Yaser Arafat´ın ´Kudüs Davası´ İçerisinde Bir Yeri Var mıydı?

Sait Alioğlu´nun, Özgün irade Dergisi 2018 Ocak sayısında Yaser Arafat´ın Kudüs davası içerisinde bulunan yerini tespit mahiyetinde yayımlanan yazısı...

Yaser Arafat´ın ´Kudüs Davası´ İçerisinde Bir Yeri Var mıydı?

                                                                                                     "Arafat; Umut, kırgınlık ve sükût-ı Hayal..."

Kod Adı; Ebu Ammar...

O Ebu Ammar´dı. Yani ´kurucu´

Batının İslam dünyasına yönelik mutlak sömürgecilik döneminin sona ermesi sonrasında, bu kez aynı topraklarda, başını sol, sosyalist, ulusalcı ve laik entelijansıyanın ve o minvalde oluşan; oluşturan kadronun,yine ne gariptir ki, aynı batının indirgemeci bir biçimde ve onun öneri ve teşvikiyle oluştuerulan ´modern´ "kurucu kadro" eliyle, toprakları elde tutmak, ama yine batının hakimiyetini ´yeniden tesisi´ açısından, bzide de oldduğu üzere,a dına ulusal kurtuluş mücadelesi denen dönem başlamıştı.

Bu minvalde, birçok yurt toprağı üzerinde oluşan tablonun, esatan koparılan, ama esasa değil de, İsrail ve Yahudi faktörü üzerinden, yeniden batıya bağlanan Filistin´de, tavşana kaç, tazıya tut ve bunca yıkım karşısında, Cam David örneğinde olduğu üzere, barış görüşmeleri adı altında bir tiyatro yıllar yılı sergilenmişti.

Bu tiyatroda, solu ve sağı dahil olmak üzere, dönemin tüm küresel güçleri, işin içerisinde efendileri için görevler almışlardı. Bu iş bugünlere, daha doğrusu 1988´de ki HAMAS´ın başlattığı İslami intidada sürecine kadar, bu yazgı böyle devam etmişti.

Ondan önce, Müslümanların büyük bölümüde, Müslüman bir önderliğe,yine şer güçler tarafından yer verilmediğinden, hyer verilmek istenmediğinden olsa gerek, önderlik birçok İslam yurdunda olduğu üzere Filistin özelinde de sol, soayalist, ulusalcı laik güçlere tevdi edilmişti.

Kargadan başka kuş olamazmış misali, gerek ´Müslüman´ ve gerekse de İslami kimliğe sahip olması çeşitli okuma biçimi ve yönlendirmeler sonucu elinden alınan, ya da bu imkândan yoksunlaştırılan bziler için, Filistin denilince akla sadece Ebu Ammar, yani Yaser Arafat geliyordu ilk gençlik yıllarımızda...

***

Ona olan ilgimiz süreç içerisinde artarak devam etmişti. Birde bunun yanında, kendisine yüzümüzün dönük olabileceği türden yerli bir sol lider olmadığından olsa gerek, birde, evrensel ´devrimci´ değerler manzumesinden hareketle birçok lidere olduğu üzere, Ebu Ammar´a ilgimiz daha da çoktu.

1982´de yapılan kürsel bir antlaşma sonucu FKÖ´nün Filistin´i ´ebediyen´ terkedip deniz yoluyla Tunus´a yerleştirilme çalışmalarını televizyondan izlediğimde, içimde yaşadığım burukluğu, o dönemde çevreme anlatmak bir hayli zor gelmişti. Boğazım adeta düğümlenmiş, nutkum kurumuş, içimden nefret kusmuş, ama Ebu Ammar´ın terörist(!) kimliğinden dolayı, çok yakınımda bulunanlara anlatamamıştım.

Sağolsun sadece, hasta yatağında/ölüm döşeğinde yatan yetmiş kusur yıllık bir ömür yaşayan babama ancak ve ancak anlatabilmiştim. O da, Arafat´ı bir solcu, sosyalist kimliğinden ziyade -o böyle şeyleri pek bilmezdi bile- Kudüs´ü kurtaracak, Selahadin örneğinde olduğu üzere Filistinli bir lider olarak biliyordu.

Olsundu o kadar. O da iyi sayılırdı sonuçta...

***

Daha sonra ise, o sosyalist/solcu ve laiklik bağlamında Arap milliyetçisi kimliğinden ötürü, dönemin gerek Türkiyeli ve gerekse de diğer Müslüman toplumlar nezdinde, onun davasının salt İslam davası olmadığı, aksine işgal edilmiş topraklarda sol değerler üzerinden bir devlet kurma düşüncesinin ağır bastığı görülmüştü.

Müslüman kitle o konuda yanılmıştı.

Ama o sonuçta bir liderdi. Çeşitli insani halleri; zaafları, yanlışları, doğruları, yaptıkları, yapmadıkları ve de yapamadıklarıyla...

***

Hayatından kesitler...

Filistin Mücadelesi denilince akla ilk onun ismi gelir: Yaser Arafat. Haki üniforması ve başındaki kefiyesiyle Filistin´in simgesi Arafat´ın asıl adı Muhammed Abdurrahman Abdurrauf Arafat el Kudva el Hüseyni´dir.

Birçok defalar, doğum yeri olarak Kudüs´ü söylese de 24 Ağustos 1929´da Kahire´de doğduğu araştırmalar sonucu kesinlik kazanmıştır.

Arafat, ilkokulu Kudüs´te okur; ortaöğrenimini İsrail işgalinden sonra göç ettiği Gazze´de tamamlar. İsrail ile mücadelesi ise, 18 yaşındayken, İsrail Devleti´nin kurulmasıyla başlar.

1947?1949 Arap-İsrail savaşında Filistinlilerin komutanı Abdülkadir El-Hüseyni´ye genel sekreterlik yapar. Filistin savaşçı birliklerinin oluşturulmasında rol oynar. İnşaat Mühendisliği eğitimi gördüğü Kahire Üniversitesi´nde tanıştığı arkadaşlarıyla El Fetih örgütünü kurar.

Arafat, Süveyş Kanalı bölgesinde, İngilizlere karşı gerilla savaşına katılmaya gönüllü üniversite öğrencilerinin askeri eğitiminden sorumludur. Ayrıca, Filistinli Öğrenciler Birliği´nde de faaldir. O dönemde Müslüman Kardeşler Örgütü´ne yakınlık duymakla beraber, hiçbir partiye katılmaz.

Arafat´a göre, ?Emperyalist rejimlerle bağlantılı, yozlaşmış siyasi partiler Filistin davasını taşıyamaz.? der. . (1)

-Daha sonra Mısır Ordusuna katılır-

Filistinli gençlerin işgale karşı mücadeleyi bağımsız bir yapı içinde sürdürmesi amacıyla, 1952´de kurulan ?Filistinli Öğrenciler Federasyonu?nun başkanı olur. 1956´da okulu bitirince Mısır ordusuna girer ve İsrail´le mücadele amacıyla Fedayiin örgütünü kurar.

Aynı yıl, İkinci Arap-İsrail Savaşında, Filistin Birliği saflarında, İngiliz ve Fransız kuvvetlerine karşı patlayıcı madde ve sabotaj uzmanı olarak yer alır. İsrail´in saldırısı ve İngiltere ile Fransa´nın Kanal bölgesine asker çıkarmasıyla başlayan Süveyş Savaşı, ABD ve Sovyetler Birliği´nin ortak çabalarıyla durdurulur. (2)

Gerilla Arafat´tan diplomat Arafat´a...

Onu gerilla yönü yönü kadar diplomatik yönü de bir hayli ilginçtir. En başta, görünürde, birçok batılı, doğulu ülkenin yanında, salt onun şahsına yönelik olmasa dahi, Filistin halkına karşı Müslüman toplumların varolan ilgisine bakıldığında, Arafat´ın, başı sıkıçtığında, Rauf Denktaş´ın ´anavatan´ olarak bildiği sığınabileceği Türkiye gibi bir ülkesi yoktu. Sosyal ve domoğrafik açıdan dahi olsa ´Müslüman´ ve Araptı, ama pek de gidecek bir yeri yoktu. Gittiği, hatta uluslararası antlaşmalar çerçevesinde gidip sığındığı Tunus gibi Müalüman Arap bir ülkede dahi o ve arkadaşları İsrail´în hedefi olmaktan kurutlamıyorlardı.

Bu yüzden olsa gerek Rauf Denktaş´a söylediği şu söz bizleri de haklı çıkarmaktaydı; "daha ne istiyorsun, benim gömülecek kadar vatanım yok, senin arkanda Türkiye gibi bir devlet var!" (3)

Onun davasında Kudüs ne kadar yer etmişti ve Kudüs onun için ne anlam ifade ederdi...

Bu konuda yıllardır Filistin konusunda yaptığı araştırmalarıyla tanınan gazeteci Ahmet Varol´un ifadeleri dikati şayandır. Ki bizde bu söylenenleri, onun hayatında çeşitli kereler teyit edebileceğimiz üzere, onun salt Filistin davasında, örgütün şimdiki yetkililerine -hele ki Dahlan´la başta olmak üzere- nazaran daha duyarlı ve ilgili olduğunu söyleyebilirdik.

Ki o bir sol, sosyalist, laik/Arap milliyetçisi ve en önemlsi de temsil ettiğini düşündüğü Filistin halkının ´Müslüman´ kimlikli olması gerçeğini göz ardı etmediğini, İslami hassasiyete ilgi göstermese de, o halkın değerleri karşısında nötr davranmaya çalışıyordu.

Bununla birlikte, Batı Şeria yönetiminin İslami hassasiyet üzerinden HAMAS´a ve dolayısıyla Gazze şeridi´nde yaşayan halka karşı, değerlere yönelik ve bir nevi işgalci güç mesabesinde davranma gerçeğine bakıldığında, bu davranış kalıbının seküler laik kimlikten kaynaklandığını ve bir kehanette bulunmadan söylersek eğer, Filistin devleti, mevcut haliyle güçlendiği oranda kendi halkına karşı jakoben batıcı reflekslerle hareket etmeyeceğini kim iddia edebilirdi ki. Örneği mebzul miktarda varken. Hem de el´an Gazze´ye karşı lokal da olsa uygulandığı halde...

Bu savımızdan hareketle söylersek, onun sonuçta, Filisitin´in esaslı, ayrılmaz parçası, mütemmim cüzü ve ondan hareketle Filistin´in dünya Müslümanlarının nezdinde hatırlanacak olacağı Kudüs üzerinden ´Âlemlerin Rabbı´na uygun, gerek yertel de ve ümmet bazında da Müslüman çoğunluğa uygun bir Kudüd davası yoktu diyebiliriz.

Kudüs o ve onlar için sadece ´renklerin buluştuğu, mozaik yapısı, maddi (kültürel, sosyal vb.) yapısının çeşitliliği ve kurulacağı öngörülen bir Filistin devletinin ebedi başkenti olma düşüncesin,in yanında bir önemi yoktu.

***

Hakkını yememek lazım, o bir Filistin davasının öncülerinden biriydi. ama İslami anlamda onun bir Kudüs davası yoktu. Sadece, o o konuda, belki de onun konumunda olup vatanında uzaklarda ´mülteci kamplarında,ya da ´müstakil bir mahalde yaşamış olsun, mülteci kimliğiyle hayata başka diyarlarda hayata adım atan herhangi bir kişi gibi, o da  bir vatana ve yönetim merkezine sahip olmak isteyen herkes gibi, birde Kudüs gibi tarihi özelliği olan ve ´albenisi´ de bulunan bir şehirde oturup kendi insanının yönetmek isterdi.

Bu da sonuçta bir hak ve istekti, ama ´sadece´ o kadar bir etkisi olacaktı...

Hatta birçok lider, öylesi durumlarda, eskiden beri varolan yönetim şehrini es geçip yeni bir yönetim şehri ya yeniden inşa etmeye, ya da eskisine kıyasla izbe şehirleri, yeni anlayışa binaen ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Ya da kendi anlayışlarına uygun şehirler kyrguluyorlardı. Arafat ise öyle değil, Kudüs´ü başkent olarak düşünüyordu, ama onu da İsrail´le birlikte paylaşarak, pay ederek ...

Kısacası, hayatını, elinde tuttuğu Allah´a karşı sorumluluk duygusu taşıyan bir Müslüman´ın tavrını Yaser Arafat´ta, onca sıkıntı, mücedele ve başarıya(!) rağmen göremiyorduk.

Kudüs onun zihninde, zihin dünyasında sadece Filistin devleti için, çeşitli tonlarıyla da olsa sadece bir başkent olarak yer etmiş, iz bırakmıştı.

Kudüs, dava olarak bizim davamızdı. Başkasının değil...

______________

DİPNOTLAR:

1) Filistin Mücadelesinin Yılmaz Askeri: Yaser Arafat, Haber10 ÖZEL / Furkan DÜZENLİ

2) Filistin Mücadelesinin Yılmaz Askeri: Yaser Arafat, Haber10 ÖZEL / Furkan DÜZENLİ

3) http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/irfan-ozfatura-ahmet-sirri-arvas/332791.aspx