'Yarı delilik'ten çektiklerimiz

Mustafa Çağrıcı Yazdı;

Önce herkese hayırlı bayramlar... Sanırım bir bayramın adına layık üç özelliği olur: 1. Bayram demek sevinmek–sevindirmek, mutlu olmak–mutlu etmek demektir. 2. Bayram, farlılıkları yok etmek değil, farklı olanlarla da tebrikleşmek, tokalaşmak, kucaklaşmak demektir. 3. Bayram barışmak, barıştırmak demektir. Hem dinî hem milli kültürümüzde bir bayram, bu üç özelliği taşıdığı ölçüde bayramdır.

Bu özellikleriyle bayram, bayram olmayan zamanlardaki insan ilişkileri için de bir modeldir. Bütün günlerinin huzurlu ve mutlu bir bayram gibi olmasını kim istemez! Ama epeyce bir zamandan beri İslam dünyası, –bırakın bütün günlerini- yukarıdaki özellikleriyle bayramlar yaşamaya bile hasret kaldı. Asırlar var ki İslam dünyasında büyük kitleler hep huzursuz ve mutsuz…

Tabii ki, bu huzursuzluk ve mutsuzluğun birçok iç ve dış sebebi var. Ama kanaatimce bütün bu sebeplerin de ana sebebi, bunların bizi huzursuz ve mutsuz edecek kadar güçlü olmalarının baş sebebi, yukarıda bayramın ikinci özelliği olarak arz ettiğim müsamaha erdemimizi kaybetmiş olmamızdır; farklılıklara ve farklı olanlara karşı tahammülsüzlüğümüzdür.

Bu, öyle söyleyip geçeceğimiz bir derdimiz değil! Müsamahasını kaybetmiş toplum aklını da kaybetmiş demektir. Çünkü müsamahasız toplum öfkelidir; öfke ise -ahlak kültürümüzdeki ifadesiyle- “yarı delilik”tir. Müsamahasızlık bizde nefret, düşmanlık ve çatışma gibi şiddet eğilimleri üretmekte; bu eğilimler farklı dinî, ideolojik vb. anlayışlar üzerinden derin toplumsal husumet ve çatışmalara evrilmektedir. Bu sonuncular ise bizim dünyamızın enerjisini boşa harcamasına, yoksul ve zayıf düşmesine, sonuçta insanımızın en genel anlamda huzursuz ve mutsuz olmasına, daha bir sürü haksızlık, zulüm ve mağduriyetlere yol açmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki, tüm bu olumsuzlukların arkasındaki ana sebep, –dediğim gibi- farklı olana, farklı düşünene, farklı yorumlayana, farklı yaşayana karşı tahammülsüzlüktür; bireysel, siyasal, dinî, ideolojik, felsefî... alanlarda farklı olanı ya kendimiz gibi yapma ya da yok etme eğilimimizdir.

***

Bu yılın başında vefat eden Suriyeli fikir adamı Cevdet Saîd günümüzde Müslüman toplumların içine düştüğü bunalımın ana sebebini en iyi görenlerden biriydi. 1966’da yayımlanan “Adem'in İlk Oğlunun Doktrini: İslam Dünyasında Şiddet Sorunu” anlamında bir başlık taşıyan kitabında İslam’ı şiddet içermeyen bir kavramsal anlamda, farklı olanla barış içinde bir arada yaşama bağlamında okuyordu. Saîd, öğrenciliğini geçirdiği Mısır’daki siyasal İslamcı hareketin en önemli teorisyeni olan merhum Seyyid Kutub’un (1906-1966) bütün Sünnî dünyayı etkileyen nefretçi radikalizmine karşı İslam’ın barışçı öğretisini öne çıkarıyordu. 1970’lerin sonunda Suriye’deki Müslüman Kardeşler, Saîd’in barışçı davet çağrılarına rağmen Baas yönetimine karşı kanlı bir isyan başlatınca rejim bu hareketi daha kanlı bir katliamla 1982’de bastırdı. Tıpkı şimdiki Suriyeli muhalif grupların barışçıl davet taraftarı Suriyeli âlim Ramazan el-Bûtî’nin telkinlerini dinlemek yerine radikal Karadâvî’nin şiddet çağrılarına uymanın bedelini ağır ödemeleri gibi… İşte “yarı delilik” denilen şeyin sonucu!

Din ilimleri uzmanı olan herkes bilir ama söyleyeni azdır: Ben şu kadarını söyleyeyim ki, bütün dünyada olduğu gibi Müslüman dünyada da özellikle Müslümanların kendi aralarındaki farklılıklara ve farklı olanlara karşı tahammülsüzlüğün, nefret söyleminin, duygusal ve sözlü şiddetin tarihi epeyce eskidir ve bilhassa ulema arasında yaygındır. Sünnî ulemanın farklı düşünenleri, konuşanları, yazanları “ehl-i ehvâ, ehl-i bid‘at ve dalalet (sapkınlar)” diye damgalamalarının ve bu söylemle halk arasında nefret yaymalarının geçmişi bin yıldan daha öncesine gider. İki örnekle yetineyim:

Hicrî 230’da (845) ölen Ali b. el-Ca‘d’in Müsned adlı kitabında anlattığına göre, koyu muhafazakâr ve etkili âlim Süfyân es-Sevrî (ö.160/778), farklı bir görüşünden dolayı İmam Âzam Ebû Hanîfe’yi “kâfir” (aynı kaynaktaki başka bir rivayette “müşrik”) diye anmıştır. Bugünkü şiddet yanlısı ulema ile terör destekçisi oluşumların ilk referanslarının Hanbeliyye mezhebi ve kurucusu Ahmet b. Hanbel (ö.241/856) olduğu mâlum. Onun naklettiği bir rivayete göre, bu Süfyân es-Sevrî, İmam Âzam’ı (ve izleyenlerini) kastederek, “Onlarla hakikat üzerinde bile buluşmak istemem” diyecek kadar İmam Âzam’dan nefret edermiş (el-İlel ve Maʿrifetü'r-Ricâl, Bombay 1408/1988, s. 172).