Kendimi bazen görevi masa başında oturup Türkiye’yi izlemek, ülkemizde olup bitenleri raporlaştırmak olan bir yabancı yerine koyuyorum.
‘Akbaba’nın Üç Günü’ filmindeki Robert Redford gibi…
1975 yapımı film başladığında sıradan bir binada günlerini okuyarak geçiren bir grup çalışanı görürüz. O günün teknolojik şartlarında var olan imkanları kullanırlar. Telefon ve teleksleri. Sıradan, rutin işler yapan bir grup insan.
Akbaba’nın Üç Günü..
Bir sabah erken saatte binaya giren birileri karşılarına çıkan herkesi öldürür. Redford kahvaltı getirmek üzere birkaç dakikalığına arka kapıdan dışarı çıktığı için aynı akıbetten kurtulur.
Sonrası büyük bir mücadeledir.
İzleyenler bilir, türünün en iyi örneklerinden bir gerilim filmidir ‘Akbaba’nın Üç Günü’…
Redford’un canlandırdığı tip ve o binada çalışan diğerlerinin görevi, CIA’nin ve tabii ABD’nin ilgilendiği ülkelerde çıkan her şeyi okumak ve olabilecekleri öngören raporlar yazmaktır.
Merakım şu: Öyle biri şu sıralarda ülkemizde meydana gelen gelişmeleri nasıl değerlendiriyor olabilir?
Ben eski bir filmden çıkarak bu soruyu soruyorum, ancak o filmde anlatılanların bugün gerçek hayatta yaşandığını da biliyorum. Şimdi de, görevi, hedef ülkelerde çıkan yayınları takip edip oradan geleceğe dair öngörüler çıkarmak olan insanlar var.
Tabii günümüzün hayli gelişkin teknolojisini kullanarak…
Guardian gazetesinin hafta sonları yayımladığı ekinde (The Guardian Weekend) bu hafta yayımlanan geniş bir araştırmanın başlığı şu: ‘Kitle Öngörü Silahı – Alman istihbaratının gelecekteki çatışmaları öngörmek için kullandığı gizli silah: Romanlar.”
Prof. Jürgen Wertheimer..
Alman -askeri- istihbaratı Tübingen’deki saygın bir üniversitenin bir bölümünü gizli bir projeyle görevlendirmiş. Hafta sonu ekindeki yazı bununla ilgili. Yazı, “Görevlendirilen akademisyenler yapay zeka uzmanları, fen bilimleriyle uğraşanlar veya uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi alanından isimler değil” diye uyarıyor okurlarını. Projenin başında mukayeseli edebiyat bölümünden bir profesör varmış.
Prof. Jürgen Wertheimer…
Araştırmaya ‘Cassandra Projesi’ adı verilmiş…
Mitolojide, ‘Cassandra / Kassandra’ geleceği görme yeteneğine sahiptir. Kendisine bu yeteneği bağışlayan Apollo’ya verdiği sözü tutmadığı için onun tarafından lanetlenmişti Cassandra; geleceği görebilecek, ancak söylediklerine kimseyi inandıramayacaktı. Ansiklopediler Cassandra için şu kısa bilgiyi veriyor: “Psikolojide, geleceğe dair başkalarını uyarmasına ve doğruları söylemesine rağmen kimseyi kendine inandıramama durumuna Cassandra Kompleksi ismi verilmektedir.”
[Siyasi entrikalar etrafında dönen romanlar yazarı Robert Ludlum’un ‘Cassandra’ adını taşıyan (Cassandra Compact) bir eseri vardır. Roman kahramanı dünyanın başına dert olabilecek bir salgın hastalık için Rusya’daki bir laboratuarda üretilen virüs çalışmasının peşine düşer.)
Neyse.
Almanya/Tübingen’de üniversitenin edebiyat fakültesinde Prof. Wertheimer hedef seçtikleri bir ülkede çıkan yeni romanları okuyarak onlardan hareketle öngörülerde bulunmuş, bulgularını o sırada savunma bakanı olan Ursula von der Leyen’e göndermiş. Bekledikleri türden gelişmeler iki yıl içerisinde o hedef ülkede aynen yaşanmış. Şimdilerde Avrupa Komisyonu Başkanı olan Bn. von der Leyen’in yönlendirmesiyle kurulan ilişki sonucu, bakanlık, “Gelin, bunu başka ülkelere de yayalım, romanların hepsini okuyamazsınız, bunun için seçilmiş sözcüklerden oluşan bir dizin çıkarın, bilgisayarlar eserleri tarasın, ilgili bölümlere bakın” teklifinde bulunmuş.
‘Cassandra Projesi’ bu.
Okuduğum yazıya göre bulgular işe yarıyor. En son, Azerbaycan’da yayınlanan edebi eserlerden hareketle Ermenistan’la arasında bir çatışma yaşanabileceği öngörüsünde bulunmuşlar; savaşın çıkmasından bir yıl önce…
Söylemeye çalıştığım şu:‘Akbaba’nın Üç Günü’ filmindeki veya Almanya’nın Tübingen kenti üniversitesindeki ‘Cassandra Projesi’nde olduğu gibi, dünyanın bir yerlerinde “Türkiye’de neler oluyor, neler yazılıyor, neler konuşuluyor, bunlar ne anlama geliyor, Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?” sorularına cevap arayan birileri herhalde vardır.
Kendimi işte öyle bir grubun bir üyesi yerine koyuyor ve ülkeme dışarıdan bakmaya çalışıyorum.
Gördüğümün özeti şu: Bir veya çok Türkiye yok, şu sıralarda tam iki Türkiye var.
İlk Türkiye, ülkeyi yönetenler ile siyasi hayatta, bürokraside, iş dünyasında ve medyada onları destekleyenlerin Türkiyesi…
Diğer Türkiye ise, sosyal medyayı takip edenlerin Türkiyesi…
Birbirinden tamamen farklı bu iki Türkiye.
İlki diğerine gözlerini ve kulaklarını tıkamış görünüyor.
Diğeri ise gözlerini ve kulaklarını öteki Türkiye’de vaktiyle yaşanmış ve şimdilerde de yaşanmakta olan yanlışlıklara vermiş durumda.
Uzaydaki farklı galaksiler gibi bu ülkenin manzarası.
Bakanlar, bakanların yakınları, onların bürokrasideki uzantıları, iş dünyasında kollayıp korudukları, medyadan devşirdikleri destekçileri, bunlar arasından sivrilip hiç olmayacak yerlerden baş gösteren başka birileri…
Her biriyle ilgili akıl almaz iddialar ikinci Türkiye’nin gündemini teşkil ediyor.
Milyonlarca insan o gündemi takip ediyor.
Sayıları yine milyonlarla ifade edilebilecek bir başka kesim ise, o gündemden ya haberdar değil ya da önemsemiyor.
Böyle bir tabloya bakıp buradan ülkeyle ilgili sağlam bir öngörü çıkarmak mümkün mü?
Galiba mümkün.
Hiç kuşkum yok, dünyanın bir yerlerinde birileri ülkemizi sürekli mercek altında tutuyor ve bu tabloya bakıp önümüzdeki dönemle ilgili öngörülerde bulunuyordur.
Mitolojiye göre, Cassandra / Kassandra, zamanında, Truvalılara kalelerinin önüne ahşaptan bir at getirileceği, onun içinde düşman askerleri bulunacağı, onu kalenin içine alırlarsa hepsinin kılıçtan geçirileceği uyarısında bulunmuş.
Dinlemedikleri anlaşılıyor.
Bir öngörüsü de Cassandra’nın, Truva’da ölmekten kurtulan kendi kuzeninin kaçacağı ve Roma’da yeni bir ulus bulacağı yolundaymış.
O da tutmuşa benziyor.
Mitolojide tabii…