Tarih: 10.07.2018 10:10

Yeni bir döneme adım atarken

Facebook Twitter Linked-in

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan´ın dün TBMM´de yemin edip yeni ve güçlendirilmiş yetkileriyle göreve başlamasıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti´nin yolculuğunda bir başka sayfa açılmış bulunuyor.

Cumhuriyet´in 1923´te kuruluşundan 1950´de çok partili hayata geçişe kadar süren tek parti yönetimi, bunu izleyen dönemde -sıkça askeri darbelere de maruz kalarak- 67 yıl süren parlamenter demokrasiden sonra, Türkiye, kuvvetli bir makas değişikliğiyle bu kez başkanlık rejimine adım atmaktadır.

*

Bu yönetim modelinin nasıl adlandırılması gerektiği tartışması tali bir konudur. Esas olan, ülke yönetimini ilgilendiren yetkilerin büyük ölçüde Cumhurbaşkanı´nın elinde toplanacağı bir yönetim biçiminin hayata geçirilmesidir.

Bu çerçevede sistemin en çarpıcı yeniliklerinden biri, Cumhurbaşkanı´nın yasa gücünde kararname çıkartabilme yetkisine sahip olmasıdır. Bu yetki, temel hak ve özgürlükler ile anayasada ?Münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen? ve ?Kanunda açıkça düzenlenen konular? dışındaki alanları  kapsayabilecektir.

*

Bu dönemin dikkat çekici bir diğer yönü, geçmişte iktidar erkinin denetlenmesi anlamında parlamentoya verilmiş yetkilerin azımsanmayacak bir bölümünün yasama organından alınmasıdır. Örneğin, bakanlar hakkında gensoru verilmesi, milletvekillerinin bakanlara sözlü soru yöneltmeleri gibi yürütmenin parlamento karşısında hesap vermesini mümkün kılan alışılmış denetleme usulleri artık işlemeyecektir.

Denetimin yargı cephesine bakarsak, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin seçiminde iktidar çoğunluğunun belirleyici olması, yargının iktidar üzerindeki denetleme gücünü kaçınılmaz olarak etkileyebilecek bir durumdur.

Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetimi meselesi bu çerçevede özellikle önem kazanıyor. Bu kararnameler de yargı denetimine tabi olacağı için, Anayasa´ya aykırılığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi´ne götürülebilecektir. AYM´nin Cumhurbaşkanı´nın bu tasarrufları karşısında ne ölçüde bağımsız bir tavır geliştirebileceği, yeni dönemin en kritik sorularından biri olarak beliriyor.

*

Önümüzdeki dönemin bir diğer önemli sorusu, parlamentonun sesini ne kadar duyurabileceği, kendisine bir alan açıp açamayacağı meselesidir. Yetkileri ne kadar kısılmış olursa olsun, TBMM, son tahlilde milletin seçilmiş temsilcilerinin toplandığı yerdir ve bunun sağladığı meşruiyet zemini üzerinde Meclis çatısı altında çıkacak her ses demokrasi için vazgeçilmezdir ve kutsaldır.

Parlamento, yeni dönemde artan ölçüde Türkiye´nin bütün seslerini güçlü bir şekilde duyurmak, demokratik reflekslerini diri bir şekilde ortaya koymak görev ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

*

Yeni yönetim modelinin uygulamaya konulması, özgürlükler ve demokrasi açısından Türkiye´nin önemli eksiklikler taşıdığı bir döneme denk geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın seçim kampanyasını ?daha çok demokrasi?,?daha çok özgürlük?, ?daha bağımsız yargı? vaat ederek başlatmış olması, bu alanlarda bir açığın bulunduğunun kendi ağzından teslim edilmesidir. Dolayısıyla başkanlık dönemini başlatırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu vaatlerini hayata geçirmesi yönündeki beklentilere de karşılık vermek durumundadır.

Önümüzdeki günlerin bir diğer temel konusu, Erdoğan´ın bu modelde Cumhurbaşkanlığı´ndaki rolünü nasıl yorumlayacağı ve görevine nasıl bir üslup getireceğiyle ilgilidir. Başkanlık sistemi, 16 Nisan 2017 anayasa referandumunda yakın bir marjla kabul edildiği için toplumdaki yaygın bir kutuplaşmanın da kaynağıdır.

Cumhurbaşkanı, bulunduğu konumu, sahip olduğu geniş yetkileri, bu kutuplaşmayı derinleştirecek şekilde mi, yoksa yumuşama ve normalleşme yönünde mi kullanacaktır? Bu sorunun yanıtı yeni dönemde Türkiye´nin seyrini ve ruh halini belirleyecek olması bakımından büyük önem taşıyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —