70´lerin sonuydu. Şehrin kenarına tutunmuşuz. Köylü değiliz, şehirli hiç değiliz. Evlerimizin kapılarını kilitlemiyoruz; duvara bir omuz atsalar girerler, içeride de çalacak bir şey bulamazlar. Hırsız bile itibar etmiyor. Yakınlardan silah sesleri geliyor; 17 yaşlarında bir delikanlı yere düşüyor. Umursamıyoruz. Televizyon yok. Seyirlik eğlencemiz açık hava sineması; bir de bombalı pankartları izliyoruz. Hayatın da kıyısındayız, ölümün de.
Kızlar evlerden kaçıp mutsuz evlilikler yapıyor. Komşunun oğulları darp ve gasp suçundan hapse düşüyor. Komşu Cemal karısını dövüyor. Sınıf arkadaşım Şevket adam öldürmüş, müebbet yatıyor. Yaşamadığımız kesin, ama ölü de değiliz. Kar evin içine yağıyor, zatürree oluyor ama ölmüyoruz. Verem Hastanesi´nin çöplüğünden bulduğumuz serum lastiklerinden sapan yapıyoruz, ölmüyoruz. Mahalle çeşmesinden kükürtlü su içiyor, ölmüyoruz. ?Sağcı? ve ?solcu? olmadığımız için dayak yiyor, ölmüyoruz. Arabaların arkasına takılıp düşüyor, frensiz bisikletlerden yuvarlanıyor, ölmüyoruz. Trafik kazalarında, iş kazalarında, karakollarda ölmüyoruz. Kör kurşunlarla ölmüyoruz. Belki de bunun için, büyüklerimizin ellerine silah veriyor, ?öldür!? diyorlar; yaşamayanların yaşamayanları öldürmesini izliyoruz. Okumayı duvar yazılarından söküyoruz. Bizi kimse sevmiyor biliyoruz. Asker bizi sevmiyor. Polis bizi hiç sevmiyor. Politika bizi umursamıyor. Devlet bizi bilmiyor. Bir Eylül sabahı, mahalleyi asker kuşatıp, evlerden gençleri yaka paça toplarken devletle tanışıyoruz; devletin de varlığımızdan haberdar olduğunu, epeydir bizi izlediğini o zaman kavrıyoruz. Ülkenin, şehrin, yoksul mahallemizin üzerine büyük sessizlik çöküyor. Konuşmazdık zaten, yine konuşmuyoruz. Belediye otobüslerinde saatlerce dışarıya bakıp sınırsız, sonsuz, prangasız hayaller kurabiliyoruz. Ayakkabı boyarken, simit satarken hayaller kuruyoruz. Atölyelerde, fabrikalarda hayallere dalıp kollarımızı çarklara kaptırıyoruz. Umuttan başka tutunacağımız dal yok; kimi zaman onu bile yitiriyoruz. Cızırtılı radyoda bize hitap etmeyen nutuklar; bir de uzak ülkelerin dillerinde yabancı mı yabancı şarkılar. İşte o günlerde tanıdık Müslüm Gürses´i? Açık hava sinemasında izlediğimiz filmlerinde aslında kendimizi izledik. Nispeten varlıklı komşularımızın pikaplarında kendi sesimizi işittik. ?Allah öldürür dünyadan alır / Sen beni öldürdün dünyada bıraktın? derken, ?Yaşadım mı öldüm mü? derken tam da bizi anlatıyordu. ?Sevda Yüklü Kervanlar?, ?İtirazım var?, ?İsyankâr?, ?Toprak Alsın Muradımı?, ?Sevenler Anlar?, ?Aldırma Gönül?, ?Yeter?, ?Ben İnsan Değil miyim?, ?Çare Sende Allah´ım?, ?Tövbeler Tövbesi?, ?Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar? derken itirazımızın, isyanımızın, feryadımızın sesi, ağıtı oluyordu. Söyleyemediklerimizi söylüyordu. İçimizdeki fırtınayı dile getiriyordu. Bizi sevmeyenler, bizim sesimizi de sevmediler. Anlamadılar, anlamak istemediler. ?Benim şarkımdan ancak sevenler anlar, çekenler anlar, yaşarken her gün ölenler anlar? diyordu Müslüm Gürses; Gülhane konserindeki manzara sorulunca ?yas tutuyorlar? demişti. Belki de hayata tutunmamızı sağladı Müslüm Gürses? Orhan Gencebay´la, Ferdi Tayfur´la, sonradan Ahmet Kaya ve daha nicesiyle dertlerimize teselli verdiler, belki de zamansız isyanların, talihsiz intiharların önüne geçtiler. Müslüm Gürses, 2013 yılında vefat etti. Ameliyata girmeden önceki son sözü ?hayat zordu, ama güzeldi? olmuştu.
Can Ulkay´ın yönettiği, Timuçin Esen, Şahin Kendirci ve Zerrin Tekindor´un başrollerini oynadığı ?Müslüm? filmini seyrederken bir kez daha hatırladım o zor günleri?
Bizi, cami, okul ve en çok da ailemizin çabası sağ salim çıkardı o umutsuzluk sarmalından. Kimileri hiç çıkamadı. Şunu da biliyoruz ki, bugün, az da olsa, o sarmalda, o umutsuzluk çukurunda, şehrin içindeki ?kenarlarda-kıyılarda? yaşayanlar hâlâ var. Bizim Müslüm Gürses´imiz vardı; sesimiz oldu. Bugün de garibin-gurebanın sesi olmak bize, hepimize düşer. Zira, ?yakarsa dünyayı garipler yakar?.