1988 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından kurulan, amacı hem hükumetler hem de uluslararası iklim değişikliği müzakereleri için iklim politikaları geliştirmede kullanılabilecek bilimsel bilgi sağlamak olan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), geçtiğimiz Mart ayında 6. Değerlendirme Raporu’nu yayınladı. IPCC, 1990’dan bu yana birkaç yılda bir iklim değişikliğini farklı yönlerden ele alan çalışma gruplarının raporlarını yayımlıyor ve nihai olarak bu raporların birleştirilmesiyle oluşan genel değerlendirme raporları ortaya çıkıyor. Bu raporlar bin bir çeşit ülkeden yüzlerce bilim insanın katkısıyla, müştereken hazırlanıyor, altında 195 ülkenin imzası bulunuyor. Bu yüzden en eleştirel, radikal ve politik şüpheci kesimler için bile IPCC oldukça muteber bir platform sayılıyor. Hatta kurumun son raporlarında gittikçe gürleşen, küresel eşitsizlik ve sosyal adalet konusundaki umut vadeden vurgularının radikaller gözündeki güveni daha da artırdığını söyleyebiliriz.
*Farklı emisyon senaryolarına göre 2100’de küresel ısı değişimi öngörüleri.
Raporları hazırlayan 3 farklı çalışma grubunun odaklandığı başlıklar şunlar: 1) Fiziksel bilim temeli, 2) Etkiler, uyum ve kırılganlık, 3) Azaltım. İlki, atmosferdeki sera gazları; hava, kara ve okyanustaki sıcaklık değişiklikleri; hidrolojik döngü ve değişen yağış (yağmur ve kar) modelleri; aşırı hava olayları; buzullar ve buz tabakaları; okyanuslar ve deniz seviyesi gibi çeşitli fiziksel süreçlerle ilgileniyor. Yani sebepleriyle beraber iklimin ne kadar değiştiğini göstermeye çalışıyor.
İkinci başlık, hem bölgesel hem de dünya çapında bu değişimin her türden etkilerine (biyolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel vb.) ayrılıyor. Bu doğal ve beşeri sistemlerin iklim değişikliğine uyum sağlama ve böylece iklimle ilişkili riskleri azaltma kapasitelerini ve sınırları neler, farklı ölçeklerde azaltma ve uyum çabaları nasıl hayata geçirilebilir, sosyal açıdan adil ve entegre bir yaklaşımla herkes için sürdürülebilir bir gelecek yaratmanın imkanları neler olabilir, gibi sorularla boğuşuyor.
Son çalışma grubu ise farklı azaltım seçeneklerini ortaya seriyor ve hem hükumet ve özel sektör yöneticilerine yönelik kısa vadeli hem de üst düzey iklim politikası hedeflerine ulaşmaya yardımcı olacak uzun vadeli perspektiflere yer veriyor. Azaltım için teknik fizibilite ve maliyeti tek ölçüt olarak almaktan ziyade, önlemlerin alınmasını sağlayacak “elverişli ortam”lara da vurgu yapıyor: politika araçları, yönetişim seçenekleri ve tabi ki toplumsal kabul edilebilirlik.
Sentez raporunun tam metni uzun ve info-grafiklerle dolu olduğundan, politika yapıcılara yönelik hazırlanan 36 sayfalık özetin göze çarpan bazı noktalarına bakmakla yetineceğim:
Buraya kadarki sayılanlar vakıayı ortaya koymak açısından tamam. Onlarca yıllık araştırma ve mücadeleden sonra, iklim değişikliği karar alıcılarca en azından söylem düzeyinde inkar edilemiyor görünüyor (Trump gibi kalbinden geçeni diline olduğu gibi yansıtan deliler hariç). O halde ‘uyum’ çabalarında neredeyiz?
*Yüksek risklerin artık daha düşük küresel ısınma seviyelerinde ortaya çıkacağı tahmin ediliyor.
Rapora göre adaptasyonun tahminî maliyetleri ile adaptasyona ayrılan finansman arasında genişleyen eşitsizlikler bulunuyor. Uyum finansmanı ağırlıklı olarak kamu kaynaklarından sağlanmakta. Küresel iklim finansmanının izi sürüldüğünde bunun küçük bir kısmının uyuma, büyük bir çoğunluğunun ise hâlâ azaltıma yönelik olduğu görülüyor. Bu ilk bakışta kulağa olumlu gelse de aslında sadece oransal bir durum ve azaltım çabalarının bile yeterince gösterilmediği bir vasatta uyum konusunda çok gerilerde olduğumuzun bir işareti.
Küresel iklim finansmanı IPCC’nin beşinci raporundan bu yana bir artış eğilimi göstermiş; ne var ki, kamu ve özel finans kaynakları da dahil olmak üzere uyum için mevcut küresel finansal akışlar yetersiz ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde uyum seçeneklerinin uygulanmasını kısıtlıyor. Türkiye’de örneğin, azaltım ve uyum finansmanı bir kenara, bankaların birçoğu kömür gibi fosil yakıt sektörlerine tam gaz kredi desteğini sürdürüyor. Ayrıca, olumsuz iklim etkileri, gelişme ve büyüme gibi ana akım iktisadi çerçeveler açısından düşünüldüğünde bile, ulusal ekonomileri kayıp ve zararlara uğratabilir ve zaten sınırlı mali kaynakların kullanılabilirliğini azaltabilir, böylece özellikle gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerde uyum için mali kısıtlamaları daha da artırabilir. Nitekim aşırı hava olaylarının yarattığı sürpriz maliyetler ülkemizde de (örneğin Antalya’nın tarım alanlarını vuran hortumlar, sayıları ve şiddeti artan orman yangınları, seller vb.) giderek artıyor maalesef.
*Isınmanın 1.5 ve 2 derece ile sınırlandırılması hızlı, köklü ve acil sera gazı emisyon azaltımlarını gerektiriyor.
Hülasa, IPCC raporu malumu ilam ediyor; işlerin olduğu gibi sürdürülemeyeceğini, bir eşiğin tam ucunda bulunduğumuzu hatırlatıyor. Şu noktada 2015’te vaat edilen azaltım ve uyum politikaları mükemmelen uygulanacak bile olsa gezegen ısınmaya devam edecek, mesele karar alıcıların bunu bir yıkım aşamasına getirip getirmeyeceği, onarım için hangi bedelleri ödemeyi göze alabilecekleri meselesi. Rapor, sonuç kısmında geri dönülmez bir noktada olmadığımızı ortaya koyan iyimser senaryoları da dillendiriyor ancak aksiyon alınmazsa önümüzdeki raporların daha karamsar gerçekleri ve gelecek senaryolarını içereceğini tahmin edebiliriz.
Kaynak: yenipencere.com