Ölçüyü kaçırmış akıl, merhametini kaybetmiş vicdan, kararmış kalp, başkasının kölesi olmuş irade, işbirlikçi ruh. Bütün bunların neye karşılık geldiğini beş yıldır görüyoruz. Öyle anlaşılıyor ki görmeye devam edeceğiz.
Ayrılıkçı terör örgütü iç işgal girişiminde bulundu. Bazı beldelerimizde siper kazıp bombalı tuzaklar kurdu. Dünyanın hangi devleti böyle bir şeye müsaade eder? Nitekim edilmedi. Önce ikna çabaları, sonra operasyon. O andan itibaren birçok adres ve ağız ortak harekete geçti: ?Kâtil devlet.? Evet, ölçüyü kaçırmış akıl.
Gezi hadisesini hatırlayalım. Birkaç ağaçla başladılar, üçüncü köprü ve yeni havalimanı inşaaatına kadar vardılar. Bu projelerin hayata geçmesini kimler istemiyordu? Milletin ve memleketin yanında duranlar için etiketler çoktan hazırlanmıştı: Sarayın askerleri, kalemleri vs. Anahtar kelimeler irade ve ruh.
Kalkışma girişimi de diyebileceğimiz 6-7 Ekim olaylarını hatırlayalım. Kurban eti dağıtan gencecik ve tertemiz insanlara bile zalimce kıydılar. Evet, kararmış kalp, merhametini kaybetmiş vicdan.
17-25 Aralık kumpası ve devamında 15 Temmuz darbe teşebbüsü. Darbeciler, bu topraklarda eşine ender rastlanan bir acımasızlık örneği sergilediler. Darbe bastırıldı ve kirli, karanlık ilişkiler ağı büyük ölçüde aydınlatıldı. Darbe girişiminin arkasında kimlerin, hangi ülkelerin olduğu artık biliniyor. Fakat bu hakikat bazılarının umrunda değil. Daha şehitlerin kanı kurumadan, gazilerin yarası kapanmadan kara kampanya başladı: Tiyatro, sarayın darbesi vs. Böyle bir söylem, ancak ahlâk buhranı ve akıl tutulmasıyla mümkün olabilir. Vazifeli değilsek eğer.
Dün Fırat Kalkanı, bugün Zeytin Dalı. Türkiye, tüm gücüyle kuşatmayı yarmaya çalışıyor. Ülkemizi parçalamak isteyen bir terör örgütü ve onu modernize eden bir ?müttefiğimiz´ var. Böyle bir oyunun içinden çıkmak için çabalıyoruz. Yine aynı ağızlar ve adresler devrede. Garip ama gerçek: Savaşa hayır diyenlerin önemli bir kısmı, ülkemizi yakıp yıkanlar, canımıza ve malımıza kastedenlerdir. Yahut terör saldırılarına, eşkıyalığa sessiz ve kayıtsız kalanlar.
İtirazda bulunmak, muhalefet etmek, fikrini söylemek elbette kabahat değildir. Hatta olması gerekendir. Fakat sorun başka. Milletimiz var olma mücadelesi verirken, memleketimiz imtihanlardan geçerken, türlü musibetlere maruz kalırken, hep aynı adresleri ve kişileri karşımızda buluyoruz. Ters çıkışlar yapıyor, bildiriler yayınlıyor, ecnebilere şikâyet ediyor, konuyu başka yerlere çekiyorlar. Bu, eleştiri hakkını kullanmak mıdır? Muhaliflik midir? Nedir?
***
Yazdığımız ve yazmadığımız bütün bu olaylar karşısında tavrımızı açık bir şekilde ortaya koyduk. Vatandan ve tarihten yana olduk. Her seferinde benzer tepkiyle karşılaştık: ?Sen şairsin, sadece şiir yaz.?
Evvela şunu söyleyelim: Türkiye bizim birinci şiirimizdir. Zaten sürekli onu yazıyoruz.
Sağlıklı düşünen hiçbir insan savaş çıksın istemez. Devamı budur: Mümin, izzet sahibidir. Vatanımız, izzetimizdir. Bunun adı ?savaş çığırtkanlığı? olamaz.
Biz yurduna bağlı insanlarız. Haksızlığa uğrasak bile bu hakikat değişmez.
Muhalif olmak için illâ millî duygulardan vazgeçmek gerekmiyor.Aydın olmanın ilk şartı kendi insanını ve ülkesini hor görmek değildir. Memleket tehdit ve tehlike altındayken hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Vatan varsa kültür ve sanat vardır. Vatansız medeniyet nerede görülmüştür?
Kader günlerinde milletin karşısına geçmekle, memleketi zor duruma düşürmekle muhalif olamayız. Başka bir şey oluruz.
Türkiye´nin hayat hakkını ve haysiyetini savunanlara ?soytarı´ diyenler kimin uşağıdır? Her yerli ve yerinde duruşu menfaate bağlamak, nasıl bir psikolojinin ürünüdür?