Yakarsa Bu Dünyayı Garipler Yakar

Veysi DÜNDAR

Yakarsa Bu Dünyayı Garipler Yakar

Filmi çekilmese Müslüm Gürses´i kimler hatırlardı? Filmi çekildi, topyekün herkes hatırladı. Film vesilesiyle yeni Türkiye´nin ideolojik elitizmine de gün doğdu. Sanki 12 Eylül´ün yasakladığı herşey bugün gül ve gülistan serbestilik baharı yaşıyor gibi, zamanında Müslüm´ü beğenmeyenleri çarmıha geren Muhsin Kızılkaya´yı şimdilik kenara koyup meramı anlatmaya gayret edeyim.

Öncelikle madem ki film gerçek yaşam öyküsü olarak kendini tanımlıyor, orada duralım ve bunu ifade edenlere saygımızı bir sunalım. Gerçek yaşam öyküsü madem budur, o zaman bize düşen bu öykü güzel anlatılmış mı anlatılmamış mı ona bakmaktır.

Yeni Türkiye´nin beton bloklarla yok ettiği eski kent peysajlarına rağmen bize zamanın ruhunu anlatmakta eksik durmayan filmin işini iyi yaptığını söylemek, hakkını teslim etmek lazım. Kimsenin Müslüm Gürses´in filmini yapmaktan, kitabını yazmaktan elini bağlayan yok. Farklı bir hikayeniz var ise anlatın dinleyelim. Ama hikaye bu ise anlatım da bu olmalı benim zihnimce.

Hiçbir eksiği olmayan fazlası olan bir duygusallığı yalınlık içinde veren ve Çağan Irmak´da görülen sahiciliği resmetme yeteneğine haiz olan bir duruş. Müslümcülerin vefası değil filme ilgiyi azami kılan. İşte bu doğru formül. Siz de sahici hikayeler anlatın, sizi de seyretsinler.

(Benim üç film tecrübem oldu, hem yapımcı ve yönetmen olarak, fakat bu frekansı tutturamadım. Tecrübeyle sabit? Bu arada eleştirenlere de, yapımcının bunu bir ticari meta olarak düşünme hakkı vardır, hatırlatırım. Çünkü, harcadığı milyon dolarları geri kazanmak zorundadır.)

Filmi görüp de içindeki zengin materyale binaen, yukarıdaki yazı gibi iktidara olan saygısını iletmeye vesile bulanlar, ya da işi kadın sorununa güncel Ahmet-Sıla bağlamında bağlayanlar ya da neden jilet atan Müslümcülerin sosyolojisini çözümlemediniz diye soranlar, aslında filmi değil kendi dertlerini anlatanlar olarak sıraya girmiş durumda.

Bunların dışında belki kendisi de Müslümcü olduğu için Fuat Şen´in yazısı en az kendini öne çıkarma kaygısı taşıyanı. Onda da Müslümcülükten olsa gerek filmin başarısını kendine yazma gayreti öne çıkıyor.

Ben filmi kendi kişisel tarihimin izdüşümü olarak izledim. Evet bu Müslüm Gürses´in hayatı ve benim hayatımdı. Çok tanıdık olduğum, kodlarına vakıf olduğum benden yaklaşık 2 jenerasyon önce başlayan ama bizatihi benim de içinden geçtiğim bir hayattı söz konusu olan. Sahiciliğin değeri idi ortaya çıkan.

Ölümlerin, yıkımların, yoksulluğun tanışlığı hiç de yabancı olmadığım acıların izleri idi. Bu hayatın müziği her ne idiyse, müzik de bu acılara eşlik etmiş idi. Bu müziği sevmek acıyı, yoksulluğu sevmek idi aslında.

?Müzik acı Müzik yoksulluk Müzik yalnızlıktı??

Eski Türkiye kötü idiyse, müziği de kötü idi. Düz mantık müziği beğenmeyenleri yoksulları da beğenmeyenler olarak sınıflıyor.

Bugün arabesk yok diye yoksulluğun bittiğini sanan Muhsin Kızılkaya´nın akıl erdiremediği işte tam da bu. 2006´da geleneksel varlığı ile arabesk can çekişirken Müslüm Baba´yı bağrına basan Harbiye Açık Hava dinleyicilerine karşı göstermek zorunda olduğu ?siz ne kadar entelsiniz?? eleştirisi için gelen fırsatı kaçırmayan bu ahir zaman filozofu, belli ki, Türkiye´de müzik tarihine dair okumaları da bayağı eksik bırakmış.

Ahmet Kaya´nın Kürtlerle dayanışması nedeniyle yaşadığı mağduriyetinden de, yeni Türkiye iktidarına pay devşiren Kızılkaya´ya Cumartesi Annelerini Galatasaray Meydanına sokmayan iktidar şiddeti ile mücadele eden eşi Gülten Kaya aracılığı ile dahi mesaj göndersek anlar mı orası meçhul.

Orhan Gencebay sadece yaşlı olduğu için değil, müziği artık dinlenmediği için de oyunun dışında kalmıştır. O yüzden geçtiğimiz günlerde kaleme aldığımız 4´lünün eksik parmağı olarak devreye girip sırasını talep etmiştir.

Müzik tarihine dair yapılacak bu ve benzer okumalar aslında işin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaktadır.

Türkiye´nin şu ankinden farklı olmayan bir gelir eşitsizliği içinde olduğu yıllarda, daha düşük bir toplam GSMH seviyesi ile yaşadığı sıkıntıların görselliği sadece niteliksel olarak farklı olmanın ötesinde bugünden çok da değişik değildir.

Teknolojinin gelişmesi refahı herkes için artırmıştır. Ama Türkiye 1970´lerden 80´lerden ve de 90´lardan daha adil gelir dağıtan bir ülke de değildir.

?Bu fakirler niye cep telefonu alıyor?? diye kredi kartı ile cep telefonu almayı yasaklayan bir iktidarın savunucusu tutup da Müslüm Baba´nın ardında kendini paralayan kent yoksulları ile empati falan kuramaz.

300 dolarlık asgari ücretle hayatta kalmaya çalışan milyonların, Müslüm Baba´sı yoktur ama adı ne olursa olsun canlarının istediğini izleyecekleri bir ekranı olan en azından 2. el bir cep telefonları vardır.

Bugünlerin Müslümleri İMÇ´ye ihtiyaç duymadan Youtube´da seslerini duyurmaya gayret etmektedir.

Müslüm filmine gidin ve o dönemlerde yaşadınız ise hikayenizi seyredin, yaşamadınız ise sadece reel bir hikaye seyredin.
Gerisine boşverin.
Gerçek hikayeler hep iyidir.
Ve bu da melali anlayana yetecektir.

Not: Filmi üç defa izledim. Bu yazıyı da hafta başında yazdım. Gündemin gürültüsü içinde yazıyı erteledim. Bugüne kısmet oldu. Tam da bu arada bu yazıyı okudum. Bu yazıdaki eleştirel bakış ve filmin gerçeklik iddiasına dair sorgulamayı es geçmeye de yazıyı değiştirmeye de gönlüm elvermedi. Yazarın yaptığı saptamaların maddi alana dahil olanlarına dair eleştirilerini saklı tutarak filmin ve yapımcının felsefesi için ortaya koyduğu duruşu ise kendi şahsi görüşü olarak ele alıyorum. Film çekmenin zorluğunu bilen bir yapımcı ve yönetmen olarak ortaya konulan işin neticesine bakmaya eğilimliyim. Müslüm Gürses´e dair niyet okumadan yana da değilim, ama bu yazının yazarının çekincelerini ifade etmesine itiraz etmenin de hakkaniyetli olmayacağı düşüncesindeyim.