Deutsche Welle Türkçe´den Christoph Strack´n "Orta cenahın sessizliği" başlıklı yazısı:
Bu hafta Leipzig´de Hristiyan âlemi adeta çöküşün eşiğindeydi! En azından oluşturulan hava bu şekildeydi. İki çocuk yuvası, miniklere ikram edilen yemeklerde domuz eti kullanmamaya ve domuz jelatinli jelibon şekerleri kaldırmaya karar verdi. Böylece Müslüman ailelere mensup çocukların hassasiyetlerinin gözetilmesi amaçlandı. Almanya´nın en büyük bulvar gazetesi Bild, konuyu hemen manşetine taşıdı. Haberin yayınlanmasından sadece birkaç saat sonra, Saksonya eyaletindeki söz konusu iki kreş polis korumasına alındı. İnternette ise kreş idaresinin kararına karşı hem tepki hem de nefret söylemleri çığ gibi büyüdü. Güya Hristiyan âlemi, demokrasi ve özgürlük tümüyle tehdit altındaydı. Bunun tek sorumlusu ise İslam´dı! Böyle durumlarda ?asosyal? bir görüntüye bürünen sosyal medyada da yapılan yorum ve paylaşımların çoğu, tahammül sınırlarını aştı. ?Domuz eti? ise trendlerde zirveye tırmandı.
Tüm bu tartışmalara dair en aklıselim ifadeyi ise Almanya Yahudiler Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster kullandı: ?Bir kreşte sırf yemek menüsünün değiştirilmesi düşünüldüğü için toplumu azınlıklara karşı kışkırtmak, ihtiyacımız olan en son şeydir.? Ancak bu sözleriyle sadece internetteki tartışmaları mı yoksa medyayı ve politikacıları da mı kastettiğini açıkça belirtmedi. Domuz eti yasağının maksadını aşan bir uygulama olduğunu belirten Schuster, yine de konunun bu denli köpürtülmesinin yersiz olduğunun altını çizerek, herkesi sükunete davet etti.
Empati yerine öfke
Ve bir başka hadise: Hessen eyaletinin küçük bir kentinde Alman bir silah budalası, Eritreli bir adamı hareket halindeki arabasından kurşun yağmuruna tuttu. 26 yaşındaki aile babası, kendisine yardımın hızlı şekilde ulaşması sayesinde hayatta kalmayı başardı. Lakin olay yine de tüyler ürpertici. Zira ırkçı nefret ve karanlık şiddet motifleri içeriyor. Olayın meydana geliş şekli ise Amerika´daki benzer suç eylemlerini andırıyor ve bunun yayılabileceği yönündeki korkuları artırıyor. Hristiyan âlemi Wächtersbach adlı küçük kentte, Amerikan tarihinin karanlık olaylarından birinin tekrarlanmasından kurtuldu da diyebiliriz.
Peki, siyaset? Bu cinayet teşebbüsüne tepki gösterilmesi hayli zaman aldı. Domuz eti ya da jelatinli jelibon ayıcıkların menüden çıkarılmasına var gücüyle feveran eden pek çok politikacı, ne hikmetse bu olayda hâlâ sessizliğini koruyor. Üstelik bu durum sadece sağ popülist parti AfD (Almanya için Alternatif) mensupları için geçerli değil. Peki, ya internet? Domuz eti kararı üzerine kopan fırtına ile mukayese edildiğinde ortalık neredeyse sütliman. Almanya´da daha ziyade nefret ve öfkeye meyilli olmak hâkim. Empati yapmak ve temel haklar için mücadele etmek, pek yaygın değil.
Bu durum hem ülke ve hem de vatandaşları için hiç de iyi değil. Haziran ayı başında Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke´nin, aşırı sağcılar tarafından öldürülmesinin ardından, başta Federal Cumhurbaşkanı olmak üzere önde gelen pek çok siyasetçi, daha dikkatli ve kararlı olunacağı sözünü vermişti. Siyasetçilerin konuşmalarında, daha ziyade demokrasi ve toplumsal barışa dair endişeler hâkimdi. Ancak konuyla internetteki tartışmalar, nefret ve insan düşmanlığı boyutuna ulaşmış durumda. Bu paylaşımları yapanların bazılarının, hukuk önünde hesap vermesi için girişimler başlatılması da oldukça yerinde bir uygulama. Facebook, Twitter gibi platformlar ise bu meseleye yeterince eğilmiyor. Alman ve Avrupalı politikacıların, onlara daha fazla baskı yapması gerekiyor.
Gözleri dört açmak gerek
Wächtersbach´daki vahim hadise, internet ortamındaki nefret duygusunun gerçek hayata da aksettiğini gösterdi. Siyahi adamı sokak ortasında vuran silah budalası, sürekli gittiği birahanede böyle bir eylem gerçekleştireceğini daha önce defalarca anlatmış. Ancak hiç kimse ona kulak asmamış ya da endişeye kapılmamış. Bu da işin diğer bir üzücü yani.
Her eylemin bir taklitçisi ve her fiilin de bir tetikleyicisi vardır. İşte bu yüzden Josef Schuster çok haklı. Almanya´nın azınlıklara karşı bir kışkırtmaya hiç mi hiç ihtiyacı yok. Görünen o ki, toplumsal barışın tehdit altında olduğu gerçeği, geniş kitleler tarafından henüz idrak edilemiyor. Oysa bu tehdide karşı her birey, çok daha fazlasını yapabilir. Örneğin internet ortamında gördüğü yasadışı içeriklerle ilgili suç duyurusunda bulunabilir ya da güvenlik birimlerini uyarabilir. Ayrıca insan onurunu ve demokrasiyi savunan gösterilere katılarak, ayrımcılığa ve demokrasi düşmanlarına karşı daha dik ve kararlı bir duruş sergileyebilir. Bundan 25 yıl önce Almanya´da yabancı düşmanlığına karşı başlatılan bir kampanya vardı: ?Kaldır kıçını!? Günümüzde bu yeniden güncel hâle geldi. Daha doğrusu hâlâ güncelliğini koruyor.