Tarih: 15.06.2022 15:52

Ya sınavda sorular çalışmadığınız yerden çıkarsa?

Facebook Twitter Linked-in

Daha birkaç hafta önce Suriye sınır hattına canlı yayın arabaları konuşlanmış, ekranlarda haritalar üzerinde ellerindeki sopalarla analiz yapan güvenlik uzmanları belirmişti.

Türkiye’nin Tel Abyad ve Menbiç’e yapacağı operasyon an meselesiydi.

Ama başladı, başlayacak diye beklenen operasyondan artık ne gazetelerde ne de televizyonlarda kimse bahsetmiyor.

Sıcak kriz geçen hafta itibarıyla Suriye’den Yunanistan’a kaydı. Suriye haritaları kınlarına kondu, Ege Denizi haritaları açıldı, ekranlardaki Suriye uzmanları da bir anda Yunanistan ve 12 Ada uzmanına dönüşüverdi.

15 Haziran itibarıyla Türkiye’nin en öncelikli beka meselesi on yıllardır çözülememiş Ege sorunu.

Peki ne oldu da Suriye’ye girerken, rota bir anda Ege’ye saptı?

Son iki haftada olan bitene bakılırsa anlaşılan Türkiye, operasyona ilk başta yeşil ışık yakan Rusya ile anlaşamadı.

Görüşmeler için Ankara’ya gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Türkiye-Suriye sınırındaki terör örgütlerini Amerika’nın “beslediğini” öne sürdü ama Türkiye’nin operasyonuna destek vermedi.

Hatta Lavrov gelmeden önce ve geldikten sonra Rusya cephesinden Türkiye’yi kızdıracak hamleler geldi.

Esad, Rus devlet kanalı RT’ye çıktı ve “Şayet Türk işgali olursa, öncelikle bir halk direnişi olacak” dedi.

YPG’nin komutanı Mazlum Kobani, yine Rus devlet kanalı RT’nin Arapça kanalına çıktı. Oraya çıkması bile bir meydan okumaydı. Kobani, Türkiye’yi yerden yere vurdu.

SDG, Türkiye’ye karşı Esad’a işbirliği çağrısı yaptı, İran güçleri bölgeye girdi.

Ve en son Rus devlet şirketi Gazprom’un sahibi olduğu Rus devlet haber kanalı NTV’de doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’nin Suriye’ye operasyon planlarını hedef alan uzun bir yayın yapıldı.

Peki Rusya neden Türkiye’ye ilk başta yaktığı yeşil ışığı kırmızıya çevirdi?

Bunun cevabı muhtemelen Suriye’de değil, İsveç ve Finlandiya’da.

28-30 Haziran’da Madrid’de yapılacak NATO zirvesi yaklaşıyor ve Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine koyduğu vetoyu kaldırıp kaldırmayacağına karar verecek.

Rusya tehdidine karşı NATO’ya girmek isteyen iki ülkeye hayır diyecek bir Türkiye’nin en çok Rusya’yı çok mutlu edeceği açık.

Muhtemelen bu jest tabağını Rusya da Suriye’ye operasyona yeşil ışık yakarak boş göndermemişti.

Ama son iki haftada Batı cephesinde hava değişmeye başladı.

NATO bir taraftan Türkiye vetoyu kaldırmasa da İsveç ve Finlandiya ile güçlü askeri ilişkilerin kurulacağının sinyalini verdi, diğer taraftan NATO Genel Sekreteri ard arda Türkiye’nin hassasiyetlerini anladıklarını söyleyen açıklamalar eşliğinde Stockholm ve Ankara arasında mekik dokudu.

Boş mekik dokumalar olarak da kalmadı bu ziyaretler.

İsveç’te sosyal demokrat hükümet terör yasasını Türkiye’nin beklentilerini karşılayacak şekilde sertleştirmeye karar verdi. Bu yasanın doğrudan Türkiye için değiştirildiğini YPG’lilerle verdiği fotoğraf eleştirilen İsveç Dışişleri Bakanı açıkladı. Yeni yasa 1 Temmuz itibarıyla yürürlüğe girecek.

Türkiye’nin terörist ilan ettiği ve hatta iadesini istediği, İran’da silahlı Kürt örgütü Kamala’nın eski bir militanıyken 19 yaşında İsveç’e sığınan ve 45 yaşında İsveç Meclisi’nde hükümetin kaderinin bağlı olduğu bağımsız vekile dönüşen Amineh Kakabaveh de güven oylamasında çekimser kalarak hükümete destek verdi, yani bir nevi çekincelerinden vazgeçti.

Cumhurbaşkanı iki haftadır İsveç’in teröre verdiği destekten bahsetmiyor, medya da İsveç’i ikinci Kandil ilan etmekten vazgeçmiş görünüyor.

Yani görünen o ki Türkiye vetodan gittikçe uzaklaşıyor.

Türkiye’nin veto konusunda kafası karışınca Rusya’dan cevap da Rusvari yöntemlerle geldi. Devlet kanalından Erdoğan aleyhine yayın, Esad ve Kobani ile röportaj gibi.

Yani özetle Rusya’nın Türkiye’nin Suriye’ye operasyonuna yaktığı yeşil ışık turuncuya döndü.

Yunanistan’la çıkarılan krizin de sebebi bir milyon yıllık kıta sahanlığı meselesi olmasa gerek.

Bunun da Türkiye’nin NATO vetosu pazarlıklarında yeni kazanımlar elde etme çabasının bir parçası olduğu düşünülebilir.

Muhtemelen Türkiye, bu pazarlıklarda ABD’den Atina’ya F-35 satmamasını, Türkiye’ye Yunanistan’ın veto ettiği F16ların verilmesini istiyor.

ABD’nin bu kadarcık bir taviz vermemesi için de bir sebep gözükmüyor.

Yani günün sonunda NATO zirvesinden Batı ile mutlu bir Türkiye fotoğrafı çıkabilir. İktidar Ukrayna krizinde Batı’da elde ettiği prestiji sürdürebilir.

Yani herkesin zannettiği gibi Türkiye seçimlere hamasetin ve milliyetçiliğin tavan yaptığı bir savaş haliyle gitmeyebilir.

Bu hamasetin zirve yaptığı 2017, 2018 ve 2019 seçimlerinden farklı olarak artık bunu kaldıracak bir ekonomi yok.

Tam tersine iktidar seçimlere negatif değil, pozitif bir kampanyayla da gidebilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerde son kez aday olduğunu açıklayabilir, “yetkiyi son kez bana bana verin Türkiye’nin temel sorunlarını çözerek veda edeyim” diyebilir.

Peki o sorunlardan biri Kürt meselesi olabilir mi?

Geçen hafta Van’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çözüm sürecini bitirmenizi sizden kim istedi, masumların kanını dökerek ülkeyi karıştırmayı sizden kim istedi diye sorun” dedi.

Cumhurbaşkanı 2015’de “buzdolabına kaldırıyoruz” dediği çözüm sürecinden yıllar sonra ilk kez iki ay önceki Diyarbakır gezisinde de olumlu atıflarla bahsetmişti.

Erdoğan’ın çözüm süreci ile ilgili bu değişen dili seçimlerde “king maker” pozisyonuna gelen Kürt seçmenlerin bir kısmını geri kazanmak, gidenleri durdurmak, en azından muhalefetten uzaklaştırmak için atılmış adımlar.

Muhtemelen AK Parti kurmayları Erdoğan’dan daha fazlasını yapmasını da istiyorlar ama bunun dozuna Cumhurbaşkanı karar verecek.

Bu arada Kürt siyaseti cephesinde de bir hareketlilik var.

Cumhurbaşkanı Van’dayken uzun süredir düşük profilli siyaset yapan ve muhalefet bloğuna zarar vermeme stratejisi izleyen HDP hakkındaki kapatma davasını da umursamadığını göstererek Öcalan’a tecridin kalkması için büyük bir kampanya başlattı.

İmralı adasının tam karşısında yer alan, adaya giden kosterlerin kalktığı Gemlik’e başlatılan yürüyüşlere HDP’nin yöneticileri ve milletvekilleri katıldı.

Peki neden HDP seçimler yaklaşırken şimdi Öcalan’ın konuşmasını bu kadar yüksek sesle istemeye başladı?

Bu sorunun cevabı hakkında spekülasyonlar yapılabilir.

Öcalan’ın sesinin duyulması iktidarın işine de gelebilir.

Çünkü bundan dört ay önceki Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından biliyoruz ki Öcalan, muhalefet bloğuna açık destek veren Demirtaş çizgisine karşı iktidarın duymak istediklerini düşünüyor.

Ya Öcalan bu eylemler sonunda adaya gönderilecek avukatlarına bu fikirlerini söylerse?

HDP’nin muhalefet bloğundan uzaklaşmasına neden olan bir üçüncü yol tavsiyesi yaparsa?

Bunu 2019 İstanbul seçimlerindeki gibi seçimlere üç gün kala ve tanınmayan bir akademisyen üzerinden değil seçime aylar kala ve avukatları üzerinden yaparsa, bu çağrının HDP tarafından işlenmesi ve tabanda karşılık bulması ve böylece etkili olma ihtimali de artar.

Peki iktidar Ayhan Bilgen’in iddia ettiği gibi seçim kampanyasında Kürt seçmenlerin en azından muhafazakar Kürt seçmenlerin aklını karıştıracak sözler verirse?

İşte bütün bu adımlar yüzde 50’yi geçmek için Kürt seçmenin oylarına ihtiyacı olan muhalefet için büyük bir teste dönüşebilir.

Eğer muhalefet Kürt meselesinde iktidarın gerisine düşerse, bu Kürt seçmenlerin kafasını en az Öcalan’ın açıklamaları kadar karıştırabilir.

Ki şu anda muhalefetin bu hamlelere karşı “Megri, megri dediler” den öte bir cevap vermesi çok kolay değil.

Özellikle altılı ittifakta Kürt meselesinde en katı tutuma sahip İYİ Parti’nin tavrı değişmezse, HDP ve Kürt seçmen muhalefet cephesinden uzaklaşabilir.

Geçen hafta Murat Sabuncu’nun yazdığı HDP’nin Meral Akşener ve Mansur Yavaş’ın adaylığı söz konusu olursa kendi adayını çıkarma kararını altılı masaya bildirmesi bu yaklaşan krizin ilk işaretleri.

Özellikle de İYİ Parti’nin ve bir miktar CHP’nin cevap vermekte epey zorlanacağı hamleler olur bunlar.

İYİ Parti’nin ensesinde tam da böyle bir açılım yaptığında boza pişirecek bir Zafer Partisi, CHP’nin ensesinde ise Memleket Partisi var.

Yani zannedildiğinin aksine daha esnek ve pragmatik olan iktidar cephesi bu seçime hamaset, terör, beka söylemiyle gitmeyebilir.

Bu sınavda soruların muhalefetin çalışmadığı yerden gelmesi olur.

HDP’nin meşru siyaset içinde düşük profilli çizgisinden, Öcalan vurgusu yapan radikal bir çizgiye kayması, Zafer ve Memleket partilerinin milliyetçi-Kemalist hassasiyetleri tahrik eden radikal tutumları altılı masayı sallayabilir.

Muhalefet masasını sallayabilecek bir başka radikallik ise masanın içinden gelebilir. Ekonomide serbest düşüş devam ederse iktidarın oylarının düşmesiyle ortaya çıkan özgüven Kılıçdaroğlu’nun muhafazakarlara ve Kürtlere açılım çabalarına artık ihtiyaç kalmadığı fikrinin taraftarlarının sayısını artırabilir, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme ve ittifak siyasetinin kesmediği muhalif medyada muhalefet içi tartışmalar ayyuka çıkabilir, bu taleplere cevap vermek için CHP “kaçacak”, “SADAT” gibi eski radikal siyasi hamlelere yönelebilir, bu radikalleşme de siyasi havayı iktidar lehine değiştirebilir.

Bütün bu karşı hamlelere karşı muhalefetin elindeki en büyük koz altılı masadaki uzlaşma ve HDP ile kurulan diyalog.

Muhalefet “Erdoğan kazanamayacağı seçime girmez” gibi komplo teorilerini bir tarafa bırakıp karşılarında defalarca yenildikleri ve esnekliğine yetişemeyecekleri bir seçim kazanma makinesi olduğunu arada bir hatırlamalı.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —