Abdülaziz Tantik yazdı;
Yaşam çok boyutlu bir fenomeni gösteriyor. İnsan bu çok boyutlu yaşamın küçültülmüş halidir. Düşünce bu çok boyutlu iki fenomenin arasındaki bağı kurmaya çalışan bir adaptasyon süreci…
Yaşamı, kendisinin etkisine girmeden izlemeye başlayarak onun çok yönlü ve çok boyutlu özelliğini keşfedersiniz. Bu yönü, insanın çok boyutlu yönü ile girdiği ilişkide aldığı biçimi bize gösterir. Hem yaşam ve hem insan çok etkileşimli iki varlık türüdür. Yaşam, insanı da içine alan daha büyük var olana göndermedir. Ancak insan yaşamın oluşumunda önemli bir paya sahip ve bu pay yüzünden yaptıklarının ceremesini çekecek olandır. Düşünce ise insana mahsus bir özellik taşır. Ama düşüncede zekâ ayrı bir yere sahiptir. Ve bu zekâ yaşamın bütün alanlarında kendi varlığını izhar eder. Yaşamın döngüsünün daimiliğini sağlayan da zekâdır. Her varlığın kendisine ait bir zekâya sahip olduğu görüşü bugün felsefi bir yaklaşıma dönüşmüştür. Yaşam ve yaşamın içindeki her varlık zerresi bir zekâya sahiptir. Fakat kendine has bir zekâ veya akletme yeteneğine sahip yegâne varlık bilgimiz dâhilinde olana göre insandır. İnsan, yaşamı belirleyecek ve sürükleyecek özelliğini bu zekâ/akıl sayesinde gerçekleştirmektedir. Bu yüzden insan kendi sorumluluğunu üstlenecek bir karaktere sahiptir. Sorumluluğu üstlenmeyen kişiye zekâ geriliği olan hasta muamelesi yapılmaktadır.
Zekâ ile akıl arasındaki fark derin bir ayrıma dayanır. Akıl, kurgu yapabilen bir özellik taşır. Zekâ ise kurgudan çok var olanlar arasındaki irtibatı ve kendisine yöneltilmiş bir hamleye karşı nasıl tavır alınması gereken var olanla sınırlı bir zemine sahiptir. Tabii ki akıl, tahayyül yeteneğini harekete geçirirken zekâdan istifade eder. Ama burada zekâ aklın araçsal mekaniği haline dönüşür. Aklın bu boyutu ile insan yegâne varlık kategorisinde bulunuyor. Bu anlamı ile insan, Tanrı’nın sahip olduğu işlevin sonlu boyutunu taşımaktadır. Tanrı, bütün varlığı yoktan var ederken, aynı zamanda yaşamı kodlaştırarak ve sürekli yeni kodlar devreye koyarak akli yetisinin sonsuzluğunu ve büyüklüğünü zaten göstermektedir, görmek isteyen gözlere ve akıllara… İşte insan bu özelliğin sonlu bir tezahürü olarak yaşam üzerinde etki sahibi ve bu etkiyi düşünce üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu durum bize düşüncenin sahip olduğu eni ve derinliği de göstermiş olur. Şimdi yaşam, insan ve düşünce arasındaki korelâsyonu sağlayacak olan şey nedir? Yaşamı anlamlı kılacak olan şeyin neliği meselesi insanın önünde duran en temel konudur.
İnsan, bir şey yaşarken, onu değerli kıldığı zaman sahiplenir. Değerli kılmadığı herhangi bir şeyi kaybettiğinde müteessir olmaz! Bu da insanın varlıkla kurduğu ilişkide değerin/anlamın önemini gösterir. Ama yaşamda insan birden fazla şeye değer/anlam yükleme kapasitesine ve kabiliyetine sahiptir. İşte bu potansiyel, insanı, ilişkiye geçtiği her şeye bir anlam yüklemeyi de kolaylaştırmaktadır. Burada da asıl soru: insanın anlam yüklediği fenomenlerin yaşamı yaşanılır kılıp kılmadığı, ilişkide olduğu varlığa değer yükleyip yüklemediği, varlığın daha iyi yaşam şartlarına sahip olup olmayacağını da önemli hale getirir. Yani insanın sahip olduğu anlam ve değer skalası yaşamı daha yaşanılır kılıyorsa, insan ve diğer varlık türlerine hayatı kolaylaştırıyorsa, barışık bir yaşamı inşa edebiliyorsa, bu anlam ve değer bizatihi anlamlı ve değerli olur.
İnsanın sahip olduğu anlam ve değer sadece kendisini mutlu ederken başkalarını olumsuz etkiliyorsa, yaşamı içinden çıkılmaz bir hale dönüştürüyorsa, varlığa zarar veren bir etkiye neden oluyorsa, bu anlam ve değer, kesinlikle sorunlu ve aslında bir anlamsızlığa ve değersizliğe neden olmaktadır. Bu noktada anlam ve değer kavram olarak bir üst aşamaya geçiş yaparak, kendi varlığı ile ilgili kuşatıcı, birleştirici, zenginleştirici, barışık ve esenlik sağlayarak yaşamı bir hedefe doğru taşıma cehdine kavuşur.
Bir fenomen olarak anlam ve değer ile bir ıstılah olarak anlam ve değer arasındaki farkı görmeliyiz. Böylece düşüncenin salt bir fenomen olarak varlığı ile ıstılah olarak varlığı arasındaki ayrımı da görmeliyiz. Bu yaşam ve varlık türleri içinde geçerlidir. Böylece bir olgunun ıstılaha dönüşmüş bir kavram olarak varlığı bir üst şemaya taşınmasını zorunlu kılıyor.
Çok katmanlı yaşam, çok katmanlı insan ve çok katmanlı düşünce arasındaki korelâsyonu sağlayacak olan değer ve anlamın ıstılahi bir yapıya sahip olması gerektiği bedihidir. Bu değer ve anlam ıstılahi olarak düşünceyi de insan ve yaşamı da ıstılahi bir zemine taşıyarak ona yeni bir kimlik ve karakter inşa eder. Sorun burada açığa çıkmaktadır; bu anlam ve değeri ıstılahi boyutu içinde anlamlı ve değerli kılacak bilgi, bakış ve yöntemin nereden elde edileceğidir. Düşünce, bu yeni durumu hangi bilgi zemini üzerinden elde edecektir. Önce düşüncenin kendisinin bir üst şemaya çıkması zorunlu iken kendisi çıkmadan diğer iki unsuru çıkarabilir mi? Bu mümkün görünmemektedir. Ayrıca hem yaşam, hem insan çok katmanlı ve çok boyutlu iken düşünce de buna uyumlu iken bu sonsuzluğu ihata edecek bir bilgiyi nereden bulmalı insan?
İşte bu noktada bütün bu varlığı kendi çok boyutluluğu ve katmanlılığı içinde var eden bir Güç’ün varlığı asli bir özellik taşıyor. Yaratıcı Güç, yaratma eylemini bu zenginlik içinde var ederken ona yön/hidayet, yönelim/ istikamet göstermesi en makul ve doğru olandır. İnsanlık tarihi boyunca gönderilen Resullerden söz edilmesi, gönderilmiş kitaplar/vahyin varlığına tanık olunması, bazılarının elimizde bulunması, durumu işaret eder görünmektedir. Sadece bilgiyi göndermekle yetinmeyen Allah (cc), aynı zamanda o bilginin/sözün uygulanmasını ve temel ilkelerinin nasıl uygulanacağını da öğretmesi için Elçiyi görevlendirmiş ve öncelikle onu eğitmiştir. İşte anlam ve değer bu düzeyde var kılındığında yaşamı bir üst aşamaya taşıdığı gibi insan ve düşünceyi de bir üst aşamaya çıkararak barışın ikamesinin temel şartlarını oluşturmaktadır.
Yaşamın kendisi, süreci yıpratmaya ve eskitmeye, eritmeye ve azaltmaya dönüktür. Süreç ancak kendi fenomenal karakterinden kurtulduğu zaman yükselmeye başlayacaktır. Bu yükseliş için ise düşüncenin kendi ıstılahi anlamını muhafaza etmesi, sürekli kendisini yenileyerek temel yön ve yönelimini kaybetmeden fenomenal ile irtibatını kurmasını şart koşar. İnsanlık tarihi, bize peygamberlerin ölümünden sonra onun getirdiği değer yapısını çok geçmeden değişime uğrattıklarını göstermektedir. Bu yüzden sürekli müteyakkız bir halde olmak, insan ve düşünce arasındaki bağı güçlendirmek, düşünce ile insanı aynı yön ve yönelime haiz kılmak temel bir öncüldür. İnsan ve düşüncenin aynı yön ve yönelime sahip olmadığı durumlarda kaotik bir durum izhar eder ve sorunlar yumağı yaşamı çekilmez kılar.