Eğitimdeki içler acısı tablo, dış politikada yaşanan sıkışmışlık, her alanda giderek artan ve yaşamımızı tehdit eden dışa bağımlılık, buğday, et gibi en temel ihtiyaçları bile ithal eder duruma gelmiş olmamız, toplumsal barışı tahrip eden kutuplaşma, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması, TBMM´nin işlevsiz hale getirilmesinin yarattığı siyasi kriz ve nihayetinde ortaya çıkan derin ekonomik kriz?
Bütün bunlara baktığımızda ülke tarihinin en sıkıntılı dönemini yaşıyor.
Demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi en temel değerleri istemenin, bunlar için mücadele etmenin bile tuhaf karşılanacağı bir durumla karşı karşıyayız.
Çünkü toplumun önemli bir kesiminde bu kışı nasıl çıkaracağız, doğalgaz olacak mı, olmazsa nasıl ısınacağız, döviz bulunamazsa yurt dışından almaya mecbur olduğumuz temel ihtiyaçlarımızı nasıl karşılayacağız, bu pahalılıkta nasıl geçineceğiz endişesi bu kadar yoğunken demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi değerlerin yokluğundan bahsetmek gerçekten de tuhaf kaçıyor.
Bu duruma gelmemizdeki en büyük pay ülkeyi yöneten iktidarda.
Rejim değiştirme hevesiyle ülkeyi akıl almaz bir çöküşün eşiğine getirdiler.
İktidarın ele geçirdiği medya gücü ve devlet imkanları ile yarattığı algıya teslim olan bir kısım AK Partili seçmen dışında, herkes esas sorumlunun iktidar olduğunu biliyor.
Yani birazcık aklı, insafı, vicdanı, ahlaki sorumluluğu, doğruyu yanlışı ayırt etme yetisi olanlar, sorunun esas kaynağının ülkeyi yöneten iktidarın yanlış politikaları olduğunu biliyor ve görüyor.
Kaldı ki tek sorun iktidarın sorumluluğu meselesi de değil, iktidarı kazanma biçiminin mesele edilmemesi de ayrı bir sorun.
Yani seçimlerin nasıl yapıldığı, medya gücüyle rakiplerin nasıl devre dışı bırakıldığı, devlet imkanlarının bir partinin lehine nasıl kullanıldığı, demokratik meşruiyetten yoksun bir seçimle iktidarı aldığı da ortada.
Yani Leonard Cohen´in dediği gibi ?Herkes biliyor, geminin su aldığını. Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu. Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini.?
Fakat kimi yazarlar, siyasetçiler, iş insanları bütün bunları bilmiyormuş ya da böyle değilmiş gibi davranıyorlar.
Mesela ülkenin en önemli bankalarının genel müdürlerinin TV´ye çıkıp yaşadığımız sorunun dış kaynaklı olduğunu söylemesi?
Güler Sabancı gibi iş insanlarının ülkeyi bu hale getiren iktidar mensuplarına övgü dizmesi?
Başta Meral Akşener olmak üzere kimi muhalif siyasetçilerin onca söz söyledikten sonra saraya gidip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile tokalaşmak, bir selam almak için sıraya girmeleri?
Kimi muhalif görünümlü köşe yazarlarının ülkede korkunç bir yıkım yokmuş da, aktüel bazı sorunlar varmış gibi yazılar yazıp analizler yapması? Durumun vahametinin farkında olan kimi sanatçıların, aydınların, akademisyenlerin her şey normalmiş gibi davranması?
Peki niçin böyle davranıyorlar?
Mesela, Güler Sabancı ülkeyi yıkımın eşiğine getiren iktidar mensuplarına övgü dizme ihtiyacını neden hissediyor?
Ya da aylardır Erdoğan´ı ülkeyi yıkmakla suçlayan Meral Akşener neden saraya gidip Erdoğan´ın önünde el pençe hizaya giriyor?
Seçim sürecinde seçimdeki antidemokratik kısıtlamalardan şikayet eden, seçimin adil olmadığını söyleyen Muharrem İnce neden ?Adam kazandı kazananı tebrik etmek gerek? deme ihtiyacı hissediyor?
Veyahut kimi sözümona muhalif köşe yazarları ?Erdoğan´a başkan mı cumhurbaşkanı mı demeliyiz? gibi çocukça yazılar yazması ya da Erdoğan´ın, annesi vefat eden Fazıl Say´a başsağlığı dilemesinden yumuşama işaretleri alıp sevinmesi?
Bütün bunları bilgisizlik, cehalet ya da ülkede olup biteni görememekle açıklayamayız.
Böyle davranmalarının bir nedeni var.
Erdoğan sahip olduğu medya ve devlet gücü ile büyük bir yalan balonu yarattı.
O balonun içini meşru alan, dışını ise gayrimeşru alan ilan etti ve halkın büyük bir kesimini de buna inandırdı.
Var olmak, görünür olmak, gemini yüzdürmek istiyorsan o balonun içine girmen gerekiyor.
Mesela iş insanıysan işlerini sürdürmek, başına bir bela gelmesini engellemek için o yalanın bir parçası olman gerekiyor.
Ya da siyasetçiysen, siyaset yaparken kabul görmek, meşru sayılmak istiyorsan, gittikçe şişen büyüyen o yalan balonunun içine girmen gerekiyor.
Sanatçıysan dizilerde rol alıp, ekranlarda yer bulmak istiyorsan ya o yalan balonunun içinde yer almalısın ya da en azından yalanın farkında olduğunu belli etmemelisin.
Köşe yazarıysan, köşeni korumak, görüşlerine başvurulan bir yazar muamelesi görmek, ekranlarda, davetlerde olmak istiyorsan her şey normalmiş, o yalan balonu asla patlamayacakmış gibi davranmalı ve o yalanı sürdürecek yaklaşımlar geliştirmelisin.
Konumunu, işini, fabrikanı, köşeni yani kendini kurtarmak istiyorsan ülkenin yıkımına ortak olmalısın ya da göz yummalısın.
Böyle bir durum var ve ülkenin büyük bir çoğunluğu o yalanın parçası olmayı tercih ediyor.
Koca bir ülke, dev bir yalanın içinde yaşıyoruz.
Sorunların gerçek nedenini konuşmuyoruz. Bundan dolayı da sahici çözümlere yönelemiyoruz.
Gerçeği kabul etmiyorlar ya da bilmez gibi görünüyorlar çünkü gerçeğin insana yüklediği sorumluluk var.
Kendi çıkarlarını, pozisyonlarını riske atıp ülke için sorumluluk almaları gerekiyor.
Sorumluluktan kaçmak için de en kolay yolu yani yalanın bir parçası olmayı tercih ediyorlar.
Peki bu yaklaşıma ne kaynaklık ediyor?
Hiç birimiz kendimizi ülkenin bir parçası olarak görmüyoruz.
Ülkede olup bitenden bağımsız bir hayat sürdürebileceğimizi, ülke çökse bile enkazdan sağ çıkabileceğimizi sanıyoruz.
Bu durum, süratle uçurumdan aşağı sürüklenen arabanın içinde bari kendimi, oturduğum koltuğu koruyayım diye sürücü koltuğunda oturan kaptana ?Sen haklısın, senin sorumluluğun yok, bütün suç başkalarında? deyip kaptanla iyi geçinerek o arabadan sağ çıkacağını sanmaya benziyor.
Ülkede söz söyleyecek, sorumluluk alacak, bir şeyler yapabilecek durumda olan insanların çoğunluğu uçuruma yuvarlanan o arabadan sağ çıkmanın peşinde.
Mesela, Güler Sabancı veyahut diğer iş insanları işini, fabrikalarını, konumunu korumak için ülkenin bu hale gelmesinde sorumluluğu olan iktidar mensuplarına övgüler dizerek kendilerini korurken ülkenin yıkımına da destek vermiş oluyor.
Ya da saraya gidip iktidara meşruiyet katan siyasetçiler, sanatçılar, yazarlar?
Bu davranışlarıyla iktidarın ülkeyi felakete sürükleyen yanlış politikalarına meşruiyet kazandırıyorlar ve iktidarın o yanlışları sürdürmesine neden oluyorlar.
Sadece onlar değil koca bir ülke sahici çözümler üretmek, sahici işler yapmak, yıkımı engelleyecek bir çıkış yolu yaratma sorumluluğundan kaçmak için yalana teslim olmuş vaziyette.
Halbuki sanatçısı, yazarı, iş insanı, siyasetçisi, akademisyeni, genci, yaşlısı, kadını, erkeği, herkesin ülke için sorumluluk alması gerektiği bir dönemdeyiz.
Yaşanacak bir ülkemiz olmadan hiçbirimizin bireyler olarak ayakta kalamayacağımızı görüp ona göre davranmak zorundayız.
Aktüel siyaseti bir tarafa bırakıp kişisel yarar gözetmeden, ülkeyi bu yokoluştan kurtaracak çareler aramalıyız.
Bu yıkımdan en büyük zararı görecek çocukları, gençleri, kadınları yoksulları düşünmek zorundayız.
Bunu yapmak için de önce kendimizi o ülkenin bir parçası görmek ve artık içinde bulunduğumuz bataklıktan tek başına kurtulamayacağımızı kabul etmek zorundayız.
Yaşanabilir bir ülke olarak varlığımızı sürdürmek için kişisel, dönemsel kayıpları göze alarak o yalan balonundan çıkıp gerçeği kabul edip ona göre tutum belirlemeliyiz.
Yani demek istediğim yalanla bir yere varamayız.
Ne pahasına olursa olsun gerçeği kabul edip o gerçeğe uygun çözümler üretmeliyiz.
Her alanda el birliği yapacak, her alanda üretecek, gerçek sorunları sahiden halledeceğiz.
Başka yolu yok.