Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Yarı savaş düzeni̇ üzeri̇ne bazı düşünceler

Sosyolog yazar Mücahit Gültekin, küresel güçler adına makineleşmemiz robotlaşmamız, ve ruhsuzlaşmamız için oluşturulan yarı savaş düzenini içeren bir felsefin mahiyetini ve olası sonuçlarını analiz ediyor.

Yarı savaş düzeni̇ üzeri̇ne bazı düşünceler

Her şey kendi gerçekliğinden uzaklaştırılıyor. Erkeklerin çocuklarını emzirdiği, kadınların sakal bıraktığı, büyükannelerin torunlarını doğurduğu, hayvanların matematik dersine girdiği, robotların Türkçe öğretmeni olduğu, algoritmaların terapi yaptığı, hırdavatçıların muz görünümünde domates sattıkları bir dünyaya sürülüyoruz.

Kendi gerçekliğinden uzaklaşma bir kopma değil; daha çok bir kararsızlık, ayırt edilememe, belirsizlik durumu. Çağrıldığımız yer bir tampon bölge değil; sınır güvenliğinin olmadığı çatışmalı bir alan. Her türlü “vur-kaç”a müsait sisli bir bölge. Tekinsiz, ikircikli, müphem, kırılgan. Kimsenin kim olduğunun tam olarak tespit edilemediği bir vehimler bölgesine çağrılıyoruz; ne tam bir anlaşmanın ne de tam bir savaşın yaşanamayacağı sürekli bir bocalama bölgesine. Tekerlek patinajda dönecek, benzin bitecek ve ama bir adım ilerlenemeyecek.

Herkesin savaşmak için bir gerekçesinin olduğu ama bu gerekçenin kimseyi tam olarak tatmin etmediği bir yarı savaş düzeninin içine itiliyoruz. Bu bir cephe savaşından daha çok bir sokak savaşına benziyor. Gündelik yaşamın içine yedirilmiş; manavdan patates alırken, manavın da müşterinin de elinin tetikte olduğu; müşterinin patates, manavın para aldığından tam emin olamadığı, hiç kimsenin sağlam kalamayacağı yarı zaferler, yarı hezimetlerle süregiden bir iç savaş.

Benzin bitip, mermi tükenip, derman kesilince sokaklar sakatlarla dolacak. Sakat bırakmak, yarı savaş düzeninin felsefesidir. Görenlerin duyamadığı, duyanların göremediği; yürüyenlerin tutamadığı, tutanların yürüyemediği eksik bir yaşama çağrılıyoruz. Eksik bir yaşam, muhtaç bir yaşamdır. Kesin zafer, kendisine muhtaç olduklarımızındır.

Eksik yaşamlar sadece yalnız değil, yabancılaşmış yaşamlar olacaktır. Amaç yalnızlaştırma değildir, yabancılaştırmadır. Yalnızlaşanlar kendilerine tutunabilirler ve fakat kendi gerçekliğinden uzaklaştırılmış olanlar kendilerine de tutunamayacaklardır. Belki her şey buharlaşmayacak ama kayganlaşacaktır: Bir zemine çarpıp duramayacağımız, sürekli bir düşme hâli. 

Hiç kimse kendi adına konuşamayacaktır; ne erkekler, ne kadınlar ne de çocuklar. Çünkü konuşma yeteneğimiz çalınacak; her şeyin birbirinden koparıldığı bu dönemde, birbirine bağlı kalabilen sadece makineler olacaktır. Makineler herkes adına konuşacak, insan, makinelerin konuştuğuna inanacaktır.  İnsan, insanlığını makinelere devredecek; bir kez daha putlara, kendisinin yaratıldığı ruhsuz çamura secde edecektir. Samiri “yapay zekâ”dan ses çıktığına insanı bir kez daha ikna edecek; Harun çaresiz kalacak, Musa kızacak, Nemrut gülecek ve aşağılık damgası bir kez daha üzerimize vurulacaktır.

Yarı savaş düzeninin felsefesi, imha etmek değil, uzaklaştırmaktır. “Mesafe” bu savaşın anahtar kavramıdır. Savaş yönetmenleri, “bizden” daha çok “durduğumuz yerle” ilgilenmektedir. Çoğumuzu arkasına gizlendiği siperlerden çıkaracak bir ganimet pırıltısı vardır. Baudrillard’ın da dediği gibi, “baştan çıkarma” bu savaşın asıl yöntemidir. Evler boşaltılmalı, insan yersiz-yurtsuzlaştırılmalıdır. Çıkarıldığımız yerlerin insanı olamayız artık; sürüldüğümüz yerlerin mahkûmu olacağız çaresiz.

Çağrılan ama gitmeyen; kıyamda bekler gibi, vakfeye durmuş gibi, güneşin altında kan-ter içinde bekleyenlerin bu savaşta dezavantajlı olduğu açıktır. Onların vaat edecekleri yeni bir şey yoktur. Onları dezavantajlı kılan budur. Onlar, vaat bekleyenleri durdurma gücüne sahip değildir.  Gidenler gidecektir ama ya o durduğu yerde duranlar? Dağları yerinden oynatan o gürültüye kanmayanlar? Vaatlere aldanmayan o “kalın kafalılar”? Evi boşaltma emrine uymayanlar?  O bir avuç insanın içinde, baştan çıkarılabilecek kimse kalmadı mı? İsa’nın nerede olduğunu kim söyleyecek? Belli ki, İsa’nın yerini biri söyleyecek. İsa durduğu yeri terk etmeyecek; o yüzden çarmıhını yüklenecek, oraya çivilenecektir.  Vaatlere aldırmayanların sonu budur.  Film yine benzer şekilde bitecek, geriye kandırılmış kitlelerin bitmeyen pişmanlığı kalacaktır.

Pişmanlık, bütün bir tarihimizin içine sığabileceği kadar büyük bir kelimedir. Her zaman, vaatlerden sonra, elimizde kalan en son şeydir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER