Şimdi!.. Bugün, hemen, şimdi. Derhal!..
Bir savaş ilanı, bir seferberlik, bir milletin topyekun harekete geçmesi. Bu lazım, bu mümkün, başka yol yok.
Reisicumhur BM’de gereken her şeyi söyledi. Fazlası var eksiği yok.
Dünyanın kılı kıpırdayacak mı?
Sanmıyorum.
Bu yıl kış çok sert geçecek ve Avrupa’nın doğal gaz stokları yetmeyecek. Kesintiler olacak, donma tehlikesi, açlık, korku.
Biz bize bakalım.
İklim krizi bizi kuraklık ile vuracak.
Bunun işaretleri çoktan verildi, ama kimse tınmıyor. Tahminen söylüyorum (İleride gerçek sayıları bulur veririm). Ülkemizde 220 sulak arazi ve göl vardı, şimdi bu sayı 20’ye düştü.
Her gün televizyonda kuruyan bir gölden arta kalan balıkçı teknelerinin, kayıkların çürüyen iskeletini görüyoruz. Çırpınan balıklar, oksijeni tükenen sular, artık canlı cenazeye dönmüş kuş cennetleri. Simsiyah akan dereler, kokudan yanına varılamayan nehirler, körfezler, lağım çukuruna dönmüş Marmara.
Bir damla suya hasret ekin tarlaları. Bir karış boya varmadan kuruyan mahsule dalgın gözlerle bakan çiftçiler.
Bir yanda sel.
Öte yanda yangın.
Felaket tellalı değilim ama görünen köy kılavuz istemiyor. Dünyanın, yani sanayi peşinde koşanların, yani kalkınma, ilerleme, refah, zenginlik, konfor, haz ve hız arzusu ile dolanların, yani nefs-i emmareye kapılanların fosil yakıt tüketmekten vazgeçeceklerini sanmak, anlaşmanın altına imza atsalar bile buna uyacaklarını kabul etmek safdillik olur.
Siz Hz. Nuh misali; “tufan koptu kopacak” deseniz, hadi gemiye binin diye teklif etseniz, onlar kibirlerinden ödün vermez. “Biz dağlara çıkar kurtuluruz” derler.
Kuraklık kapıda.
2030-2050’ye dahi kalmayabilir.
Biz anasır-ı erbaayı yani havayı, suyu ve toprağı kurtarmak için, dördüncü unsur “insan” olarak hemen harekete geçip, Anadolu toprağını kuraklığa-sele-yangına karşı korumalıyız.
Bu hamle öyle elinin ucu ile tutmakla gerçekleşemez. Kanunsa kanun, güçse güç kullanarak (tarımda reform demek artık bana hafif geliyor) bir savaş hâli gibi “seferberlik” ilan edilmelidir. Bu seferberlik hâline insanımız ikna edilmelidir. Arazilerin birleştirilmesi, kooperatifçilik, her neyse bilenler benden iyi bilir, hâl kanunu, soğuk hava depoları, frigorifik arabalar konvoyu, mağazalar zinciri veya zincir mağazalarla yapılan anlaşmalar, çiftçiye lazım ne varsa, bu teknik yapılanmayı ben bilemem ama bunca üniversite, uzman ilim adamı, teşkilat var, elbette esaslı bir plan yapılmalıdır (Öyle patates-soğan krizi sırasında alelacele kurulan gecekondu marketlerle olmaz bu iş).
Metropollerdeki nüfus boşaltılmalı (Tarımdaki kârlı istihdamı görenler kendisi gelecektir) hatta kangren hâline gelen “göçmen” unsuru dahi bu yolda işgücü olarak iskân edilmelidir.
İnsanlar bu işi “yağma Hasan’ın böreği” diye görmemeli, “bir hayat-memat meselesi” bellemelidir.
Bu işin takdimi, tanıtımı, propagandası hakkıyla yapılmalıdır. İcab ediyorsa mevcut yatırımların stratejik olanları bir yana ödemeler ve inşaatlar durdurulmalı, tüm enerji ve para bu yola sarfedilmelidir.
Yarım asırdır ülke insanının hasretle beklediği “tarlada bir lira markette on lira” kâbusu sona ermelidir. Bu tek husus dahi insana bir seçim kazandırır. Kesin olarak, sadece bu.
Mesele birkaç kontrol memurunun fahiş fiyat tahkikatı ile bitmez. Bu sahneleri çok gördük. Mesele topyekun bir “yeniden yapılanma” ile çözülür.
Ancak benim amacım bu “kısa vadeli kâr” değildir.
Amacım “Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş” ve “Kanaat Ekonomisi”nin hayata geçirilmesidir. Bu aynı zamanda dünyaya söyleyecek sözümüzdür.
Açıkçası yepyeni bir “hayat tarzı”.
(Devam edecek)