Tarih: 18.05.2020 08:50

Ya HDP yerel seçimlerde İmralı’yı dinleseydi?

Facebook Twitter Linked-in

 

“Teröristbaşı Öcalan’dan HDP’ye İstanbul seçimlerinde tarafsızlık çağrısı”

YSK’nın iptal kararı üzerine, geçen yıl 23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul seçimlerinden üç gün önce, gece Anadolu Ajansı’nın son dakika olarak geçtiği o haberin başlığı nasıl unutulabilir.

Devletin ajansı, haberi geçmekle kalmamış, herkes görsün diye 1999’dan bu yana resmi görevliler, avukatlar ve çözüm sürecindeki milletvekilleri dışında İmralı adasına götürülmüş ilk sivil olan akademisyenin yaptığı basın toplantısının videosunu da sosyal medya hesabından paylaşmış, yetmemiş daha da ikna edici olsun diye Öcalan’ın el yazısıyla yazdığı mektubun orijinalini de haberin içine yerleştirmişti.

https://twitter.com/anadoluajansi/status/1141982424315957249?s=20

HDP’ye İstanbul seçimlerinde tarafsızlık çağrısı yaparken ne demişti Öcalan, hatırlayalım: 

“Bu çerçevede HDP'de vücut bulan demokratik ittifak anlayışı güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda yapılmamalıdır. Demokratik ittifakın önemi ve tarihsel anlamı mevcut ikilemlere kendini angaje etmemesi ve şimdiye kadar olduğu gibi seçimlerdeki tarafsız çizgisinde ısrar etmesidir. İlgili tüm çevreleri bu temelde duyarlı olmaya çağırıyorum."

Gayet açık bir şekilde seçimde İmamoğlu’na oy vermeyin çağrısıydı bu.

Peki bu mektubun sorulması üzerine televizyon canlı yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti: 

“Burada aslında bir iktidar mücadelesi var. Bu iktidar savaşında tabii HDP-PKK kanadında yaşanan bu savaş, tabii Öcalan ve Demirtaş noktasında da ciddi bir iktidar mücadelesine doğru bir kayma gösteriyor. Hatta daha ileri dağ da bu mücadelenin içerisinde. Öcalan, iktidarını bunların hiçbirine kaçırmak istemiyor. Bununla ilgili de çok sert açıklamaları var. Demirtaş’a hesap sormaktan tutun da dağa hesap sormaya varıncaya kadar. Yani onların kendisine ihanet ettiği inancında. Ve bu ihaneti sebebiyle onara kesin tavırları var. Yaptığı açıklamada, ‘eğer siz beni destekliyorsanız, eğer benim arkamda olan bir partiyseniz, ben sizin ne oraya ne şuraya değil, siz kendi gücünüzü ortaya koymalısınız ve burada bunların herhangi birinden yana değil, kendi tarafsızlığınızı ortaya koymalısınız’ gibi bir hava içinde.”

Ya MHP lideri Bahçeli:

“İmralı'da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çeken terörist başı anlaşılan odur ki, HDP'nin istismarına müdahale etmek, hatta önüne geçmek maksadıyla tarafsızlık çağrısı yapmıştır. Terörist başının mektubu HDP'nin vahim sapmasına, Zillet İttifakı'na verdiği rezil desteğine itirazın, tepkinin ve bundan duyduğu rahatsızlığın eseri ve sonucudur. PKK'nın siyaset acentesi HDP'nin terörist başının uyarısına rağmen marazi ve mahsurlu stratejisinde bir değişikliğe gitmeme iradesi ise 23 Haziran üzerinde oynanan ahlaksız oyunu iyice gözler önüne sermiş olacaktır.”

Öcalan’ın çağrısını desteklemek için ertesi gün TRT de bir de kardeş Osman Öcalan’la röportaj yayınlanmış, röportajda Öcalan CHP’yi ve İmamoğlu’nu eleştirmişti.

Bundan sadece bir yıl önce bizzat ülkenin resmi ajansı ve televizyonu, bugün istenirse HDP’nin kapatılmasına delil olarak gösterilebilecek, PKK’nın liderinin mektubunu HDP’ye ulaştırmış, Cumhurbaşkanı, bugün yine isterse HDP’lilerin PKK’lılık iddialarına karşı delil olarak kullanabileceği bir HDP-PKK, Öcalan-Demirtaş arasında çekişme analizi yapmış, canlı yayında Öcalan’ın seçim mesajını aktarmış, MHP lideri bir adım daha ileri gidip “terörist başının uyarısına rağmen marazi ve mahsurlu stratejisinde bir değişikliğe gitmediği” için HDP’yi eleştirmişti.

Yani bugün HDP haklı olarak PKK ile arasına mesafe koymadığı için eleştirilirken, ne ironiktir ki bir yıl önce de PKK’nın kurucusu ve liderinin çağrısına uymadığı için eleştirilmekteydi.

Şimdi artık başlıktaki varsayıma dönebiliriz.

Ya HDP, bir yıl önce İstanbul seçimleri için Öcalan’ın mektubundaki çağrıyı talimat olarak kabul etseydi, seçmenlerine tarafsızlık hatta sandığa gitmeme çağrısı yapsaydı ve bu sayede de İstanbul’da seçimleri Binali Yıldırım kazansaydı, acaba bugün HDP hakkında aynı suçlamaları duyar mıydık?

Son bir yılda HDP’nin 65 belediyesinden 51’ine yine kayyım atanır mıydı? 

Yoksa yüzde 0.1 oyla her akşam Perinçek’in çıktığı kanallarda bugün HDP sözcülerini mi izlerdik?

Tuhaf ama gerçek; HDP, bir yıl önce PKK’nın kurucusunun talimatını dinleseydi, muhtemelen bugün PKK’nın siyasi kanadı olmakla suçlanmayacaktı.

Başlıktaki sorunun bu malum cevabı, Türkiye siyasetinde HDP meselesine yaklaşımdaki çifte standardı ve aşırı pragmatizmi de ortaya koyuyor.

Aslında ‘Türkiye siyasetinde HDP meselesi’ deyince sanki yeni bir meseleden bahsediliyormuş gibi oldu.

Halbuki adı HDP olmasa da 30 yıldır kesintisiz bir biçimde siyasi hayatımızın içinde olan, bu 30 yıl boyunca her seçime girmiş bir partiden bahsediyoruz. 

1990’da Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kurulmasıyla başlayan, ardından, kapatıldıkça tekerleme gibi adlarla yeniden kurulan HEP, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP, HDP/DBP ile seçimlere girmiş, Meclis’te grup kurmuş, belediyeler yönetmiş legal bir siyasi çizgi bu.

Hiçbir zaman da yok sayılabilecek marjinal bir siyasi çizgi de olmadı. 

1995’de HADEP olarak tek başına girdiği ilk seçimde 1.171.000 oy almışlardı. 2018 genel seçimlerinde bu oyu 5.865.977’ye çıkardılar.

Hali hazırda Meclis’te Türk milliyetçisi MHP’den daha kalabalık grubu olan bir partiden bahsediyoruz. 

Ve 1991 seçimlerine HEP olarak SHP ile ittifak içinde girerken,  1991’de TRT’de HEP’li Ahmet Türk, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’le “Memleketim” şarkısını söylerken, 1993’de 32. Gün’de Alparslan Türkeş, DEP’li Orhan Doğan’la tartışırken, 90’larda HADEP ve DEHAP olarak neredeyse bütün partiler ve devletle ilişki içindeyken, 2001’de AK Partili Mehmet Metiner HADEP’in genel başkan yardımcılığını yaparken, 2007’de yine AK Partili Orhan Miroğlu DTP’nin genel başkan yardımcılığını yaparken, 2010’da Devlet Bahçeli BDP lideri Demirtaş ile "Türkiye'nin bugünlerde bu tür tokalaşmalara çok ihtiyacı var" diyerek tokalaşırken, 2012’de Başbakan Erdoğan Başbakanlık’ta BDP eş genel başkanları Demirtaş ve Kışanak’ı ağırlarken de bu partiler PKK ile bağlantılıydı, PKK da hali hazırda binlerce insanı öldürmüş bir terör örgütüydü. 

Zaten devlet de bunu bildiği için 2013’de çözüm sürecinde İmralı’ya heyet olarak BDP’li milletvekillerini gönderdi. 

Bugün konuşmaları, katıldıkları cenazeler yüzünden PKK üyesi olmakla suçlanan, hapishanelerde yatan HDP’li milletvekillerinin iddianamelerinde, çözüm sürecinde devletin isteğiyle İmralı ve Kandil’de yaptıkları görüşmeler kadar terör örgütü bağlantısını gösteren somut bir delil bulmak mümkün değil.

Örneğin, Demirtaş, bugün yeniden hatırlanıp, HDP’nin ve kendisinin PKK’lılığına delil olarak gösterilen “Daha başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz, heykelini” sözünü 2012 yılında söylemişti. O sözden sonra defalarca Cumhurbaşkanları ile, Başbakanlarla, bakanlarla görüştü, diğer partilerin liderleriyle bir araya geldi, tokalaştı, konuşmaları TRT’de yayınlandı, her kanala, gazeteye röportajlar verdi, Cumhurbaşkanlığı’na aday oldu, kimse de bu sözü yüzünden onu dışlamadı.

Yani 30 yıllık herkesin bildiği büyük bir sır olan “bunlar PKK’nın siyasi kanadı” ancak ihtiyaç duyuldukça yeniden keşfediliyor, ihtiyaç duyulmadığında da görmezlikten geliniyor.

İşin daha da tuhafı HDP, bu 30 yıllık tarih içinde kurulan partiler arasında belki de PKK ile ilişkisi en az olanı.

Çünkü diğer partilerden farklı olarak, HDP, Türkiyelilik iddiasında bir çatı partisi olarak kuruldu.

2011 seçimlerinde BDP’nin dışarıdan desteklediği bağımsız adayların oluşturduğu içinde Türk solundan parti ve hareketlerin bulunduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu, seçimden sonra önce Kongre Girişimi olarak, daha sonra da Halkların Demokratik Kongresi olarak örgütlenmiş, 2012 yılında da PKK ile ilişkisi olmayan Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Yeşiller ve Sol Gelecek, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi ve diğer birçok sol grupla ittifak halinde  HDP kurulmuştu. 

Peki kimdi fikir babası? 

Tabii ki o sırada demokratik ulus tezlerini ileri süren ve bunun için Türkiye’ye hitap eden bir çatı partisi kurulması öneren Öcalan. 

Bu önerileri 2010-2011 yılında devletin gözetiminde avukatlarıyla yaptığı haftalık görüşmelerde yapmıştı.

Öcalan’ın Türkiyelilik iddiası olan yeni bir çatı parti istemesi de tesadüf değildi. Çünkü 2011 yılında devlet ile Öcalan arasında yine bir görüşme trafiği vardı. Hatta “barış konseyleri” kurulmasına karar verildiği dahi açıklanmıştı.

Yani HDP, çözüm süreçlerinde devletin bilgisi, muhtemelen teşviğiyle Türkiyelilik misyonuna uygun olarak kurulmuş bir parti. 

Yine bu misyona uygun olarak, HDP’nin rotası da 2013’de çözüm süreci sırasında İmralı’da devletin yetkilisinin önünde BDP’li milletvekilleriyle Öcalan’ın yaptığı görüşmelerde çizildi, BDP yerine seçimlere HDP’yle girilmesi, partinin bir Türkiye partisi olarak büyütülmesine orada karar verildi.

Bunların hepsi en başta devletin ve herkesin gözü önünde yaşandı.

Bunlara rağmen bugün HDP’nin PKK ile ilişkisinin yeni bir şeymiş gibi yeniden keşfedilmesinde tabii ki HDP’nin de kabahati büyük. 

Bugün HDP’ye kimsenin dokunmak istemediği ocaktaki sıcak kestane muamelesi yapılmasının sebebi, hendek terörü sırasında, PKK’nın terörü şehirlere kadar taşıdığı günlerde gösterdikleri ve gösteremedikleri tavırlar. 

Bugün HDP’liler diğer partilerin ittifak içinde onlarla yana görünmek istememesinden, yalnız bırakılmaktan şikayet ederken, yüzde 13 oy almış, ülkenin üçüncü partisiyken neden meşruiyet için başkalarının desteğine bu kadar muhtaç hale geldiklerine herhalde cevap arıyorlardır.

Bu sorunun cevabı da ne sadece devletin baskısında ne de “Kürt düşmanlığı” gibi romantik kestirme cevaplarda saklı.

Ama eleştiriler ne kadar haklı olursa olsun yine de bu 30 yıllık tarih içinde PKK çizgisindeki partiler arasında HDP, PKK karşısında siyaseten en güçlü olanı.

Bu sadece aldıkları “bunlar terörist” denilip geçilemeyecek 6 milyona yakın oy yüzünden böyle değil, aynı zamanda son 30 yıllık tarih içinde Türkiye’de şiddetin bir yöntem, bir çözüm olarak siyaset karşısında en güçsüz olduğu zamanlarda yaşadığımız için de böyle. Artık şiddet Kürtler için de “nereden çıktı şimdi bu”, “yeter artık” hislerine neden olan arkaik bir yük.

Türkiye’de yaşanmış bunca tecrübeden, çözüm süreçlerinden, seçimlerden sonra Kürtleri şiddetle sonuç almaya ikna etmek artık mümkün gözükmüyor, bölgede silahın değerini artırarak, çözüm sürecini bitiren Suriye’deki savaş da artık durulmuş, silah yerini siyasete bırakmış durumda. Uluslararası meşruiyet peşinde koşan PKK için de yeniden teröre dönmek en azından Suriye’deki kazanımlarını riske atmak demek. 

21 yıl sonra ilk kez ailesiyle telefonda görüşülmesine izin verilen Öcalan’ın, “HDP kendisini büyütmeli” çağrısı yapması da, Kandil’deki PKK’nın önemli isimlerinden Mustafa Karasu’nun  “2023 demokratik cumhuriyetle taçlanacaktır” başlıklı yazılar yazması da o yüzden boşuna değil.

Böyle bir konjonktürde, üstelik HDP’nin genel başkanlığına Mithat Sancar gibi bir isim seçilmişken, daha bir yıl önce HDP’yle en azından aynı belediye başkanlarının kazanması için mücadele etmekte bir sakınca görmemiş İYİ Parti’nin ve daha bir yıl önce seçimler için Öcalan’dan HDP’ye mektup taşımış iktidarın bir anda yeniden HDP’nin PKK ile ilişkisini hatırlayıvermesi kendi siyasetleri için belki faydalı ama ülke menfaatleri için pek de faydalı durmuyor.

Üstelik ‘ya bir yıl önce HDP İmralı’nın çağrısını dinleseydi’ sorusunun cevabı da bu kadar ortadayken...




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —