2010 yapım yılı olan Sosyal Ağ/Social Network isimli filmde; whatsupp, instagram ve facebook'u yani neredeyse dünyadaki tüm sosyal medyayı elinde tutan adam Mark Zuckerberg’in, üniversitede başlayan bu yazılım programını nasıl keşfettiğini ve madde madde nasıl geliştirdiğini, rollerinde hakkı verilerek tane tane anlatılmış.
Filmi anlatmak için değil bu makale. Yönetmen tüm objektifliğiyle anlatmış hikayeyi. İki ortak ile başlayan -bunlardan birinin de finansör olduğunu da hatırlatayım bin dolar ile- “The Facebook” hikâyesinin, daha sonra bir kaç ortaklı ve ilk finansörün devre dışı kalmasıyla bir anda milyar dolarlarla ifade edilen bir mecraya dönüşmesini konu ediniyor. Bir çeşit yazılımla, programla dünyanın sayılı zenginleri arasına girebilmesi ayrı bir gözlem ve çıkarım konusu elbette. Baz alınması gereken nokta da tam burası.
Bizde neden böyle örnekler yok denecek kadar? Bu konu üstünde, eğitim ve fırsat eşitliğinde nerelerde yanlışlar yapılıyor? Böyle bir üretimin, düşüncenin, ağın, projenin ismine her ne denecekse ülkeye katacağı değeri, maddi girdisini, ekonomik gidişattaki etkisini varın siz düşünün.
“İlk olmak her şey demektir.” cümlesi hayatın en belirgin gerçeğini özetleyen bir cümledir. Yapılmışı varken bir ara bizde kopyası sayılabilecek “yerli whatsupp” vb bir kaç girişim oldu. İlki ve orijinali varken neden bu tür girişimlerde bulunulur anlamış değilim. Kopyasıyla uğraşmaktansa, yeni bir program yazılım veyahut proje üretin ve dünyayı sizi takibe zorlayın.
Victoria’s Secret’in hikayesini bilmeyenler için anlatayım. Victoria’nın Sırrı ya da Nilüferin Sırrı diye de Türkçe’ye çevirmek mümkün. Bir firmanın basitten nasıl milyon hatta milyar dolar katma değere ulaştığını anlamak açısından tipik bir örnek.
Stanford işletme mezunu Roy Raymond eşine iç çamaşır almak istiyor. Ama mağazadan almaya utanıyor. Aklına kendini sapık gibi hissetmeyeceği bir yer fikri geliyor. Bankadan 40 bin dolar, pederinden de 40 bin dolar daha alıyor. Bir mağaza açıyor, adını da “Victoria’s Secret” koyuyor. İlk yıl yarım milyon dolar kazanıyor. Bir katalog çıkarıyor ve 3 mağaza daha açıyor. 5 yıl sonra şirketi Leslie Wexner ve The Limited’e 4 milyon dolara satıyor. 2 yıl sonra şirketin değeri 500 milyon dolara çıkıyor. Roy Raymond, Golden Gate Köprüsünden atlayıp intihar etmek zorunda kalıyor.
“Golden Gate Köprüsünün altındaki su buz gibidir.” diyor filmin bir sahnesinde. Buz gibi suda intihar etmek zorunda kalanların değil, jakuzide sıcak suyla duş almak isteyenlerin başarı hikâyeleridir bizi hayretler içerisinde bırakan.
Mark Zuckerberg aslında kalabalıklar için yalnız hatta kaybolmuş biri. Fakat işine odaklandıkça belirmeye, iş üretmeye ve firması da değer kazanmaya başlıyor. Hep çalışıyor ve paradan daha çok başarıya odaklanıyor. Mark’ın ortağı Eduardo ve aslında işin fikir babası olan Winklevoss kardeşler de işe odaklanan tipler olmadıklarından, hakkıyla ve aklıyla odaklanan ipi göğüslemiş oluyor.
“İlk olmak her şey demektir.”
Şunu da bir dipnot olarak belirtmek lazım. Bizim üniversitelerde bırakın bir şeyin icadını, makale yazabilmeyi bile ayakta alkışlamaya namzet durumdayız. Oysa filmde sadece bahsi geçtiği için yazıyorum, Harvard Üniversitesi'nin ihtişamına odaklandığımı söylemeliyim. Rektörün "Harvard'da herkes bir şeyler icat ediyor. Harvard öğrencileri kendi işlerini kurmanın, bir iş bulmaktan daha iyi olduğuna inanır." cümlesi üniversite hayatımızın da aslında bir nevi özeti hükmünde...
@VEYSDNDAR1