçileri olan Avrupa ülkelerine yapılan petrol ihracatındaki yüzde 40´lık düşüş, İran´ın ekonomik kuşatma karşısındaki pozisyonunun zayıf ve edilgen olduğu iddialarını doğruluyor. İranlı liderlerin vurguladıkları gibi, mevcut Trump yönetimiyle masaya oturmamaları durumunda, en az iki yıllık süre içinde ABD ile İran arasındaki gerilim düzenli olarak artacaktır. Dolayısıyla Basra merkezli gösterilerde İran´ın şehirdeki konsolosluğunun yakılması, Irak´taki hükümet kurma çabalarının İran´ı zorlayacak şekilde sürdürülmesi, Rusya´nın Suriye krizinde sona gelinirken İran´ı dışlayan çabalar içine girmesi, İran´ın yıllardır Türkiye´ye karşı bir koz olarak gördüğü Kürt grupların aralarındaki ideolojik farklara rağmen İran toprakları içinde saldırılar düzenlemeye başlaması, Trump´ın hedefindeki ülkenin önümüzdeki dönemde yalnızca ekonomik yaptırımlarla uğraşmayacağını, bölgesel faaliyetlerinin de ciddi bir müdahaleye maruz bırakılacağını gösteriyor. İran füze yeteneğini göstererek ya da Basra´daki ABD konsolosluğuna yönelik misilleme girişimleriyle bu tür bölgesel müdahaleler konusunda elinin (ekonomi alanında olduğu kadar) zayıf olmadığını ve gerektiği takdirde gerginliği artırmaktan kaçınmayacağını göstermiş oluyor. Karşı tarafın buna cevabını ise önümüzdeki dönemde göreceğiz.
(*)Dr. Hakkı Uygur İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) başkan yardımcısıdır.