İstanbul’da havalar bulutlu. Ara sıra yağmur serpiştiriyor.
Bu mevsimde özlüyorum Trabzon’u.
Fırsat olsa da atsam kendimi Trabzon’a. Ağasar deresi boyunca çıksam taa Acısu’ya, Sis’e kadar.
Irmağın şavultusunu, rüzgarın uğultusunu bir kemençe sesi aralasa. Tercihan Kurut’un kemençesi.
“Geldi bir kara duman/Sardı dört yanımızı/Bu kaybana sevdaluk/Alacak canımızı”
Kurut türkü söylemez. Sadece çalar. Kemençeyi konuşturur. “Allah’tan korkmasam bu kemençeyi Elemterekeyfe’den Sübhaneke’ye kadar okuturum” dediğini duymuştum.
Türküyü de Süleyman amcamın Hasan söylesin.
“Andır peytemal kalsın/Zonguldağın parası/Çıkmadı ayağımdan/Kömürünün karası/Satsın babam Düzköy’ü/Versin başlık parası.”
Bir şehirde doğmanın ya da doğmamanın kendi başına insana insaniyet katmadığının farkındayım.
Bu yüzden “Kururluyuz hepimuz/Trabzon başkendimuz/Orali olmasayduk/Ne oludu halimuz” diye bir türkü kulağıma çalındığında tebessüm eder, geçerim.
Başka şehirleri de seviyorum. Diyarbakır’ı, Bursa’yı, Konya’yı, Kayseri’yi, Mardin’i, Balıkesir’i, daha bir çok şehri.
İstanbul’u saymıyorum. Hiçbir güzel şehir İstanbul’un eline su dökemez.
Şu anda şehircilik mi yapıyorum?
Hayır. Bulutlu hava içimdeki Trabzon’u depreştirdi.
Bir de Mor Taka’yı ihmal ettim. Bugün biraz onunla vakit geçirmem gerekiyor.
Mor Taka ne?
Bilen biliyor. Bilmeyenler için söyleyelim. Bir sanat edebiyat dergisi. Trabzon’da çıkıyor.
Bir ara basılı olarak çıkmıştı. Şimdi internette. Derginin ‘Seyir Defteri’nde yazıyor: “Bu dergi size ulaşırken hiç ağaç kesilmedi.”
Mor Taka’nın kaptanı Yaşar Bedri’dir. Şair, öykücü, romancı, yazar, ressam, fotoğrafçı, sinema yönetmeni, motosiklet tutkunu, seyyah, coşkulu bir Trabzonlu ve sevimli bir dede... Bu sonuncusunu yazmasa mıydım? Fakat her telefon görüşmemizde bir torun faslı geçiyoruz.
Bakmayın bugün şehrin bütün enerjisinin Trabzonspor’un etrafında temerküz edişine. Bir sanat ve kültür ortamı hep olmuştur Trabzon’da.
Yaşar Bedri, o sanat ve kültür ortamına hayat veren bir sima. Yaşar Bedri’nin ürettiklerini saymayacak olursanız Trabzon çok eksilir.
İsyankar bir tarafı var Yaşar Bedri’nin. Her halde en çok bu tarafını seviyorum. Bazen beraber isyan ediyoruz.
Derginin 26. Sayısının dosya konusu Şiir ve Anarşi.
Bu sayıyı oturdum, iki saat okudum. Tamamını okumam şu anda mümkün değil. 226 sayfa.
Zaten dergilerin tamamı okunmaz. Seçer seçer okursun.
Muhsin Şener, Anarşi ve Şiir yazısında gönlüme göre söylemiş. “Şiir bir tür anarşidir. Düzeni sarsan bir yapılanmadır. İdare-i maslahatçı değildir. Islah etme düşüncesinde hiç olmadı. Yeniden kurma üzerine oturmuştur.”
Bebek uyutur gibi sessiz, tatlı tatlı yazan şairler duysun bunu.
Mustafa Karaosmanoğlu’nun “Karşı dil serüveninde şiir ve anarşi” yazısı da zihni tahrik edici tanımlamalar içeriyor.
ABD’li gazeteci Elizabeth King’in 19. Yüzyılın anarşist şairi Voltairine de Cleyre’nin şiirine dair yazısını Fadıl Oktay çevirmiş.
Dosya zengin. Resim, müzik, felsefe, siyaset, hepsi var. Verimli bir ‘anarşizm’ okuması için uygun.
Cahit Koytak’ın, Babür Pınar’ın, Veysel Çolak, Mehmet Bardakçı, Yaşar Bedri, Fadıl Oktay ve Salih Ecer’in şiirlerini dikkatle okudum. Geri kalanını daha sonra okurum.
Çolak, Oktay ve Bardakçı Mor Taka’ya yazılarıyla da katılıyorlar. Bir dergiye katılmak böyledir. Şiirini gönderip beklemeyeceksin. Omuz vereceksin.
Bardakçı’nın Uruguay şiiri üzerine çalışmasında beni en çok etkileyen Amerika’daki yüzlerce yerli dilin kaybolmasıydı. Korkunç bir kayıp.
Dili yok etmek soykırım sayılır mı?
Abdülkadir el-Murabıt’ı ya da es-Sufi’yi Gariplerin Kitabı’ndan beri biliyorum. Cihad, Ayetlerden İşaretler, Yüz Basamak kitaplarını da vaktiyle okumuştum. Düşünce dünyamızı zenginleştiren ufuk açıcı eserlerdi. Geçenlerde vefat etti. Allah Rahmet eylesin.
Mehmet Ali Ağca’nın Abdülkadir es-Sufi’ya büyük bir ilgi duyduğunu, mektuplar yazdığını bilmiyordum. Sufi’nin Yusuf İslam’ın ihtidasında etkisi olduğunu da bilmiyordum. Mustafa Kara’nın yazısından öğrendim.
Yazacaklarım bitmeden yerim bitti. Köşemin istiabını aştım.
Bence vakit ayırın, daha fazlasını Mor Taka’dan okuyun.