Tane tane anlatayım.
İmamoğlu çıkıp hakaret ediyor. Devlet görevini ifa eden bir yüksek kurulun başkan ve üyelerinin cümlesine birden milyonların karşısında kendinden geçmişçesine hakaret ediyor. “Seçimi iptal edenler ahmaktır” diyor.
Seçimi iptal yetkisi kime ait? Pek tabii Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) ait.
Hakaret eden belli. Kime ettiği belli. Televizyonlar aracılığıyla yaptığı için alenen işlenmiş bir hakaret suçu bu.
Hakarete uğrayanlar kim? Devlet görevini ifa eden YSK başkan ve üyeleri.
Bu durumda mağdur kim?
Hakaret eden mi, hakarete uğrayan mı?
Bir soruşturma açılıyor.
Mahkeme süreci başlıyor.
Siz savcı ve hâkim olsanız ne yaparsınız?
TCK’nın ilgili kanun maddelerine bakarsınız.
Orada ne yazılmışsa ona bakıp hüküm verirsiniz.
Failin meşhur biri olduğuna, makam ve unvan sahibi olduğuna, vereceğiniz kararın siyaseten neye yol açıp açmayacağınıza asla bakmazsınız.
Zira bakarsanız o vakit adalet adamı olamazsınız.
Failin ismine ve konumuna veya siyasetin nasıl etkileneceğine bakarak karar verilen bir ülkede hukukun üstünlüğünden söz edilemez.
Evvela herkesin şunu kabul etmesi lazım:
Demokratik bir hukuk devletinde hukuk karşısında ayrıcalıklı vatandaşlar olamaz. Herkes hukuk önünde eşittir. Kanunlar herkese eşit uygulanır. Değilse orada hukuk yoktur, adalet tatile çıkmıştır.
Siyasi konjonktür veya mülahazalara göre bir mahkeme karar veriyorsa, o mahkeme hukuku katlediyor demektir.
Hukuki süreç bir bütündür. Yargısal işlem tamamlanıncaya kadar masuniyet karinesine saygı gösterilmelidir.
Geliyorum mağduriyet meselesine…
Hakaret eden kişiye ceza verilmesi, o kişinin mağdur edildiği biçiminde anlaşılacaksa, o vakit dünya hukuken tersine dönmüş demektir.
Oysa tam tersi doğrudur.
Hakarete uğrayanın hukuku korunmazsa, hakaret eden konumundan dolayı korunur ve kullanırsa, asıl o zaman hukuk siyasetin emrine verilmiş olur ve dahi katledilmiş olur. Bu durumda asıl mağdur uğradığı hakaretle yetinen olur.
İlginçtir, birileri kalkıp hakaret edeni aldığı cezadan dolayı mağdur ve kahraman ilan ediyor. Olacak şey mi bu?
Dahası, henüz yargısal-hukuki süreç tamamlanmadan öyle bir siyasi hava estiriyor ki, sanki fail tutuklanmış ve makamından uzaklaştırılmış da büyük bir zulüm yapılmış algısı kökleşsin. Bilmeyen de böyle inansın.
Siz savcı ve hâkim olsanız ne yaparsınız?
Açarsınız ilgili kanun maddelerini, ona göre hüküm verirsiniz demiştim.
Diğer her şeye gözünüzü kapatırsınız.
Hukuk devletinde tam da olması gereken budur.
Merak edenler TCK 125 vd maddelere bakabilirler.
Orada her şey açık seçik yazılı.
125/3, hakaret suçunun kamu görevlisine/görevlilerine karşı işlenmesi halinde nasıl bir hüküm verileceği 125/4,5 maddelerde de açıkça belirtiliyor.
Merak edenler için TCK 125’in 5. fıkrasını olduğu gibi aktarayım:
“Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.”
Ortada tüm YSK üyelerine karşı işlenmiş bir zincirleme suç var mı? Var.
Peki, alenen işlenmiş bir suç mu bu? Evet, öyle.
Peki, alenilik varsa kanunun 4. fıkrası ne öngörüyor. Merak edenler için onu da aynen aktarayım:
“Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda bir oranında arttırılır.”
Bu kadar açık ve net işte.
Bu durumda hâkim olsanız ne yaparsınız?
“Yargı darbesi” bunun neresinde?
Yargı üzerinden siyasi operasyon bunun neresinde?
Hani yargıçların gözünün kör olması gerektiğini savunuyordunuz?
Çok yazık!
İmamoğlu kararına iki kesimden gelen tepki hukuk sistemimiz ve bağımsız yargı adına çok üzücü.
Bir kesim “AK Parti yargı üzerinden siyasi operasyon çekti” diyor, bir kesim de, “ AK Parti’ye bu kararla operasyon çekildi” diyor. Hangisi doğru?
Her ikisi de yanlış.
Ortada bir yargı darbesi yok.
Sadece ve yalnızca apaçık kanun hükümlerine göre verilmiş bir yargı kararı var.
Bu kararın siyasi sonuçları yok mu? Var elbette.
Bu kararın doğuracağı siyasi sonuçlar, o kararın siyasi mülahazalarla verildiği anlamına gelmez.
Birbirine karıştırmamak lazım.
Şimdi bu cezayı uygun görmüyorum diyenlere değerli hukukçu Av. Ebubekir Elmalı’nın sorduğu en anlamlı soruyu soruyorum ben de: Neye göre uygun görmüyorsunuz? Hukuken mi, siyaseten mi?
Sevgili Ebubekir’in dedikleriyle bitireyim en iyisi: “Bir mahkeme kararı ya hukuka uygun olur ya da hukuka uygun olmaz. Sana bana göre olmaz.”
HAMİŞ,
Erdoğan’ın siyasi başarısını sadece mağduriyet üzerinden okuyanlar, hem Erdoğan’ın lider olarak siyasi büyüklüğüne gölge düşürüyorlar hem de gerçeği çarpıtıyorlar.
Erdoğan 1994’te sayısal anlamda az oy alan bir partimizin, RP’nin belediye başkan adayıydı. Karşısında en güçlü partiler ve o partilerin en ünlü isimleri vardı. Medya düzeni tam gaz karşısındaydı. Hiç kimse Erdoğan’a şans tanımıyordu. Ama Reis seçildi.
Reis seçildiğinde hükümet karşısındaydı. Belediyede meclis çoğunluğuna sahip değildi. Ama bütün bir Türkiye’nin gıptayla izlediği büyük hizmetler yaptı.
20 yıldır, içerden ve dışardan gelen onca çelmelemelere rağmen Reis’i başarılı kılan işte o liderliğidir.
Reis’le İmamoğlu mukayesesini mağduriyet algısı üzerinden yapanların aklına şaşarım.
İçimizdeki eziklerin kimi sözlerine de üzülmemek elde değil.
Reis’e geçmişte diz çöktürmek isteyenler ve Reis’e içerden hep muhalefet edenlerin bugün de kalkıp Reis’e bu karar karşısında tepki koyma çağrısında bulunmaları hiç şaşırtmadı beni.
Bu kararla birlikte kimin kiminle ağız birliği yaptığını not ediniz derim.