Şam’ın en önemli iki destekçisi Rusya ve İran elbette bunca savaştan sonra Suriye’yi akıntıya bırakmak istemez. Suriye için cephane, silah deyince Rusya’yı, nakit deyince İran’ı anmalı. Fakat savaş sürecinde müttefiki için en az 30 milyar dolar harcayan İran’ın şu an elinden gelen 4 milyar dolarlık kredi hattıyla petrol ve gaz göndermek. Fazlasını yapacak durumda değil.
“Durum felaket!”
“Sezar Yasası ile daha da kötü olacak!”
Suriye için yeni bir felaket sayfası açılıyor. 2011’den bu yana silahlı isyanla sistemi değiştiremeyenlerin gözlerinin ışıldayarak baktığı bir sayfa.
“Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’ı 9 yıllık savaş götüremedi, acaba ekonomik felaket mi götürecek?” Kâhinlerin bile bir kese altını “Aman istemez kalsın” diyerek geri çevireceği bir soru.
Malum, Amerikan yönetiminin Suriye’yi halletme stratejisi 2018’den bu yana ‘ekonomik yaptırımlarla dize getirme’ seçeneğine kaydı. Amaç, baskıları dayanılmaz noktaya taşıyıp Suriye’nin belini kırmak. “Amacımız artık rejimi devirmek değil tutumunu değiştirmek” diyorlar. Yani Şam’ın yaslandığı dayanaklardan feragat etmesi, ilişkiler manzumesini sıfırlaması!
Şimdi Amerikan Özel Temsilcisi James Jeffrey’in ağzı tavana varmış; “Suriye lirasının değer kaybetmesinde yaptırımların rolü var” diyor.
Ülkenin güneyinde Süveyde’de birkaç gündür ‘az katılımlı’ gösteriler oluyor. Bunlar yeni bir devrim provası olarak lanse ediliyor. “2011 isyanının yeniden dirilişi!” Dürzilerin bölgesi Süveyde hükümet güçlerinin demir yumruğunu çalıştırmaktan imtina edegeldiği bir yer. Sorunlar yer yer küçük çaplı çatışma boyutuna varsa da Dürziler de yarın “sapkın mezhep” muamelesi görecekleri bir isyanın aktörlerine kapılmadı. Süveyde, Suriye kentlerinin aynası sayılmaz. Orada olan orada kalıyor. Hele İdlib’de olanlarla aynı düzlemde değerlendirilemez. Henüz diğer kentler sakin. Elbette bu, insanların öfkeli olmadığı anlamına gelmiyor.
***
Gerçekten alarm vermeye değer bir gidişat mı yoksa yine bir devrim kakofonisi mi?
Muhalifler Suriye lirasının dolar karşısındaki sefaletini iştahla paylaşıyor; tüp kuyruğundaki insanları, ilaç alamayan hastaları, işletmelerine kilit vuran insanların anlatılarını, Suriye lirasını sigara kâğıdı yapıp tüttürenleri…
Yaptırımlardan devrim umanların beklentileri bir kenara tablo hakikaten ağırlaşıyor. Hafta sonu 1 dolar 3 bin Suriye lirasını gördü. (Yazının devamında Suriye lirasını sadece lira diye yazacağım.) Ocakta 1 dolar 940 liradan işlem görüyordu. Merkez Bankası’nın resmi kuru ise yılbaşından beri sabit; 704 lira.
Bir doların 48 lira olduğu 2011’de eline 212 dolar geçen bir memurun bugünkü maaşı hafta sonu kuruyla 27 dolara tekabül ediyor. Mayısa kadar son bir yılda gıda fiyatları ikiye katlanmıştı. Haziranda enflasyon iyice tırmanışa geçti. Suriyeli gazeteci Sarkis Gassarciyan geçen bayramda akraba ziyaretlerine eli boş gittiklerini anlatıyor.
Adettir bir kutu tatlı götürmek. Baklavanın fiyatını 40-50 bini bulmuş. Bir asgari ücrete bedel.
Birkaç haftadır yeni kurlarla kimse önünü göremiyor. Daha doğrusu malı olan satmıyor, ihtiyacı olan almıyor. Özellikle ilaç sektörü ‘S.O.S’ veriyor. Halbuki ilaç ve gıda kendi kendine yeten ülke olma şiarının iki ana uygulama alanıydı. Fakat sektör dışarıdan hammadde getiremiyor, teknolojisini yenilemiyor. Pek çok sektörde maliyetler ikiye, üçe katlanınca yatırım aşamasındaki projeler iptal ediliyor. Dolar sıkıntısı ve transfer sorunları yüzünden hammadde temin edemeyen, etse bile kur farkını ürettiği ürüne yansıttığında alıcı bulamayan, ihracat kanallarını kaybeden üreticiler iflas ediyor. Tarımsal ilaç ve araç-gereç bulamayan çiftçiler verim alamıyor. Petrol, doğalgaz ve pamuk alanlarının büyük bölümü de merkezin kontrolünde değil. Olsa bile satamıyor.
***
Özetle ülkenin yeniden inşa sürecine şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemeçte Suriye savaştan beter bir savaşa giriyor. Esasen Suriyelilerin yaptırımlarla imtihanı 40 yıllık bir hikaye. ABD, İsrail’le olan düşmanlığa bağlı olarak 1979’da “terörü finanse eden devletler” listesine aldığı Suriye’yi bugüne kadar çok sayıda yaptırım kararıyla cezalandırdı. Yaptırımlar 2004’de değişim talepleriyle ilişkilenmeye başladı. 2011’den sonra baskı tırmandı. 2018’de ise iş ekonomiyi çökertme siyasetine evrildi. Kargo gemileri, sigorta şirketleri ve bankalar dahil petrol üretim, transfer ve satışında yer alan şirketler hedefe konuldu.
Şimdi ABD, 17 Haziran’da devreye sokacağı ‘Sezar Yasası’ (Caesar Act) çerçevesindeki yaptırımlarla oyunun kurallarını değiştiriyor. Amerikalı olmayan kişi ve şirketler de Suriye ile iş yaptıklarında cezalandırılacak.
Daha şimdiden kara listeye girmekten korkan firmalar Suriyelilerden uzak duruyor. Yani Sezar daha gelmeden kesiyor.
Mali krizin başka nedenleri de var. Savaşın yıkıcı yükü, kötü yönetim ve yolsuzluklar. Bunlar Suriye’nin kendi tarafındaki sebepler. Dışarıya dönersek ikinci faktörü hemen kapının önünde buluyoruz: Lübnan’daki kriz. Lübnan bankaları dar boğaza girerken Suriye sermayesi nefessiz kaldı.
Lübnan bankaları birkaç nedenle Suriyelilerin paralarını tuttuğu yerdi: Birincisi yaptırımları atlatmak için Lübnan önemli bir kanal. Basitçe söylersek ABD ve AB’nin kara listelerine girmekten çekinen firmalar ürünlerini Lübnan’daki aracılara satıyor, parasını da Lübnan bankaları üzerinden tahsil ediyor. İhracatta da bu bankalar kullanılıyor.
İkincisi, savaş yüzünden Suriye bankalarının başına ne geleceği belli olmadığından Lübnan güvenli, erişilebilir ve en yakın seçenekti. Lübnan bankalarında Suriyelilere ait mevduatın Suriye’deki bankalardan daha fazla olduğu öne sürülüyor. Hatta miktarı 50 milyar dolar olarak tahmin edenler var. Muhtemelen rakam abartılı.
Artık Lübnan bankalarından para çekmek deveye hendek atlatmaktan zor. Üstelik ödemeler yerel para cinsinden ve resmi kurdan yapılıyor. Yarı yarıya kayıp. Bu paralar dolar olarak Suriye’ye geldiğinde katmerli bir kur darbesi daha yiyor. Yani bu dönemde parayı yerinden oynatmak çöpe atmakla eşdeğer.
Lübnan’dan parasını çekemeyenler Suriye’de çarkı döndüremiyor. Suriye’ye dolar akışındaki düşüş kurdaki dalgalanmayı yukarı itiyor. Bu kur rejimiyle eldeki dolarla dışarıya sipariş vermek de iş değil.
Ayrıca yurtdışında çalışıp ailelerine her ay 100-200 dolar/euro gönderenler için Lübnan’daki para transfer kuruluşları yegane kanaldı. Ancak Corona salgını yüzünden bu akış da azaldı.
Özetle Lübnan kavşağında Suriyeli yatırımcı durmuş, tüccar kilitlenmiş, üç beş kuruşla ülkeye döviz girdisi sağlayan aile fertleri çaresiz kalmış durumda.
Suriye yönetiminin mali krizi aşmak için 20’nin üzerinde büyük şirketi maliye kıskacına alması da derde devam olmadı. Malum bu çerçevede Esad’ın kuzeni Rami el Mahluf’un mallarına da tedbir konuldu. Bazı yorumlara göre bu operasyonlar da döviz piyasasını olumsuz etkiledi.
***
Bu zor dönemeç için sihirli formül yok. Suriye içerde dolarla ticareti yasakladı. İhlal için yedi yıla kadar hapis cezası getirildi. Şam’dan bir kaynağın aktardığı bilgilere göre fiilen kesilen cezalar 6 ay ile 1 yıl arasında fakat tutuksuz yargılanma seçeneği tanınmadığı için caydırıcı olabiliyor. Döviz çıkışını önlemek için pek çok ürünün ithalatı yasaklandı. Bu tedbirlerle durumu tersine çevirmeleri zor gözüküyor. Krize yanıt verecek bir politika geliştirebilmiş değiller. (Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde Türk Lirası’na geçiliyormuş, bir çare olarak!)
Şam’ın en önemli iki destekçisi Rusya ve İran elbette bunca savaştan sonra Suriye’yi akıntıya bırakmak istemez. Suriye için cephane, silah deyince Rusya’yı, nakit deyince İran’ı anmalı. Fakat savaş sürecinde müttefiki için en az 30 milyar dolar harcayan İran’ın şu an elinden gelen 4 milyar dolarlık kredi hattıyla petrol ve gaz göndermek. Fazlasını yapacak durumda değil. Bir hesaba göre Suriye iç piyasaya sattığı İran petrolünden yılda 1 milyar doları kasasına koyuyor. Bizim açımızdan sayılmış bir para değil, miktarını kasadarları bilir.
Amerikalılar bu ‘sürek avı’nı nereye vardırmak istiyor? Konuştuğum bir kaynağa göre Amerikalılar, 17 Haziran’dan sonra Suriye’nin toparlanamayacağı bir sürece gireceğini ve Rusların da mecburen çıkış yolu arayacağını düşünüyor. Amerikalılar ‘Sezar Yasası’nın yıkıcı etkisini görünceye kadar pazarlığa girmeyecek. Çıkacak tabloya göre geçiş senaryolarını konuşmaya başlayacaklar. Bunlardan birisi de Sudan örneği. Ömer el Beşir sonrası ülkeyi seçime götürmek üzere ‘askeri geçiş konseyi’ oluşturulmuştu. Amerikalılar bu örneği tutmuşa benziyor!
Rusya ve İran’ın yanıtı ne olacak, bekleyip göreceğiz. Ayrıca İran ve Suriye gibi ülkelerin yaptırım atlatmada yeteneklerinin gelişmiş olduğunu da hatırlatalım. Bu kez dönemeç çok keskin, lakin Orta Doğu’nun yolları ne zaman olağan rotalara sahip oldu ki! Bu diyarın rotaları kâh şarampole gidiyor kâh düzlüğe…
Fehim Taştekin kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Türk-Rus paslaşmasının niteliğini tam olarak bilmiyoruz. Hafter güçlerinin stratejik önemdeki Tarhune’den hiç savaşmadan çekilmesi olası bir koordinasyona işaret ediyor. “Acaba Türkiye ve Rusya müzakere masasına dönülmesi için Hafter’in Nisan 2019’den önceki sınırlara çekilmesi konusunda bir mutabakata mı vardı” sorusu önem kazanıyor.