Yazmak Ama Nasıl?

Kitap Haber’den Resul Bulama, Ahmet Köklügiller’in, çeşitli alanlarda yazarlara yönelik olarak yayınlanan “Nasıl Yazıyorlar” adlı eserini değerlendirdi.

Yazmak Ama Nasıl?

Yazar söyleşilerinde en çok sorulan sorulardan biridir. "Yazma rutininiz nedir, kendinize ait ritüelleriniz var mı?" Bu soruları yönelten konuğun zihninde, yazmak için gerekli edebî birikimi göz ardı ederek sadece şekil ve yöntem açısından bilgi eksikliğini giderme düşüncesi bulunuyorsa alacağımız cevaplar bizi yanlış yere götürebilir. Aksine, yazmanın gerekleri konusunda emeği önemseyen tutarlı bir yaklaşıma sahip, bununla birlikte ufkunu açacak sağlam örnekler arıyorsa o zaman bu sorulara verilecek cevaplar anlamlı olabilir. Yine de aynı soruları farklı yazarlara sorduğumuzda alacağımız cevaplar bizi şaşırtacaktır. Yazıya ayrılan saatlerden ortamın detayına, kullandığı araçlardan beslendiği kaynaklara, planlama aşamasından eserin çıkış süresine kadar hiçbir ortak paydada buluşulmadığı görülecektir. İnsan sayısı kadar çeşitlilik, iç dünyası kadar karmaşıklık göze çarpar. Aslında cevaptan uzaklaştığımızı sandığımız kadar yaklaşmış oluruz. Neden diyecek olursanız; iyi bir okurun bütün iyi yazarları okuyup nasıl kendi yolunu bulması gerekiyorsa bir yazar adayının da yazım serüvenleri arasından kendi yolunu çizmesi gerekir.

Yazarların hangi kaynaklardan beslendiği veya metindeki kahramanlarla ne kadar örtüştüğü okura ne kazandırabilir! Bu konuda riskli olan şudur; yazma dersinden popüler kültüre ve magazine kayan bir yaklaşımdan söz edilebilir. Çünkü sorunun arka planında yazara dair kişisel bilgileri ve zaaflarını öğrenme merakı da yatar. Bu yazının konusu olmadığı için, biz soruyu sadece edebiyat merkezinde değerlendireceğiz.

Elimizdeki eser "Nasıl Yazıyorlar?" bu sorunun cevabını aramak için bir araya getirilmiş söyleşi ve soruşturmalardan oluşmaktadır. Yazıya hazırlanma, planlama, konu bulma süreci, yazarın asıl işinin etkisi, dinî, siyasi endişeler, yazarken okuru düşünüp düşünmediği ve aile faktörünün yazıya etkileri gibi bir dizi soru yöneltilen yazarlar bazen kısa cevaplarla bazen de uzun ve samimi açıklamalarla bu arayışa katkı sağlıyorlar. Soru yöneltilen isimler farklı ailelerden gelmiş, çoğu üniversiteyi yarım bırakmak zorunda kalmış, bazısı da yurt dışında iyi eğitim almış yazarlardan oluşuyor. Bu anlamda 1967 yılından eserin yayımlandığı 2010 yılına kadar 162 yazarın katkı sağladığı bu derlemede ilk önce yazar çeşitliliği göze batmaktadır. Adını daha önce duymadığımız, farklı iş tecrübelerine sahip (savcı, gazeteci, akademisyen vb.) isimler olduğu gibi yazımızın başında yer verdiğimiz sorulara yetkin cevaplar ortaya koyan çok kıymetli yazarlar da bu derlemede yer almaktadır.

Soruşturmaya cevap veren bütün yazarlar standart bir yaklaşımla değil söyleşi tarzında görüşlerini ve yazı dünyalarını aktardıkları için, bir anlamda derlemeyi tekrar derleyerek ana başlıklar hâlinde sınıflandırmak istedik. Böylece yazar adaylarına benzer konularda ışık tutması amacıyla ortak paydaları yakalamaya, başka bir açıdan değerlendirmek gerekirse ortak paydasızlığa dikkat çekerek farklı tutumları yansıtmaya çalışacağız.

Yazmak İçin Sakin Bir Ortama İhtiyaç Duyanlar:

Otobüs durağında veya caddede yürürken yazanlar olsa da en sık verilen cevabın şu olduğunu söyleyebiliriz. Woolf'un "Kendine Ait Bir Oda" ifadesi gibi gürültüsüz ve sakin bir ortam. Hüseyin Rahmi Gürpınar saatin işlemesinden dahi rahatsız oluyor. Mustafa Necati Karaer şiiri ve yalnızlığı birbirine yakın görecek kadar zorunlu buluyor bu ortamı. Soruşturmalarda sakin bir ortamın yazmak için şart olduğunu düşünen bazı yazarlarımız ise şunlar;

Halide Edip Adıvar, Adalet Ağaoğlu, Naci Girginsoy, Yakup Kadri Karaosmanoğlu.

Yazmak İçin Sakin Bir Ortama İhtiyaç Duymayanlar:

Mustafa Kutlu'nun metinlerini kahvede masa başında, insanların arasında yazdığını çoğumuz biliriz. Bazı yazarlar yeter ki yazmayı arzu etsin, baş ucunda davul çalsa etkilenmez. Bunlardan bazıları; Hüseyin Korkmazgil, gençlik yıllarında geceleri tenha caddelerde yazan Behçet Necatigil, kahvede, vapurda, dolmuşta yazan Haldun Taner.

Bazı isimler yazmayı ve hayatı birbirinden ayırmaz. Bu yüzden şiiri daktilo başında yazanları anlayamaz Atilla İlhan, otobüs yolculuklarında, gezerek hayatın içinden çıkarır. Orhan Kemal de masa başından çok gezmeyi tercih eder. Ümit Kaftancıoğlu ise trafik kazası yapacak olsa karşı tarafa hak verecek kadar çok gezerek yazar metinlerini. Yılmaz Karakoyunlu ise yazmak için yaz, kış demeden yürüyüşe çıkar.

Yazmak İçin Geç Saatleri Tercih Eden Yazarlar:

Sabah erkenden yazmaya başlayanlar varsa da kahir ekseriyet geceleri el ayak çekildikten sonra yazıyor. Bir önceki soruda yer alan sakin ortam için geceleri en ideal seçimdir şu yazarlarımıza göre;

Oktay Akbal, Sevinç Çokum, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Doğan Hızlan, Rıfat Ilgaz, Ceyhun Atıf Kansu, Yaman Koray, Suut Kemal Yetkin, Bekir Yıldız.

Kalemini gecenin sessiz karanlığına banan (Bekir Sıtkı Erdoğan), sabaha kadar yazıp ezanla birlikte dua eden (Emine Işınsu), gece yarısına kadar yazıp 3'ten 4'ten sonra çilingir sofrası kuran (Muzaffer İzgü) şekil olarak farklı olsa da gece ortak paydasında buluşan yazarlarımızdan bazıları.

Yazmak İçin Sabah Saatlerini Tercih Eden Yazarlar:

Gecenin sessizliğinden çok sabahın dinginliğini tercih eden yazarlarımızdan bazıları ise;

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kerim Korcan, Ziya Osman Saba. Çoğunlukla 5 ile 8 arası (İlhan Berk), 9 ila 13 arası (Samim Karagöz). Kendini zinde ve hazır hissettiği sabah saatlerini seçen Mehmet Kaplan. Yatağın içinde kimseyle konuşmadan, gündelik hayata girmeden, dinlenmiş bir başla yazan Suat Derviş. Sabahları insanın kafasının içini çiğ düşmüş bir çayırlığa benzeten Hasan İzzettin Dinamo ise, geceleri yazanları tuhaf bulur ve sabahın dokuzunda başlayıp on ikiye dek doludizgin yazar.

Hem sabah hem gece yazan, zamandan çok ortam ve koşulu önemseyen (Tarık Buğra), koşulları ve zamanı da önemsemeyen (Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Kemal Çağlar), yerin, saatin, gecenin gündüzün hiç önemi olmadığına inanan Şevket Rado.

Önceden Planlama-Hazırlık Yapanlar:

Bazı yazarlar mühendislik gibi oturup uzun boylu planlamalar yaparlar. Bazı yazarlar ise planlama yapıyorsa da ilhamı öne çıkarmak için bundan pek bahsetmek istemez. Muzaffer İzgü ve Tahsin Yücel detaylı plan yaptığını açıkça ifade eden yazarlarımız arasında.

Önceden Hazırlık Yapmayanlar:

Mahmut Makal ve Bekir Yıldız planlama yapmadığını ifade etmiş söyleşilerinde. Atilla İlhan ise plana pek riayet etmez, etse de sonra bağlı kalamaz.

Reşat Nuri gibi not almayan, plan yapmayan yazarlar olduğu gibi notlar alan ama plan yapmayan Hüseyin Rahmi Gürpınar veya bazen tasarlayan bazen de plansız tasarısız yazan Sevinç Çokum gibi yazarlarımız var.

Yazarken Okuru Düşünenler:

Yazarken okuru göz önüne alan, onun beğenisini önemseyen yazarlarımız arasında Hüseyin Rahmi Gürpınar, Doğan Hızlan ve Tahsin Yücel var.

Gücünün yettiğince okura bir görüş açısı sağlamaya çalışır Kerim Korcan. Sanatçının estetik gayesinin ötesinde okura bir şeyler verme, onu yönlendirme sorumluluğuna dikkat çekmiş olur.

Naci Girginsoy ise ödün vermeyen ama okuru düşünenler yazarlarımız arasında.

Yazarken Okuru Düşünmeyenler:

İlhan Berk yazarken okuru düşünmediğini söylemektedir. Bu ifadenin bile okura söylendiğini düşünmemiz mümkündür. Sadece yazarın kendisi için yazdığı bir eser için neden son derece zahmetli yayım sürecine girildiği ayrıca düşünmeye değer. Bununla birlikte yazarların ifadelerini esas alarak incelememize devam edelim.

Yazdıktan Sonra Düzeltme Yapanlar:

Yayımlama aşamasından önce düzeltme yapıp yapılmadığı hassas konulardan biri. Bu da yine ilham ve çalışma arasındaki sanatsal yöne vurgu yapma çabası gizlemektir. Bazı yazarlarımız ise açıkça uzun bir düzeltme aşamasını ve sanatın emek boyutunu açıkça vurgulamaktadır. Şevket Süreyya Aydemir, Sevinç Çokum, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Füruzan, Selim İleri, Mahmut Makal, Ziya Osman Saba başta olmak üzere birçok yazar yayımlanmadan önce çalışmaları üzerinde defalarca düzeltme yaptıklarını ifade ediyorlar.

Şiirini yazdıktan sonra birkaç gün bekleten İlhan Geçer; kitabın her aşamasında defalarca düzeltmeler yapan, bir süre dinlenmeye bırakıp tekrar düzelten, yeni baskılarda tekrar aynı işlemleri yapan Fakir Baykurt; eklemeler ve çıkarmalar yapmak için bir süre bekletmeyi tercih eden Sevinç Çokum gibi yazdıktan sonra birkaç gün bekletip daha sonra ekleme çıkarma yapanların çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Salah Birsel de şiiri yazdıktan sonra mayalanması için bir süre bekletenler arasında. Bu açıdan sanatsal eserin demlenmesi konusu ayrıca dikkat çekicidir.

Düzeltme Yapmadan veya Çok Az Değiştirerek Yayımlayanlar:

Halide Edip Adıvar, Mehmet Kaplan ve Turgut Uyar verdikleri cevaplarda düzeltme yapmadıklarını söylemişler. Biz bu konunun da bir parça düzeltilmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz ama yazarların verdikleri cevapları esas almak durumundayız.

Aile ve Edebiyat Arasında Çatışma Yaşayan Yazarlar:

Verilen cevaplarda bazı yazarlar yazma özgürlüğü ile kalıplı bir aile yaşamını taban tabana zıt bulur. Aile çevresinden ve yalnız kalma imkânı bulamamaktan dolayı dertlidir. Bir anlamda geçinme için orta yolu bulma çabasından bahsedebiliriz. Ne yardan ne serden geçebilen bu yazarlarımız durumdan şikâyetçi olsa da söz konusu çatışmanın eserlerine katkılarından da bahsetmek mümkün olabilir.

Aile ve Edebiyat Arasında Bir Çatışma Yaşamayan Yazarlar:

Eşi de kendi gibi edebiyatçı olanların bu konuda şanslı olduğunu söyleyebiliriz, yazı biter bitmez iyi bir ilk eleştirmene okutma imkânı bulmaktadırlar. Sesli okuma ve yanlışları görebilme açısından bu grubun belli avantajları vardır.

Konu:

Her ne kadar Nurullah Ataç, Peride Celal kendi kendine gelir dese de yazarlarımızın çoğuna göre postayla gelmiyor konular. Yazar/şair çevresinde gözlem yoluyla topluyor yazılmaya değer bulduklarını. Birçoğu yazı aşamasına gelmeden önce dikkatlerini çeken veya kendilerini rahatsız eden konular hakkında notlar alıyorlar. Bazısı eline geçirdiği kâğıtlara notlar alırken bazısı ilk mısraları veya ilk cümleleri yakalıyor gözlemlerinde.

Asıl İş Etkisi:

Elbette ideal olanın, yazmanın bir meslek olması gerektiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte yazdıklarının telifiyle geçinmeye çalışan küçük bir azınlık dışında ezici çoğunluğun edebiyat dışı alanlardan geçimini sağladığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Yazarların çoğunun hafta içi tam zamanlı işte çalışıyor oluşu; dolayısıyla akşamları, hafta sonu veya yıllık izinlerde yazması. İkinci bir işe sahip olmanın malzeme ve konu açısından avantajlarının yanında zaman problemi de taşımaktadır yazarlarımız için. Bu grupta olan yazarlarımızın edebiyata ayırabildikleri zaman işlerinin imkân verdiği ölçüdedir.

Dini-Siyasi Endişeler:

Peride Celal ve Muzaffer Uyguner herhangi bir endişe duymadan yazan isimler.

Büyük sorunlara, sosyal davalara uzak yazan (ilhan Geçer). Endişe duymayan ama ortamı görmezden gelemeyen (Naci Girginsoy).

Yazıyı siyasal endişelerin ötesinde bir sanatsal uğraş olarak değerlendiren yazarlarımızın yanında sürekli polis koğuşturmalarıyla uğraşmak durumunda kalan, hatta bir yazıyı yazdıktan hemen sonra tutanak için ifadesini yazıp bekletenler var. Yazmayla adli makamlar arasında çok defa problem çıktığını göz önüne alırsak daha iyi anlayabiliriz bu durumu. Özellikle yakılan, yasaklanan veya yazarının başını derde sokan eserleri düşündüğümüzde bu endişenin yersiz olmadığını söyleyebiliriz.

Yazma Araçları:

Belirli koşullar ve araçlar olmadan yazma sürecine giremeyen veya onlar olmadan verimli olamayacağını düşünen yazarlar vardır. Okurların en çok merak ettikleri konular arasında sayabiliriz bu durumu. Yazmayla yazı ortamı birbirinden ayrılamaz bu yazarlarımıza göre; neyle yazdığı, yazarken yanında ne olması gerektiği önemlidir.

Daktilonun yaygın olarak kullanıldığı dönemlerde Brother, Diana veya Erika marka daktilosundan vazgeçemeyen yazarlarımız olduğu gibi kalemin tükenmez veya kurşun kalem olmasına da şartlanmış isimlere rastlayabiliriz. Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Doğan Hızlan'a bu isimler arasında yer verebiliriz. Tükenmez kalemi bulana dua eder Hasan İzzettin Dinamo. İlhan Berk ise Mürekkebe oldum olası ısınamayan, kurşun kalem kullanan yazarlarımız arasında. Tükenmez kalem konusunu kitabın yayımlandığı 2010 yılını dikkate alınarak değerlendirilmesi yerinde olur. Muhtemelen güncel bir soruşturmada bilgisayar ve tabletler hatta cep telefonları daha çok telaffuz edilecektir. Bu açıdan kitapla ilgili tek eleştirimiz bu yönde olabilir. Günümüz yazar adaylarının daha güncel bir çalışmayı görmek isteyeceğini düşünüyoruz. Bununla birlikte araçlar değişse de yöntemler konusunda bu çalışmanın bir fikir vereceğini ve yararlı olacağını söyleyebiliriz.

Yazmak için uzun sehpası ve özel hasırdan yapılmış peykesinden vazgeçemez Muzaffer İzgü. Bazı yazarlar ise yatağında, ya da divan üzerinde sere serpe uzanarak yazarlar. Nurullah Ataç yazı makinesiyle yatakta çalışır. Ümit Kaftancıoğlu ise en çok bağdaş kurarak diz üstü çökerek, alçak sofralarda yazar. Bekir Yıldız da masada yazamayanlardan. Yere uzanmayı ya da bağdaş kurarak önüne sehpa almayı tercih eder.

Yazımız bitmek üzere olduğuna göre, son bölümde çay, kahve ve müziğe yer ayırabiliriz. Kahve ve sigara Halide Edip Adıvar için vazgeçilmez. Fikret Otyam ve Bekir Yıldız ise yazarken yercesine sigara içenler yazarlarımız arasında. Türleri farklı olsa da müzikten çokça bahsedildiğini söyleyebiliriz. Çayın yanında müziğe de yer veren Sevinç Çokum da bu isimler arasında.

Özgür olmak için çizgisiz kâğıt kullanan Halikarnas Balıkçısı ve sevinçliyken yazabilen, durgun olduğunda eli kaleme gitmeyen Adnan Binyazar gibi isimler daha ilginç şartlar ortaya koymuş söyleşilerinde.

Peri Meselesi:

Yazmak için bir peri bekleyenlere kötü haberimiz var. İlham diye bir esin varsa gerçekten, bir sembol, fikir veya mısra olarak gelecek sadece, basılı kitap olarak değil. Bundan daha önemlisi peri yardım etmek istese bile sizin ona görünmeniz gerekiyor. Günün hangi saatinde ve nerede olursanız olun. Bakalım neler söylemiş yazarlarımız bu peri meselesi hakkında!

En ilginç ifadeyi İlhan Demiraslan kullanmış. "Eskilerin ilham perisi dedikleri periyi hiç görmedim ömrümde." (S.152)

Yazıdaki gayemizi en açık şekilde ifade eden ise Hasan İzzettin Dinamo. "Dünyanın bütün büyük edebî yapıtları ilhamla değil, uzun ve sürekli bir çalışma sonucunda yaratılmıştır." (S.156)

Tarık Dursun K. İse sihirli lambadan medet umanlara kendine has ifadeyle yanıt vermiş. "Ne demek ilham perisi? Yazacak bir şeyimiz yoksa değil peri, Alaaddin'in cini bile etkileyemez yazarı." (S.256)

Sonuç:

162 tane yazarımızın ritüellerini ve yazı ortamlarını incelediğimizde H. Zekai Yiğitler'in sözlerine kulak vermemiz yerinde olacaktır. "Yüzlerce yazarın yüzlerce yönü-yönteminin bulunacağı su götürmez bir gerçek olarak karşımızdadır." (S.414)

O hâlde yazımızın gayesine ulaştığımızı söyleyebiliriz. Karşımızdaki gerçek şudur; yazmak istiyorsanız başlamanız gerekir. Sözlerine kulak verdiğimiz bütün yazarlar kendi dünyalarındaki yazının karşılığına dair bir şeyler söylediler. Ama hiçbiri gelip sizin için yazmayacak. Peri meselesiyse kuyunun dibinde, biraz eğilirseniz belki size görünür. Kim bilebilir bunu!

 

NASIL YAZIYORLAR

Ahmet Köklügiller

IQ Kültür Sanat Yayıncılık

1.Baskı 2010

428 Sf.