ATASOY MÜFTÜOĞLU´NUN ?YENİ´ YAZISI: VAROLUŞSAL KRİZ VE ÇÜRÜME

İslamcı yazar Atasoy Müftüoğlu´nun her hafta pazartesi günleri Yeni Şafak Gazetesi ?Düşünce Günlüğü´ sayfasında yayımlanan yazılarının bu haftaki konusu ?Varoluışsal Kriz ve Çözülme´ başlığı altında yayımlandı. Biz de Haber Duruş olarak, Atasoy Müftüoğlu´

ATASOY MÜFTÜOĞLU´NUN ?YENİ´ YAZISI: VAROLUŞSAL KRİZ VE ÇÜRÜME

24. 09. 2018 Pazartesi

 

İslamcı yazar Atasoy Müftüoğlu´nun her hafta pazartesi günleri Yeni Şafak Gazetesi ?Düşünce Günlüğü´ sayfasında yayımlanan yazılarının bu haftaki konusu ?Varoluışsal Kriz ve Çözülme´ başlığı altında yayımlandı.

 

Bizde Haber Duruş.com olarak, Atasoy Müftüoğlu´nun adı geçen yazısını ?olduğu gibi´ yayımlıyoruz?

***

 

İçerisinde yaşadığımız tarihsel dönemde, bütün bir dünya, bütün bir insanlık, varoluşsal bir krizle, çürümeyle karşı karşıya bulunuyor. Hem Batı toplumlarında, hem Doğu-İslam toplumlarında, statüko bütünüyle çürümüştür. Her iki dünyada da, çürüyen yapıların yerine yenileri konulamadığı için, bütün toplumlar/halklar bu çürüme ve çöküşe katlanıyor. Toplumlar/halklar, bu çürümüşlükle, çöküşle yüzleşemedikleri için, sağlıklı/bilinçli bir gelecek tasavvuru üzerinde çalışılamıyor.

Varoluşsal kriz, modern dünya sisteminin bütün nitelikleri niceliklere kurban etmesiyle birlikte başladı. Niceliğin belirleyiciliği, her toplumda kibir/bencillik ve şiddet üretti. Araçsal akılcılığın ihtirasları, küresel bir kuralsızlığa, barbarlığa yol açtı. Günümüzde, kapitalist küreselleşme, her durumda zenginler ve güçlüler yararına sonuçlanabilecek şekilde uluslararası ilişkileri belirliyor, belirleyebiliyor. Kapitalist küreselleşme, küresel ayrımcılık ve küresel ahlaksızlık biçiminde ilerliyor.

BATILI DAYATMA

Kapitalist-seküler-neoliberal küreselleşme/emperyalizm; Batılı modern dünya sisteminin, dünya görüşünün, siyaset ve kültür tarzının sınırları dışında kalmaya, her alanda kendi bağımsızlıklarını tamamlamaya çalışan toplumları ve kültürleri ne pahasına olursa olsun zayıflatmaya, istikrarsızlaştırmaya ve yıkmaya çalışıyor. Sömürgeci dünya düzenine karşı en önemli başkaldırılardan birinin İslam Devrimi yoluyla gerçekleştirildiği İran, bugün hâlâ farklı davrandığı ve hareket ettiği için Batı merkezli küreselleşme tarafından cezalandırılmaya çalışılıyor.

Batılı modern dünya sistemi, kendi içerisinde ısrarla ?demokrasileri? savunurken, bu sistem dışında kalan toplumlar/ülkelerle ilgili olarak otoriter ve faşist politikalar geliştiriyor. Bugün, kapitalist/seküler/liberal küreselleşme, eşsiz ve benzersiz bir faşizm halini almıştır. Bu sistem, kendi sınırlarının ötesine yayılmayı, kendi değer sisteminin dışında kalan toplumları dönüştürmeyi, toprak merkezli olmayan yeni bir sistem olarak, bu sistemi bütün toplumlara dayatmayı amaçlıyor.

Nereden gelirse gelsin, her ırkçı ve ideolojik dayatma, çok büyük bir duygusuzluğa, insanlıkdışılığa ve merhametsizliğe işaret eder. Küresel kapitalist/seküler/liberal seçkinlerin sık sık meydan okuyucu bir tarzda ?alternatif yok? şeklindeki açıklamaları, bundan sonra Batılı model dışında hiç bir değişim olmayacağı iddiasının tezahürüdür.

TAKLİT-İTAAT´IN KURUMSALLAŞMASI

Bugünün dünyasında daha çok soyut niceliklerle anılan/tanımlanan Müslümanlar, milli sloganlar eşliğinde içe ve geçmişe kapanarak, İslami anlamda iletişim kurma, konuşma ve üretme yeteneğini kaybediyor. İslam dünyası toplumları, ancak ümmet bilinciyle/dayanışmasıyla ve İslami evrensellik vizyonuyla emperyalizmlerin üstesinden gelebilir. ?Önce ben´ yaklaşımı dayanışmaya geçit vermez, kibirli aşırılıklara neden olur. Kibirli aşırılıklar, hem bireysel anlamda, hem de toplumsal anlamda sahiplerini yalnızlaştırır.

Geçmişi uzatmaya ve sürdürmeye çalışan bir zihniyetle gelecek üzerinde çalışılamaz. Günümüzde İslami bünye içerisinde milliyetçilikler ve mezhepçilikler yüzünden kriz ve çürüme derinleşiyor. İslami bilinç, ümmet bilinci, bir şekilde itibarsızlaştırılır, değersizleştirilirken, her tür muhafazakârlığa duygusal düzlemde itibar kazandırılıyor.

İslami bünye içerisinde ilk yapısal kriz, taklit-itaat yaklaşımının kurumsallaştırılması-meşrulaştırılmasıyla birlikte başlamıştı. Müşavere-müzakereyi emreden İslami sistemin bu açık önerisine/uyarısına rağmen, taklit ve körü körüne itaat toplumsallaştırıldı. Taklit, Müslüman öznelerin kendi tercihlerini belirleme yeteneklerini kısıtladı. İslami bünye içerisinde kurumsal otorite sahibi olan ?manevi aracılar? da İslami kişiliğin, şahsiyetin, özgüvenin gelişmesine fırsat vermediler. Taklit ve itaat yoluyla birörnekleştirilen toplumlarda, kültürel bir gelişme de sağlanamadı. Taklit ve itaat yaklaşımının hakim olduğu bir toplumda ve kültürde, bilinç ve farkındalığa hiç bir zaman gerçek anlamda ihtiyaç duyulmadı.

Birörnekleştirici-homojenleştirici cemaat yapılarının, yaklaşımının, geleneğinin, kendi başına düşünme, sorgulama, üretme yeteneğine sahip olan bireylerin (bireyciliklerin değil) ortaya çıkmasına izin vermediği bilinen bir gerçektir. Bu tür toplumlarda, daha çok fikir, daha çok bilgi, daha çok görüş, daha çok bilinç ve yorum üretilmesi neredeyse imkansızdır. Hangi cemaate katılırsa katılsın, taklit ve itaat eden birey, her türlü sorumluluktan muaf sayılır. Böyle toplumlarda, sorumsuzluk insanları rahatlatırken, gerçek sorumluluk duygusu/hassasiyeti ise insanları rahatsız eder.

SÖMÜRGECİ DÜZENLE UZLAŞI ARAYIŞI

İslam dünyası toplumlarında hâlen geçerli olan, eleştirelliğe izin vermeyen dogmatik ilişkiler ve karizmatik/güçlü kişilere tapınma alışkanlıkları, büyük ölçüde taşralılıkla ilgilidir. İslam dünyası toplumları, burada sözünü ettiğimiz eleştirelliğe izin vermeyen dogmatik ilişkiler sebebiyle, benzeri görülmemiş yanılsamalar yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar. Bu yanılsamalar sebebiyle, İslami düşünce-kültür-ilahiyat-edebiyat çevreleri, eleştirel bir bilanço çıkarmaktan itina ile kaçınıyor.

İslami bünye, karşı karşıya bulunduğu varoluşsal kriz, varoluşsal zaaflar/sorunlar sebebiyle her durumda sömürgeci dünya düzeni, sömürgeci yapılar, sömürgeci bilgiyle uzlaşma yolları arıyor. Kapitalist, seküler, liberal düzenin, dünya görüşünün kimi yanlarını muhafazakârlaştırarak toplumları yönetmek, bugün İslam dünyasında bir gelenek halini almıştır. Sömürgeci dünya düzeninin muhafazakârlaştırılmasıyla birlikte, Müslümanlar, kapitalist/seküler/liberal emperyalizmin dayattığı bütün yapıları, kavram ve kurumları, ilişki biçimlerini meşrulaştırarak bu ideolojileri Müslümanlar için bir sorun olmaktan çıkarmışlardır. Sözünü ettiğimiz Müslümanlar, bu uzlaşıcı tercihleriyle, ?ılımlı Müslümanlar?, ehlileştirilmiş Müslümanlar olarak anılmaya hak kazanmışlardır. Bütün bu nedenlerle, İslami anlamda, İslami temelde hiç bir gerçeklik oluşturulamamış; soyut ve söylemsel düzlemde kalan İslamcılık retoriği, ne yazık ki, etkisiz bir slogan olarak kayıtlara geçmiştir. Oportünist söylem ve dil, oportünist ve konjonktürel tercihler/bağlılıklar, İslami kamusal bilincin yetersizliği gibi sebeplerle Müslümanlar, İslami duruşa yabancılaşarak, ulus-devletin belirlediği anaakıma katılma yolunu seçmişlerdir.