Özellikle hafta sonu düğüne gidip bir çeyrek takacakları eziyete düçar eden bu ağır tablonun, arkaplanında ise gayet ölçülü bir planlama hissiyatı oluştu. Türkiye’de çeyrek altın 5 yılda 5 kat artmış olsa da, altının dünya fiyatı 5 yılda %20 arttı. Ülkeyi yönetenlerin serbest düşüşe bıraktığı TL’ye altın bir onsdan, bir dolardan vurup duruyor.
Neyse ekonomi mühim ama konumuz ekonomi değil.
Konumuz halkın fiyatını bilmediği “mermi bomba”. ABD’de değil ama İran’da gayet geçer akçe soru olabilir bu ‘mermi kaç para, bomba kaç riyal’ meselesi.
İran’ın teokrat liderleri her tür muhalefete karşı, ABD’nin son eyleminde buldukları panzehir için gayet memnun olmalılar.
Tabii ki dini liderin yok olup giden general için sahte gözyaşı döktüğünü iddia edecek değilim ama sonuçta 20. yüzyılda bile 3 gün süren ölüm acısından bahsediyoruz. Ve 21. yüzyıldayız.
Kasım Süleymani’nin ölümüne ülkemizin ‘din ticareti!’ ile uğraşan esnafı bile, o denli sevinmişken soruların tek bir yanıtı olduğunu düşünmek saflık olur. Gerçekten Müslüman Türkiye’nin ideolojik tavanından gelen “oh olsun” nidaları dahi bu ölümün üzerine çokça düşünmeyi gerekli kılıyor.
Kasım Süleymani’nin kopuk elindeki yüzükten tanındığı bu dehşet fragmanına karşı İran’dan gelen mukabelenin ölçülü biçili hali; ‘ortada gerçekten bir savaş mı yoksa diplomatik bir alışveriş mi var?’ diye düşündürüyor.
ABD’nin tüm Başkanlarının bir ülkeye savaş açma mecburiyetleri olduğuna dair güçlü karineler var. Kore’den Vietnam’a, Somali’den Afganistan’a, Nikaragua’dan Bosna’ya, dünyanın 4 köşesi Clinton’dan Johnson’a, Bush’lardan Nixon’a kesintisiz tüm Başkanların sicilinde sıcak çatışma mevcut.
Trump gibi bir post gerçek karakterin bundan yoksun olmasını beklemezdik. Nitekim Trump’u önce Bağdadi’yi, ardından İran’ın en şahin devrimcisini avlarken gördük.
21. yüzyıla yakışan “hit and run / vur ve kaç” taktiği ile Trump çetelesini zenginleştiriyor.
Bilgi kirliliği içinde değil 80; 0,8’den 1 Amerikan askerinin bile ölmediği bir saldırıyı neredeyse anons ederek yapan İran, defin töreninde izdihamda ölen 56 vatandaşını daha kayıp hanesine ekledi. Ancak! insan hayatının bu denli ucuzlaması da bütün bu hikaye içinde göz önünde tutulması gereken bir ayrıntı olarak düşünülmeli.
[Cenazeyi defin ederken 50‘yi aşkın insanın yaşamını kaybetmesi bizim kamuoyunda, özellikle sosyal medyada çokca tartışıldı ve eleştirildi. Eleştirilere kısmen hak vermek istesek bile, bir de olayları kendi şartları içinde değerlendirmek gerek.
70 kişiyi bir araya getirmekte zorlananlar kadar, 700 kişilik organizasyonunu yüzlerine gözlerine bulaştıranların da olduğu bariz bir gerçektir. Resmi açıklamalara göre 7 milyon insan gitmiş cenazeye. Humeyni’nin cenazesinde bile böyle bir kalabalık yoktu. 7 milyon insanın toplanması, tarihte pek de görülmüş bir olay değildir. Hac’da 3 milyon toplanıyor da, onca düzen ve plana rağmen yüzlerce insan ölüyor her sene. Bunu da antiparantez ekleyelim.]
ABD’nin kuzey komşusu Kanada ve güney komşusu Meksika dışında savaşmak için okyanus geçmesi şart. ABD için görece kolay olan seyahat, ona kafa tutmak isteyenler içinse oldukça maliyetli.
ABD ile İran arasındaki savaşın asimetrisinin en bariz ölçeği İran’ın ABD’yle kendi saha ve seyircisi önünde karşılaşma zorunda olması.
İran’ın yenilmeyeceği ama acı çekeceği bu maçın galibi tabii ki İran dışındaki petrol üreticileri, silah üreticileri vb olacaktır.
ABD’nin canını gerçekten sıkmak istiyorsanız, kıtalararası füzeniz olmalı ve onun tepesine nükleer başlık takmasınız bile takacak kadar gücünüz olduğunuzu göstermelisiniz.
Soğuk savaş döneminin SSCB’si bunu yapıyordu.
Kuzey Kore yapabildiğini kanıtlamak için çok para harcıyor.
Çin’in de füzeleri var ama onların en az ihtiyaç duydukları şey kavga.
Bunların dışında ABD’nin gerçek anlamda topraklarını tehdit edecek herhangi bir uluslar arası güç görünmüyor.
ABD’nin çıkarlarını tehdit eden güçlere karşı dişini göstermekten çekinmeyeceğini artık iyi biliyoruz.
ABD’ye özellikle Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra can yakıcı bir acı veren neredeyse hiçbir ülke olmadı.
Bu gidişle de olmayacak…
İran’ın ise rejimine güven tazelemek için karşısına çıkan fırsatı kullanmaktan kaçınmadığı bu son süreçte, kavgayı tadında bırakma konusunda da gayet istidat gösterdiğini ifade etmemiz gerekmekte.
Başa dönecek olursak ister mızrakla ister drone’la savaşın fark etmez.
Savaş sadece diplomasinin bir metodu olabilir.
Osmanlı’nın yıkılışının arka planını anlamak isteyenler dizi seyretmek yerine biraz Clausewitz okusunlar.
Fetihle büyüyen devletin, fetih yapamaz hale gelince, nasıl gerilediğini istişare etsinler.
İran ile ABD’nin yaşadığı bu son süreci ya da Osmanlı’nın 600 yıllık savaş macerasını bir de Clausewitz’in şu sözü üzerinden değerlendirin:
“Bütün hareketler bir tür alacakaranlığın ya da ayışığının sisinin altında cereyan eder. Bu da olan biteni gerçekte olandan ya çok acayip, ya da çok büyük gösterir.”