Goethe, 1792 yılında, eski Avrupa kuvvetlerinin Fransız devrimcilerine karşı giriştikleri savaşa Weimar Dükü´nün maiyetinde katılmış ve görüp yaşadıklarını ?Fransa´da Kampanya´ adlı yazısında anlatmıştı. 20 Eylül´de müttefiklerle devrimciler arasında bir çarpışıma oldu; bu gerçek bir savaşma değildi, ama bir ateş düellosu idi. O güne, ?Canonade von Valmy´ denir; ateş savaşması bir neticeye varmadan sona erdi. Akşamleyin müttefiklerin genel karargâhında, yakılan ateşin etrafında toplanmışlardı; oldukça moralsiz, kötü bir ruh hali içindeydiler. Gün hiçbir şekilde bir yenilgi olarak görülemezdi ama başarılı bir sonuç da alınamadığı apaçık ortadaydı. Genç Fransız devrim ordusunun ağır bastığı açıkça görülmüştü. Savaşma sonucunun verdiği bitkinlik içinde Goethe´ye yaşananlara ilişkin düşüncesi sorulduğunda o zaman şu anlamlı cevabı verdiği söylenir: ?Buradan ve bu günden sonra dünya tarihinin yeni bir dönemi başlıyor ve sizler bugünü birlikte yaşadığınızı söyleyebilirsiniz.´*
Goethe´nin cevabında, Türkiye´de de uzun yıllar çalışan sosyolog Hans Freyer´in ifadesiyle ?Fransız Devrimi´nin itme gücü olan düşünceleriyle, ruhlar üzerinde kazandığı kudretle, milletlere verdiği yeni biçimle, Avrupa tarihinde, belki de dünya tarihinde yeni bir çağ açtığı sezgisi bulunuyor.´ Valmy´deki top sesleri arasında durumu muhasebe etmek üzere fikri sorulan Goethe gibi geleceğin rotasını sezme kabiliyetimiz muhal olsa da ülke olarak seyrimizin nereye doğru evrildiğini irdelememiz gerekiyor. İşi bir dönemleştirme, başlangıç ve bitiş noktası oluşturma, tarihe zorunlu istikamet tayin etme şeklinde kaba formalizmlere indirgemeden Harvey´in ifadesiyle ?zamanın ve mekânın sıkıştığı´ bugünlerin de imkân ve risklerini gözeterek bazı hususların altını çizmeye çalışalım.
Biraz aşırı heyecandan, biraz özgüven eksikliğinden olsa gerek her gelişmeyi hayatımız için bir dönüm noktası olarak gören yanılsamalara çekince koyarak hem her küçük ayrıntının ?kelebek etkisi´ modelinde olduğu gibi hayati olduğunu hem de tıpkı Goethe´nin sezgisinde açığa çıktığı gibi tarihin gerçekten de kritik dönemleri olabileceğini görmemiz gerekiyor. Ayrıntıların küçük oluşu onların anlamsız ve önemsiz olduğunu göstermediği gibi tarihin kritik anlarında ihmal edilebilir olduklarını da ima etmez. Aynı şekilde ayrıntılara gösterilecek titizlik, bir ufuk daralmasına, makrodaki büyük alt-üst oluşları gözden kaçırmamıza sebebiyet vermeyecek şekilde olmalı.
Geride bıraktığımız yerel seçimlerin yankılarını da dikkate alarak ufuk daralmasına neden olacak ayrıntı abartıcılığı ile kendimizi kaptırdığımızda gerçeklik yitimine götüren makro yanılsaması arasındaki savrulmadan behemehâl çıkmalıyız. Geldiğimiz nokta ne sadece kötü adaylar, yapılan yanlış işler veya işlerin yanlış yapılış şekilleri üzerinden izah edilebilir ne de sadece yedi düvelin bizi diz çöktürmek üzere seferber olmasına bağlanabilir. Bütünlüklü bir bakışa, bütüncül bir okumaya muhtacız. Hem ayrıntıların gereksinimlerini karşılamada özensiz ve yetersiz davranıyoruz hem küresel ölçekte yürütülen makro politikaları kavramakta aciz düşüyoruz hem de tarihin olumsal seyrini çözümlemede, zamanın ruhunu sezmede anlamlı bir performans gösteremiyoruz.